İlim ve irfan hâmisi Germiyanoğulları

Prof. Dr. Haşim Şahin / Sakarya Üniversitesi
17.07.2021

Germiyanoğulları beyleri erken dönemden itibaren ilim ve kültürün gelişmesine büyük önem vermişler, âlim, fakih ve mutasavvıfları himaye etmişlerdi. Bu sayede pek çok eser bu coğrafyada kaleme alınmış, bilhassa Şeyhî Sinani, Ahmedî ve Ahmed-i Dâî'nin verdiği eserler sayesinde Kütahya, 14. yüzyılda Türkçe'nin en güçlü şekilde temsil edildiği coğrafyalardan birisi olmuştu.


İlim ve irfan hâmisi Germiyanoğulları

Prof. Dr. Haşim Şahin / Sakarya Üniversitesi

Herhangi bir gün yolunuz Kütahya'ya düştüğünde, cami, medrese, hamam, eski otantik evler gibi karşılaşacağınız tarihi eserlerin hemen hepsinde veya bazı sokak isimlerinde, Osmanlılar ile aynı dönemde kurulmuş bir beylik olan Germiyanoğulları'nın imzasını görürsünüz. Ulu Cami, eski otantik evlerin bulunduğu Germiyan Sokağı, Kütahya Mevlevihanesi yahut halk arasındaki adıyla Dönenler Camii tarihin tozlu sayfaları arasında çoktan yerini almış bu mütevazı beyliğin günümüze bıraktığı damgalardır.

Peki Germiyanoğulları Beyliği hangi dönemde varlığını sürdürmüştü? Tarihin dehlizlerinde nasıl bir yer işgal etmişti. Germiyanoğulları çok önemli bir beylik olmakla birlikte bu konuda Türkiye'de yapılan tek monografik çalışmanın hâlen Mustafa Çetin Varlık tarafından hazırlanan ve sonrasında kitap olarak neşredilen doktora çalışması olduğunu hatırlatarak yazımıza başlayalım.

En güçlü iki beylikten biri

Tarihte büyük bir medeniyet kurmuş, yüzyıllarca dünya siyasetine yön vermiş Osmanlılar ile hemen hemen aynı yıl bağımsızlığını ilan eden, Karamanoğulları ile birlikte Anadolu'da kurulan en güçlü iki Türkmen beyliğinden birisi olup, ilk defa Anadolu'ya Celaleddin Harezmşah ile birlikte 1230'larda geldikleri tahmin edilen Germiyanoğulları'nın bilinen ilk atası Selçuklular adına zor günlerin başlangıcını oluşturan Babailer İsyanı sırasında Malatya bölgesinde faaliyet gösteren Kerimüddin Alişir idi. Selçuklu ailesi içerisindeki bazı taht kavgalarına müdahil olan, meşhur Cimri İsyanını destekleyen Alişir, 1264 yılında Selçuklu veziri Muineddin Pervane'nin şikayeti üzerine Moğollar tarafından öldürülünce, aile kısa bir siyasi kaosun içerisine girmiş olup Anadolu'nun batı taraflarına göç etse de, bilhassa Alişir'in oğlu Yakub Bey zamanında hem bağımsızlığını ilan etti hem de en kudretli dönemini yaşadı.

1300-1340 tarihleri arasında hüküm süren Yakub Bey, hem zeki bir devlet adamı hem de cesur bir askerdi. Bu tarihler içerisinde Batı Anadolu'da kurulan beyliklerin önemli bir kısmı Germiyanoğulları'nın yüksek hakimiyetini tanıyordu. Mesela, Aydınoğulları Beyliği'nin kurucusu olan Aydınoğlu Mehmed Bey, Yakub Bey'in subaşısı olup onun talimatı doğrultusunda Ege kıyılarında fetih hareketlerinde bulunmuştu. Yakub Bey, sınırlarını genişletmek için bilhassa Batı Anadolu yönünde Bizans Devleti ile sert bir mücadeleye girişmiş, Alaşehir kuşatması ancak Katalan askerlerinin dahil olmasıyla sonlandırılabilmişti. Bununla birlikte o, güçlü İlhanlı/Moğol yönetimi karşısında daha diplomatik davranmayı tercih ederek, tabi olmayı tercih etmişti. Onun vefatından sonra yerine geçen oğlu Mehmed Bey'in 21 yıllık iktidar dönemi beyliğin siyasi hakimiyetini daha da pekiştirmekle geçti. Mehmed Bey'den sonra devletin başına geçen büyük oğlu Süleyman Bey, Bytnia bölgesinde günden güne gücünü artıran Osmanlılar ile dostane ilişkiler kurmayı tercih etmişti.

Süleyman Bey bu yakınlığı daha da pekiştirmek için kızı Devletşah Hatun'u Sultan I. Murad'ın oğlu Yıldırım Bayezid ile evlendirdi. İki devlet arasındaki kız isteme görüşmelerini ise büyük âlim İshak Fakih yürüttü. Fakihler zümresinin Germiyanoğulları Beyliği bünyesindeki en önemli ismi olan İshak Fakih, daha sonra Osmanlı hizmetine girecek, uzun yıllar bu devlete hizmet ettikten sonra Çamlıca Tepesi'ne gömülecektir.

Çeyiz olarak verilen topraklar

Büyük bir törenle gerçekleştirilen nikah sonrasında Süleyman Bey, Kütahya, Simav, Eğrigöz ve Tavşanlı'yı çeyiz olarak Osmanlılara verdi. Başkent Kütahya başta olmak üzere, beylik topraklarının neredeyse tamamının Osmanlılara verilmesi, bir anlamda beyliğin lağvedilmesi anlamına geldiği gibi, Osmanlıların bölgede I. Murad devrinden itibaren ne kadar güç ve kudret kazandıklarını göstermesi bakımından da önemlidir. Düğün sonrasında Şehzade Bayezid, kayınpederinin sâbık başkentine sancak beyi olarak tayin edildi ve Kütahya'yı idare etmeye başladı. Süleyman Bey ise hayatının kalan kısmını Kula'da geçirip orada vefat etti. Süleyman Bey, Mevlana'nın oğlu Sultan Veled'in kızı Âbide Mutahhara Hatun ile evliydi. Bu evlilik sayesinde hem onun oğul ve torunları hem de kızı Devletşah Hatun ile evlenen Yıldırım Bayezid'in oğulları Mevleviliğe ait bir terim olan Çelebi unvanıyla anılmışlardı.

Onun vefatından sonra Hızır, İlyas ve Yakub isimlerini taşıyan üç oğlundan Yakub, beyliğin başına geçti. II. Yakub Bey, Sultan I. Murad'ın 1389 senesinde Kosova'da şehid olması üzerine Osmanlı topraklarında meydana gelen kargaşadan istifade ederek ablasının çeyizi olarak verilen yerleri geri almak istedi ise de Yıldırım Bayezid karşısında tutunamadı.

Osmanlı vasiyeti

Beylik 1390 senesinde Osmanlı topraklarına dahil edildi. 1402'de Ankara Savaşı sonrasında Timur, daha önce Osmanlılar tarafından ilhak edilen beyliklerin topraklarını beylerine geri vermişti. Bu süreçte II. Yakub Bey'e de Kütahya ve havalisi verildi. Ancak o, ilerleyen yıllarda bilhassa Karamanoğulları'nın baskısından çekindiği için Osmanlılar ile yakınlaşmayı tercih etti. Uzun süreli bir tabiiyetin neticesinde II. Murad devrinde Edirne'ye giderek vefatından sonra beyliğin Osmanlılar tarafından idare edilmesini vasiyet etti. Onun ölümü üzerine Germiyanoğulları Beyliği toprakları Osmanlıların nihai olarak Osmanlıların hakimiyeti altına girdi.

Germiyanoğulları beyleri erken dönemden itibaren ilim ve kültürün gelişmesine büyük önem vermişler, âlim, fakih ve mutasavvıfları himaye etmişlerdi. Bu sayede pek çok eser bu coğrafyada kaleme alınmış, bilhassa Şeyhî Sinani, Ahmedî ve Ahmed-i Dâî'nin verdiği eserler sayesinde Kütahya, 14. yüzyılda Türkçenin en güçlü şekilde temsil edildiği coğrafyalardan birisi olmuştu. Şeyhoğlu Sadreddin Mustafa, mesnevi tarzında kaleme aldığı 7903 beyitlik bir aşk hikayesi olan, ancak içerisinde örf ve adetler, saray teşrifatı gibi konulara da yer verdiği Hurşidnâme adını taşıyan eserini Süleyman Bey için kaleme almış, ancak onun vefatı üzerine, Ankara Savaşı öncesinde bölgeye hakim olan Osmanlı padişahı Yıldırım Bayezid'e takdim etmişti. Soylu bir aileye mensup olup, Germiyan sarayında nişancılık ve defterdarlık görevlerinde bulunduğu anlaşılan Şeyhoğlu'nun diğer bir meşhur eseri ise Kenzü'l-Küberâ ive Mehekkü'l-Ümera di. O, Germiyan ve Osmanlı sarayındaki tecrübelerini aktardığı bu eserinde devrinin kötü gidişatından şikayet etmiş, şeriatın unutulduğunu, büyüklerin yoluna uyulmadığını, âlimlerin bu kötü gidişat karşısında sustuğunu belirtmiş, topluma örnek olması bakımından geçmiş kavimlere gönderilen peygamberlerden ve bazı padişahlardan bahsetmiştir. Kemal Yavuz'a göre, bu eser, Yusuf Has Hacib'in Kutadgu Bilig'inden sonra yazılan ikinci siyasetnâme olma özelliğine sahiptir. İran tarihine ve edebiyatı ile hayli ilgili olduğu anlaşılan Şeyhoğlu bu eserlerinin haricinde Süleyman Bey'in emriyle, Kabusnâme ve Marzubannâme'yi de Farsça'dan Türkçe'ye tercüme etmişti. Şeyhoğlu'ndan başka Germiyan sahasında meşhur tarihçi Ahmedî idi. O, İskendernâme adını verdiği eserini Süleyman Bey adına kaleme almıştı.

II. Yakub Bey devrinde Kütahya'da kadılık görevinde bulunduğu bilinen Ahmed-i Dâî öncelikli olarak Germiyanoğulları'nın, beylik topraklarının Osmanlılara verilmesinden sonra ise Osmanlıların önde gelen âlimlerinden birisiydi. Gerek yazdığı eserler gerekse hayatına dair verilen muhtasar bilgilerden anlaşıldığına göre devrinde önemli sufileri arasında yer alan Ahmed-i Dâî çok sayıda kaleme almış veya tercüme etmişti. Tercüme-i Tefsir-i Ebu'l-Leys es-Semerkandî, Miftâhül'l-Cenne, Tercüme-i Kitâbüt-Tabirnâme, Tercüme-i Tezkiretü'l-Evliya, Tercüme-i Tıbb-ı Nebevi, Nasireddin Tûsî'nin aynı isimdeki eserinin tercümesi olan Camasbnâme, gibi tercümeleri ile en en eski inşa örneklerinden birisi olan Teressül, Ayete'l-Kirsî tefsiri olan Vesiletü'l-Mülûk fî Ehli's-Sülûk, Farsça Divan, Türkçe Divan, Ukudü'l-Cevâhir, Vasiyyet-i Nûşirevân-ı Âdil ve Çengnâme ona ait eserlerdir.

Germiyan coğrafyası Mevlevilik merkezli olarak tasavvuf kültürünün de hayli faal olduğu bir sahaydı. Beyliğin kurucusu Yakub Bey zamanında, Mevlânâ Celâleddin-i Rûmî'nin torunu Ulu Arif Çelebi'nin 1312 yılında Kütahya'yı ziyaret etmesi bunda oldukça etkili olmuştu. Onun vasıtasıyla Yakub Bey Mevleviliğe intisab etmiş, kısa süre içerisinde Kütahya'yı Mevleviliğin önde gelen merkezlerinden birisi haline getirmişti. Daha sonra bu yakınlık Süleyman Bey ile Sultan Veled'in kızının evliliği neticesinde daha da perçinlendi. Yukarıda da belirttiğimiz üzere, Süleyman Bey, Mevlânâ'nın torunu Âbide Mutahhara Hatun ile evlenerek çelebiler zümresine dahil olmuştu. Onun oğullarından İlyas Bey'in oğlu, Mevlânâ Celâleddin-i Rûmî'nin ikinci kuşak torunu Celâleddin Ergun Çelebi Kütahya'da bugün Dönenler Camii adıyla bilinen Kütahya Mevlevihânesi'ni kurmuş, gerek yaşamı gerekse verdiği eserler ile Kütahya'da Mevlevi kültürünün güçlü bir şekilde temsil edilmesini sağlamıştı. Bursa'ya giderek Geyikli Baba ile sohbet ettiği, Divâne Mehmed Çelebi'nin babası Abâpuş-ı Veli'den ders aldığı bilinen Celâleddin Ergun Çelebi, hanedan mensubu olmasına rağmen, tıpkı Osmanlı padişahı Osman Gazi'nin Şeyh Edebalı'nın kızı Bâlâ Hatun'dan doğan oğlu Alâeddin Çelebi'nin yaptığı gibi dervişlik yoluna girmeyi tercih etmişti.

Mevleviliğin üçüncü merkezi

Onun posta oturduğu dönemde Kütahya, Erguniyye Dergâhı adıyla bilinen bu Mevlevihane sayesinde Konya ve Afyon'dan sonra Mevleviliğin üçüncü büyük merkezi olmuştu. Kütahya'nın merkezinde kurulmuş olan Mevlevihâne şehrin imar ve iskanında önemli bir yere sahip olup, gelişimine önemli ölçüde katkı sağlamıştı. Gençnâme, Mevlevi âyinlerine dair kaleme aldığı İşaratü'l-Beşara onun eserleriydi. Mustafa Güneş'in Gençnâme'den aktardığı; "Nedür ol genc-i pinhân kim hemîşe kubbesi devvâr / Zemînin eylemiş yek-nokta üzre dest-i hikmet kâr" (Kubbesi daima dönen o gizli hazine nedir? Her işi hikmetle yapan kudret eli, yeryüzünü küçük bir çekirdekten yaratmıştır) dizeleri onun, Mevlevilikteki sema ve yaratılış arasında kurmuş olduğu bağlantıya güzel bir örnektir.

Yazımızın başında da belirttiğimiz üzere Kütahya merkezli olarak Germiyanoğulları pek çok mimari eserler de inşa ettirmişlerdi. Günümüzde Kütahya'nın en ihtişamlı yapısı olmayı sürdüren Ulu Cami ve hemen bitişiğindeki 1314 tarihli Vacidiye Medresesi bu döneme ait başlıca eserlerdir. Adını medresede ders veren Molla Abdülvacid b. Mehmed'den alan Vacidiye Medresesi Germiyanlı emirlerinden Mübarizüddin Umur b. Savcı tarafından tarafından inşa ettirilmiş olup, İslami ilimler ve astronomi konusunda devrinin en iyi eğitim kurumlarından birisi olma özelliğini taşımaktaydı. Dönemin önde gelen eserlerinden bir diğeri II. Yakub Bey tarafından inşa edilen, Gök Şadırvan, İmaret Camii ve Yakub Çelebi medresesi isimleriyle de bilinen Yakub Çelebi İmareti idi. Bu imarette talebelere, ihtiyaç sahiplerine ve fakirlere her gün düzenli olarak yemek veriliyordu. 1999 yılından itibaren Çinili Müze adıyla faaliyet gösteren imaret 1954 senesinden sonra Vahidpaşa Kütüphanesi olarak hizmet vermişti.

[email protected]