Antalya Diplomasi Forumu'nda Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın dile getirdiği “İnsanlık beşten büyüktür” ifadesi, uluslararası sistemde büyük güç kavramının tanımlanış biçiminde insani ve vicdani boyutların göz ardı edildiğine dikkat çeken güçlü bir eleştiridir. Bu söylem, mevcut sistemin ahlaki meşruiyetinin sorgulanması gerektiğini ifade etmektedir.
Doç. Dr. Merve Suna Özel Özcan/ Kırıkkale Üniversitesi
Savaş ve şiddet, tarih boyunca sistemin inkâr edilemez parçaları olsa da; diplomasi ve barış, uluslararası ilişkilerin en önemli dayanaklarını oluşturmaktadır. Büyük devlet olmak ise barışı, istikrarı ve adaleti gözeten, hakkaniyetli bir tutum benimsemekle mümkündür. Dış politikada güç ve zor kullanmak bunun tam tersi manayı ihtiva eder. Büyük devlet olmak, sistemde her istediğini gücü oranında yapmak değil; aksine, gücü olduğu hâlde mazlumu koruyabilmek demektir. 21. yüzyılın dünyasında ise insanlık ve medeniyet, mevcut sistemin şiddet ve zulüm karşısında yeniden sorgulandığı bir sürece girmiştir. Küresel sistemin hegemon aktörleri ya da büyük güçleri, bugün Gazze'de hayatını kaybeden siviller karşısında büyük bir insanlık sınavı verirken; güç ve şiddet odaklı yaklaşımlarının ötesinde hareket etmeleri gerektiği gerçeğini gözden kaçırmaktadırlar.
Bu noktada Türkiye'nin küresel sistemdeki yeri ve etkisi, geçmişten gelen temel değerlerle yeniden görünür hâle gelmektedir. Türkiye'nin siyasi kültürü ve tarihsel kodlarında yer alan hakkaniyetli ve adil yaklaşım, diplomatik ve siyasi hamleleriyle bütünleşmiş durumdadır.
7 Ekim 2023 sonrası İsrail'in Gazze politikaları bağlamında bu yaklaşım en dikkat çekici biçimde kendini göstermektedir. Türkiye, yalnızca bir bölge ülkesi olarak değil; küresel sistemde bölge-ötesi politik adımlar atan, Gazze'de yaşanan süreci uluslararası hukuk ve insan hakları temelinde ele alan bir aktör olarak, her fırsatta sivilleri önceleyen konumunu kararlılıkla sürdürmektedir. Bu kapsamda 18 Nisan'da Türkiye'de düzenlenen Filistin'i Destekleyen Parlamentolar Grubu toplantısı dikkatle incelenmelidir.
Ateşkes yine kısa sürdü
Gazze Şeridi için bir kez daha "ateşkes", kısa süreli ve kırılgan bir süreç olarak kalmıştır. İsrail'in Ramazan ayında sivilleri yeniden hedef almaya başlamasıyla, adına "ateşkes" denilen; ancak esasen rehine ve esir takasına dayalı olan süreç, İsrail'in yoğun saldırılarıyla fiilen sona ermiştir. Mart 2025'te çöken ateşkesin ardından tırmanan askeri operasyonlar ve derinleşen insani felaket, her geçen saniye daha da ağırlaşmaktadır.
Gazze'nin yüzde 90'ına yakını tamamen moloz yığını hâline gelmişken, özellikle çocuklar ve kadınlar başta olmak üzere siviller, savaş hukukunun hiçe sayıldığı saldırıların hedefi olmaktadır. İsrail Savunma Kuvvetleri (IDF), Gazze Şeridi genelindeki askeri operasyonlarını başta Refah ve Han Yunus olmak üzere yoğunlaştırmış durumdadır.
Birleşmiş Milletler, binlerce çocuğun yetersiz beslendiğini ve bölge halkının büyük çoğunluğunun günde yalnızca bir öğün yemek yiyebildiğini bildirmektedir. Bu insani dram, İsrail'in 2 Mart'ta başlattığı abluka politikasından bu yana daha da derinleşmiştir. İsrail, Gazze'ye yiyecek, yakıt, ilaç veya başka herhangi bir malzeme girişini tamamen engellemekte; bu durum, toplu cezalandırma niteliği taşımaktadır.
Bu bağlamda akıllara şu soru gelmektedir: İsrail, sivilleri zorla yerinden etmeye, yani Trump döneminde açıklanan "sürgün politikası"nı fiilen uygulamaya mı çalışmaktadır? İsrailli yetkililerin açıklamaları da bu yönde endişeleri doğrular niteliktedir. Özellikle aşırı sağcı İsrail Maliye Bakanı Bezalel Smotrich'in "Gazze'ye bir buğday tanesinin bile girmesine izin verilmeyecek" şeklindeki açıklaması, insanlık vicdanında izahı son derece güç bir söylem olarak kayıtlara geçmektedir.
İşte tam da bu noktada, Gazze ile ilgili olarak Türkiye'nin girişimleri ve uluslararası platformlarda attığı adımlar, bizlere umut vadeden önemli gelişmeler sunmaktadır.
İlk olarak, Türkiye'nin Uluslararası Adalet Divanı (UAD) nezdinde Güney Afrika'nın açtığı soykırım davası sürecine müdahil olduğunu biliyoruz. Bu gelişme, özellikle Gazze'de işlenen insanlığa karşı suçlar ile savaş ve insancıl hukuk normlarını yok sayan uygulamalara karşı tarihe geçecek nitelikte bir hukuk süreci olarak önem arz etmektedir.
İkinci önemli konu ise hukuki boyutun yanında, siyasi ve diplomatik hamlelerin hayata geçirilmesidir. Bu kapsamda düzenlenen "Filistin'i Destekleyen Parlamentolar Grubu" toplantısı, 13 ülkenin parlamento başkanlarının katılımıyla gerçekleştirilmiş ve Filistin meselesine yönelik uluslararası parlamenter dayanışmanın güçlendirilmesi hedeflenmiştir.
İnsanlık sınavı
Bu kapsamda, Gazze konusunda atılan adımları yorumlarken belli başlıklara odaklanmak yararlı olacaktır. İlk olarak, Antalya Diplomasi Forumu'nda Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın dile getirdiği "İnsanlık beşten büyüktür" ifadesi, uluslararası sistemde büyük güç kavramının tanımlanış biçiminde insani ve vicdani boyutların göz ardı edildiğine dikkat çeken güçlü bir eleştiridir. Bu söylem, mevcut sistemin ahlaki meşruiyetinin sorgulanması gerektiğini ifade etmektedir. İkinci olarak, bu ifade aynı zamanda Birleşmiş Milletler'in yapısal işlevsizliğine yönelik doğrudan bir eleştiri olarak okunmalıdır. Beş daimi üyenin veto hakkı üzerinden tüm insanlığı etkileyen kararları bloke edebilme gücü, küresel adaletsizliğin yapısal zeminini oluşturmakta ve BM sisteminin fiilen işlemez hâle gelmesine yol açmaktadır.
Tam da bu noktadan hareketle, Türkiye'nin Filistin konusundaki yaklaşımı bu eleştirel çerçeveyle örtüşmektedir. Zira Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın söz konusu ifadesi, yalnızca bir slogan değil; aynı zamanda alternatif bir diplomasi vizyonunun anahtarıdır. Bu bağlamda, küresel sistemin doğasında yerleşik hâle gelmiş adaletsizliklerin ve Birleşmiş Milletler'in işlevsizliğinin ifşası, özellikle Filistin'e destek toplantısında altı çizilen temel tema etrafında değerlendirilmelidir: "Bazı Batı ülkelerinin insanlığa dair yaklaşımındaki ikircikli politika, adalet temelli yeni bir uluslararası düzenin ihtiyacını gözler önüne sermektedir." Bu anlayış Türkiye'nin dış politika pozisyonunu normatif ve sistem kurucu bir perspektife taşımaktadır. Bu açıdan, küresel sistemin aktörlerinin de aynı hassasiyetle sürece dâhil olmaları elzemdir. Günümüzde Gazze meselesi, küresel sistemde her bir aktörün en öncelikli gündem maddelerinden biri olmalıdır.
Sistemde yalnızca siyasi ve diplomatik mekanizmalar değil; aynı zamanda Birleşmiş Milletler gibi uluslararası kurumların müeyyide gücünün etkin şekilde kullanması gerekmektedir. Bu kurumlar, İsrail nezdinde caydırıcı bir etki unsuru hâline gelmelidir.
Bu noktada, Türkiye'nin Filistin'i destekleyen ülkelerle birlikte 18 Nisan'da attığı adım, uluslararası sistem açısından son derece anlamlıdır. Bu gelişme, küresel düzlemde vicdanın, hukukun ve ahlâkın yeniden sistemin temel unsurları hâline getirilmesi adına önemli bir dönüm noktası olarak değerlendirilmelidir. Son noktada ise 13 ülke ile başlayan bu adım daha çok ülkenin katılımı ve sistemde yaratacağı etki ile küresel sistemde adil ve hakkaniyetli bir siyasetin olduğuna dair etkili bir adım olmalıdır.