İsrail, Trump'tan ne istemiş olabilir? İsrail'in Suriye'ye yönelik havadan ve karadan saldırıları devam ederken hayalindeki Suriye nasıl bir yapıya sahip? Türkiye ile karşı karşıya gelinen noktalar neler? Ve Netanyahu neden konuyu Trump'a taşımak zorunda kaldı?
Ahmet Arda Şensoy/ Türkiye Araştırmaları Vakfı
İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ABD ziyareti kapsamında 7 Nisan'da ABD Başkanı Trump ile Beyaz Saray'da bir araya geldiğinde ana gündem İran'la yapılan nükleer müzakereler ve İran'a yönelik bir saldırı ihtimaliydi. Ancak görüşme sonrası basın karşısında yapılan açıklamalarda Netanyahu'nun Suriye'deki durumu ele aldıklarını söylemesi ve Türkiye ile Suriye üzerinden kötüleşen ilişkilere vurgu yapması sonrası odak Suriye'ye kaydı. Buna yanıt olarak Trump'ın Cumhurbaşkanı Erdoğan'la iyi ilişkilerine vurgu yapması ve Netanyahu'nun makul olması gerektiğini söylemesi oldukça dikkat çekti. Hatta bu yaşananlar Netanyahu'nun Trump'tan Suriye ve Türkiye konusunda istediklerini alamadığı şeklinde yorumlandı.
Peki İsrail, Trump'tan ne istemiş olabilir? İsrail'in Suriye'ye yönelik havadan ve karadan saldırıları devam ederken hayalindeki Suriye nasıl bir yapıya sahip? Türkiye ile karşı karşıya gelinen noktalar neler? Ve Netanyahu neden konuyu Trump'a taşımak zorunda kaldı? Tüm bu sorulara cevap arayarak Suriye'de devrim sonrası güç dengesi ve aktörlerin pozisyonlarını açık bir şekilde ortaya koymak mümkün olacaktır.
İsrail'in hayalindeki Suriye
İsrail Beşar Esed'in ülkeyi terk ettiği 8 Aralık'tan itibaren Suriye'de 700'den fazla saldırı düzenledi. Hava saldırılarının yanı sıra Golan Tepeleri'nin ilerisinde Dera ve Kuneytra'da karadan da belirli bölgeleri işgal etti. Ancak bu saldırılar Suriye için yeni bir durum değil. 2011'de başlayan iç savaş boyunca İsrail, ülkedeki Hizbullah ve Şii milis varlığını bahane ederek sayısız saldırı gerçekleştirdi. Hatta bu saldırılarda geçtiğimiz yıl oldukça ileri giderek İran'ın Şam konsolosluğunu hava saldırısıyla hedef almıştı. Ayrıca güneyde gerçekleştirdiği karadan işgali Esed rejiminin devam ettiği Eylül ayında başlatmıştı. Dolayısıyla bu noktada İsrail'in Suriye'ye yönelik saldırılarını Suriyeli muhaliflerin Esed rejimini devirmesi sürecine bağlamak oldukça yanlış olacaktır. Öte yandan İsrail'in Golan Tepeleri'ni 1967'den beri işgal altında bulundurduğunu, Esed rejiminin bu toprakları geri almak için 1974 yılından beri hiçbir girişimde bulunmadığını da hatırlatmak gerekiyor. Ancak Esed rejiminin yıkılmasıyla birlikte Suriye'de yeni bir gerçeklik ortaya çıkmış durumda. Ve bu gerçekliğin İsrail'e yeni tehditler oluşturduğu da bir gerçek.
Öncelikle belirtmek gerekirse İsrail için Suriye'nin istikrarsız ve mümkünse bölünmüş bir yapıda olması ana hedef olarak görülmektedir. Dolayısıyla Şam'da hangi aktörün olduğundan bağımsız olarak bunu gerçekleştirmek için adımlar atmaktadır. İlginç olan ise İsrail'in 2013 yılı itibariyle özellikle Mısır'da Mursi iktidarının İsrail'e oluşturduğu tehdit sonrası Suriye'de bir rejim değişikliği yerine 'ehven-i şer' olarak zayıflamış bir Esed rejiminin devamını tercih ettiğidir. Dolayısıyla 8 Aralık 2024 itibariyle Esed rejiminin yıkılması İsrail için daha tercih edilir olan aktörün yok olması ve bundan dolayı yeni tehditler hissetmesi anlamına gelmektedir. Bu noktada bölünmüş, istikrarsız, ekonomik ve askeri olarak kendine yetemeyen, YPG'nin özerklik kazandığı ve her an İsrail saldırılarına açık bir Suriye, İsrail için ideal senaryoyu oluşturmaktadır. Tam da bu yüzden yeni Şam yönetiminin Esed rejiminden kalan askeri kabiliyetlere (ki bu kabiliyetler İsrail'e karşı değil kendi halkını öldürmek için kullanılıyordu) sahip olmasını engellemek amacıyla büyük bir hava saldırısı serisi başlatmıştı. Bu doğrultuda Suriye'deki askeri üsleri ve depoları imha etmişti. Ancak Mart ve Nisan aylarında düzenlenen saldırılar bundan farklı bir seyir izledi. İsrail, o dönem uluslararası basında gündeme gelen Ankara-Şam askeri iş birliği anlaşması ve TSK'nın Suriye'de belirli askeri üslere konuşlanacağı iddiasıyla paralel bir saldırı zinciri başlattı. Bu noktada Palmira ve Humus'da hedef alınan askeri üsler TSK'nın konuşlanacağı iddia edilen üsler arasında olması sebebiyle bir gerilime sebep oldu. Her ne kadar Türkiye ve Suriye'den resmi olarak böyle bir konuşlanmayı doğrulayan bir açıklama yapılmamış olsa da İsrail tarafından yapılan açıklamalarda Türkiye'nin Suriye'de artan nüfuzunun hedef alındığı açıkça belirtildi. Dolayısıyla bu aşamada İsrail'in, Türkiye'nin 14 yıllık iç savaş boyunca Suriyeli muhaliflere ve sivillere verdiği destekle elde ettiği ahlaki üstünlüğün ötesinde, devrimi başarıyla tamamlayan muhaliflerle yakın ilişkilerinden oldukça rahatsız olduğu görülmekte. İsrail bu noktada Suriye'de işgalci, saldırgan ve yayılmacı olan taraf olmasına rağmen Türkiye'nin artan etkisinden bir tehdit algıladığını öne sürerek saldırılarına meşruiyet üretmeye çalışmakta. Diğer yandan PKK/YPG terör örgütüyle artık açıktan da dile getirilen ilişkileri ve Suriyeli Dürzi azınlığı bahane ederek güneyde yaptığı saldırıları düşünüldüğünde İsrail'in bu unsurlar üzerinden Suriye'de istikrarsızlığı ve mümkünse bölünmeyi zorladığı görülmekte. Yine de Dürzi unsurların Şam ile anlaşması ve devam eden Şam-SDG müzakereleriyle İsrail'in şu aşamada bu hedefinden uzak olduğu söylenebilir.
Kısacası İsrail için devrim sonrası Suriye'de istikrarsızlık üreten sorunların temel kaynağı olan Esed rejiminin devrilmesi, PKK/YPG'nin zemin kaybetmesi ve ABD'nin muhtemel asker çekme gündemi sebebiyle konforunu kaybettiği söylenebilir. Özellikle TSK'nın Şam ile koordineli bir şekilde Suriye'de konuşlanması ile daha da alan kaybedeceği iddia edilebilir. Dolayısıyla Suriye'de istikrarsızlığı artırmak için çabalarken buna karşı politikalar geliştiren ve Suriye'de kazanan durumda olan Türkiye ile karşı karşıya gelmesi de sürecin doğal bir sonucudur.
Türkiye'nin pozisyonu
Türkiye'nin Suriye'deki öncelikleri ve kırmızı çizgileri 2016'dan beri oldukça net ve tutarlı bir politikayla ortaya konmuştur. Bir yandan PKK/YPG terörüyle mücadele ederek terör koridoruna darbe vurulmuş, diğer yandan özellikle İdlib'den yeni bir göç dalgasını engellemek için askeri varlık gösterilmiştir. Tüm bu yapılanlar ise Suriye'nin toprak bütünlüğünü ve istikrarını ilkesel olarak savunan bir prensiple hayata geçirilmiştir. Esed rejimi sonrası Suriye'de Türkiye'nin istikrar ve toprak bütünlüğü talepleri aynı şekilde devam ederken artık bu politikalar Şam ile entegre bir şekilde yürütme zemini bulabilmiştir. İç savaştan arta kalan tek cephe olan PKK/YPG işgaliyle mücadele de Ankara-Şam iş birliği ve eşgüdümü ile yürütülmektedir.
Türkiye'nin yeni Suriye'de istikrar isteyen ve ülkenin üniter bir yapıda yeniden inşası için çabalayan politikaları yukarıda sayılan İsrail'in hayalindeki Suriye'yle taban tabana zıtlık göstermektedir. Çelişen vizyonlar doğal bir rekabet yaratsa da İsrail'in Suriye içindeki saldırıları ise konuyu siyasi olmaktan öte askeri bir mücadele riskine çevirmektedir. Tam da bu yüzden geçtiğimiz hafta Azerbaycan'da aktörler arasında istihbarat düzeyinde görüşmeler yapılmış ve bir müzakere zemini aranmıştır. Ancak İsrail'in Suriye'ye yönelik irrasyonel talepleri ve Netanyahu yönetiminin bölgeyi ateşe atmaktan kaçınmayan saldırgan politikaları sebebiyle ortak bir zemin bulmak oldukça zordur.
Trump'a taşınan endişeler
Suriye'de devrim sonrası ibre Ankara'nın lehine, İsrail'in ise aleyhine dönmüşken İsrail'in bu durumu değiştirmek için hava ve karadan saldırılarını artırması ise kendisi açısından bir çözüm üretmekten oldukça uzaktır. Konu olan saldırılar Türkiye'nin Suriye'deki artan etkisini azaltamayacağı gibi Ankara-Şam arasında muhtemel bir askeri iş birliği anlaşmasını engellemeye de muvaffak olmayacaktır. Tam da bu yüzden Netanyahu'nun çözümü Trump'da araması İsrail'in içerisinde bulunduğu çaresizliği göstermektedir.
İsrail'in Türkiye'nin Suriye'deki varlığından tehdit algılamasının, aslında Suriye'de istediği an istediği yere saldırabilme ve işgalini genişletme lüksünü terk etmek istememek olduğu, Trump'ın Netanyahu'ya yaptığı 'makul olmalısın' sözüyle de teyit edilmiştir.
İsrail'in bu aşamada Trump'tan talebi, Türkiye'yi baskı altına alarak muhtelif üslere askeri olarak yerleşmesini engellemesi ve iç savaşta Rusya'yla kurduğu mekanizmanın benzerini kurmaya zorlamasıdır. Bilindiği gibi iç savaş boyunca İsrail'in Suriye'ye yaptığı saldırılar herhangi bir Rus unsurunu hedef almaktan kaçınıyor, bunun karşılığında ise Rus hava savunma sistemleri İsrail uçaklarına karşı bir müdahalede bulunmuyordu. Öte yandan İsrail'in Şam'ın güneyinin tamamen silahsızlandırılmış bir bölge olması talebi de egemen bir Suriye fikrine aykırı olması sebebiyle makul değil. Yani Netanyahu bu konuların hiçbirinde Trump'tan beklediğini alabilmiş değil.
Trump ise şu aşamada İran'la nükleer müzakerelere odaklanmışken Türkiye ve İsrail gibi müttefik olarak gördüğü iki ülkenin karşı karşıya gelmesini istemiyor. Öte yandan yaptığı açıklamalarla Suriye'de Türkiye'nin nüfuzunu kabul ettiğini belirtmiş oluyor. Dolayısıyla Trump için Suriye Türkiye'ye havale edilmiş, Erdoğan'la yakın ilişkileriyle çözebileceği ve İsrail'e tehdit oluşturmadığı müddetçe istikrarından rahatsız olunmayan bir ülke konumunda. Bu da Netanyahu'nun istikrarsız ve dolayısıyla sorun oluşturmaya devam eden Suriye hayalinden öte Türkiye'nin Suriye vizyonuna çok daha yakın bir bakış açısı. Tam da bu yüzden yakın gelecekte Trump'ın Suriye'de Ankara'yla uyumlu vizyonu çerçevesinde Amerikan askerlerini geri çekme gündeminin ısınacağı söylenebilir. Bu da PKK/YPG'nin üzerindeki güvenlik kalkanının kalkacağı veya örgütü feshedip Şam'ın otoritesini kabul ettikleri ya da Ankara-Şam ortaklığında terörle mücadele operasyonlarına muhatap oldukları bir düzlem doğuracaktır. Ve tüm bu yaşananlar sonucunda Netanyahu'nun Suriye'de istikrarsızlığı körükleyen politikalarının başarısız olduğu, Suriye'de İsrail'in kaybeden olduğu bir gelecek ortaya çıkaracaktır. Ancak bu yenilgiye rağmen İsrail'in yayılmacı politikaları devam edecektir. Her ne kadar Netanyahu'nun istediğini vermemiş olsa da Trump'ın net bir sınır çizmediği her senaryoda İsrail'in bu saldırgan politikalarından geri adım atması oldukça düşük ihtimaldir. Netanyahu'nun İsrail iç politikasındaki köşeye sıkışmışlığını yeni savaşlar ve katliamlarla aşma yöntemi de düşünüldüğünde Suriye'de İsrail'in makul olabilmesi mümkün görünmemektedir. Bu yüzden Suriye'nin geleceğinde ve bölge jeopolitiğinde İsrail-Türkiye rekabeti yakından takip edilmesi gereken bir gündem olmayı sürdürecektir.