Yerli ve milli üretim ürünlerin hedef alındığı boykot çağrısına bir kısım halk destek verirken, diğer bir kesim bunun Türk ekonomisine ciddi zararlar vereceğini savundu. Öte yandan İsrail'e karşı uygulanan küresel boykotu Türkiye'de desteklemeyen ama yerli ürünleri boykot eden bir grup ortaya çıktı. Doğal olarak bu gruba karşı eleştirel bir duruş sergileyen bir başka kesim daha oluştu. Böylece boykotun temel amacını aştı, toplum içi ayrışmalar daha da derinleşti.
Dr. Ali Ruhan Çelik/ Kocaeli Sağlık ve Teknoloji Üniversitesi Psikoloji Ana Bilim Dalı Başkanı / Öğretim Üyesi
Boykot yalnızca ekonomik bir tercih değil; aynı zamanda kimlik, aidiyet, duygu ve politik konumlanma içeren sembolik bir davranış biçimidir. Son günlerde "kim neyi boykot ediyor?" sorusu, en az "kim neyi savunuyor?" sorusu kadar kimlik belirleyici bir hale gelmiştir. Kutuplaşma; market raflarından kola markalarına, kahve zincirlerinden teknoloji ürünlerine kadar indirgenmiş durumda. Oysa mesele yalnızca basit bir tüketim davranışı değil; çok daha derinlerde, psikopolitik dinamikleri olan bir durumla karşı karşıyayız.
İnsanın kendini ifade etme gereksinimi son derece varoluşsal bir meseledir. Bu ihtiyaç bireyin toplumsal kimliğini inşa etme ve konumlandırma sürecinin temel bir parçasıdır. Boykotlar da bu sürecin güncel ve etkili örneklerinden biridir.
Boykot bireyin kendi politik, ahlaki ya da dini duruşunu ilan ettiği bir sahnedir. Aslında boykot eden kişi "Ben kimim?" sorusuna verdiği cevabı raflara, ürünlere ve markalara yansıtır. Grup aidiyetini pekiştirme, "biz" duygusuna dahil olma ve bu yolla anlam üretme ihtiyacının bir dışavurumudur boykot. Bir düşünceye hizalanmak yalnızlığın karşıtı işlevi görür. Başkalarının da aynı markayı boykot ettiğini görmek, kişinin yalnız olmadığını hissetmesini sağlar.
Tarihte boykot davranışının ilk örnekleri kimi tarihçilere göre 600'lü yıllara, kimilerine göre ise 19. yüzyıla kadar uzanır. Modern dünyada da boykot, kaybolmuş anlam arayışlarının yeni bir ifadesi olarak sık sık karşımıza çıkmaktadır.
İşgalci İsrail'in 1945'lerden itibaren Filistin ve Gazze halkına yönelik uyguladığı sistematik soykırım, tüm dünyada İsrail ve işgalle ilişkili tüketim varlıklarına yönelik boykot davranışlarını beraberinde getirmiştir. Bunun yanı sıra ülkelerin iç dinamiklerine göre küresel boykotların yanı sıra yerel boykotlar da ortaya çıkmaktadır.
Yeni kutuplaşma alanları
Geçtiğimiz günlerde ülkemizde bir soruşturma kapsamında gözaltına alınan bazı siyasetçi, bürokrat ve iş adamlarının ardından Türkiye'nin ana muhalefet partisi Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Özgür Özel bir dizi boykot listesi açıkladı. İlerleyen günlerde de bazı markaları bu listeden çıkardı bazılarını ekledi. Bu gelişme toplumda yeni bir kutuplaşma alanı açtı. Hatta bir değil, iki farklı kutuplaşma baş gösterdi.
Yerli ve milli üretim ürünlerin hedef alındığı bu boykot çağrısına bir kısım halk destek verirken, diğer bir kesim bunun Türk ekonomisine ciddi zararlar vereceğini savundu. Öte yandan İsrail'e karşı uygulanan küresel boykotu Türkiye'de desteklemeyen ama yerli ürünleri boykot eden bir grup ortaya çıktı. Doğal olarak bu gruba karşı eleştirel bir duruş sergileyen bir başka kesim daha oluştu. Böylece boykotun temel amacını aştı, toplum içi ayrışmalar daha da derinleşti.
Hal böyle iken burada dikkati çekmek istediğim esas mesele boykotun doğasıdır. Psikolojik olarak hiçbir boykot tamamen "rasyonel" değildir. Her boykotun ardında ahlaki motivasyon kadar duygusal boşalım, öfke transferi ve sembolik aidiyet arayışı da yer alır. Ancak burada dikkat edilmesi gereken nokta şudur: Diğerinin boykotunu kendi değer sistemimize göre ölçerken, boykotun ahlaki boyutunu da göz ardı etmemeliyiz. Boykot davranışı kolayca fanatizm tuzağına düşebilir. Grup içi aidiyetin yoğun hissedildiği durumlarda birey, kendi pozisyonunu kutsallaştırma eğilimine girer.
Boykotun referans noktası etik ve ahlak olmalıdır. Ancak bu davranışı tarafgirliği pekiştirmek amacıyla kullanmak etik dışıdır ve boykotun öz doğasından sapmaktır. Ahlaki motivasyonlarla hareket eden birey kendi konumunu da sürekli sorgulamak zorundadır:
"Bu boykotu gerçekten adalet için mi yapıyorum, yoksa sadece kendi grubumu yücelttiğim bir gösteriye mi dönüştürüyorum?"
"Dünyanın gözü önünde kadın ve çocuklara zulmeden işgalcilerin mallarını boykot etmeyip, bir de buna karşı çıkarken; yerli ve milli ürünleri boykot etmek, etmeyenleri dışlamak ne kadar ahlaki?"
"Boykotun temel yapı taşları olan etik ve ahlak açısından neredeyim?"
"Bu gerçekten bir boykot mu, yoksa kutuplaştırma hareketinin bir parçası mıyım?"
Politizasyon: Rasyonelliğin celladı
Aldığımız her haber, her bilgi, bilimsel bir araştırma ya da gündelik bir tüketim tercihi bile artık "hangi cenahtan" geldiğine göre değerlendiriliyor. Bu durumu sadece çağımıza özgü bir sorun olarak değerlendirmek, insan doğasını anlamamaktır. Evet günümüzde iletişim araçlarının artmasıyla enformasyon daha geniş kitlelere ulaşmakta ve değerlendirmeler daha fazla etki altında kalabilmektedir. Ancak aşırı siyasallaştırma, artık güç odaklarının kitleler üzerinde kullandığı etkili bir silaha dönüşmüştür.
Gustav Le Bon, Kitlelerin Psikolojisi adlı eserinde aynı amaç çevresinde birleşen grupların mantık düzeyinin benzer şekilde işlediğini belirtir. Bir iş adamı ile bir zanaatkârın, bir hekim ile bir manavın olaylar karşısındaki değerlendirmelerinin benzer olabileceğine dikkat çeker. Bu bağlamda, günümüzde güç odaklarının kitleleri daha kolay manipüle edebildiğini ve yanlış enformasyonla yönlendirme amacının giderek daha belirgin hale geldiğini görmekteyiz.
İşte tam bu noktada bireysel sorumluluğumuz devreye giriyor. Enformasyonun ve kitle psikolojisinin etkisinde karar verdiğimizi kabul etmek, özgür düşünen bir özne olmanın ön koşuludur. Aksi takdirde birey, çoğu zaman kendi siyasi kampının duygusal rezonansına göre hareket eden bir "taraftar" a dönüşür.
Kutuplaşmış toplumlarda insanlar bilgiyle değil, kimlikleriyle düşünür. Dezenformasyonla şekillenmiş ideolojik pozisyonlar, bireylerin eğitimden sağlığa, ekonomiden teknolojiye kadar birçok konuda neyi seçeceğini belirleyen bir filtreden ibarettir. Birey kendi politik kimliğiyle çelişen bilgiyi tehdit olarak algılar ve rasyonel değil, savunmacı tepkiler verir. Bu durumda kimlik koruyucu bilişler bizim dostumuz değil; düşünsel düşmanımız haline gelir.
Bu problem modern çağda başlamadı ama etkileri artık daha yoğun hissediliyor. Çözüm bu dezenformasyon etkisini fark etmek ve bireyin kendi iç dünyasında etik ve ahlak çizgisini sürekli olarak kontrol etmesinden geçiyor. Ve ayrıca tutarlılığımızı yeniden inşa etmekten...
Zihin dünyamızda tutarlılığı yeniden inşa etmek
Sosyal psikolojide tanımlanan temel atıf hatası, bireyin benlik değerini korumak için iyi sonuçları kendine, olumsuz durumları ise dış faktörlere atfetmesiyle ilgilidir. Bu mekanizma, sadece bireysel değil; gruplar düzeyinde de işler. Grup başarılarını sahiplenip başarısızlıkları "öteki" ne atfetmek, kutuplaşma ve kimlik politikalarının psikolojik altyapısını oluşturur.
Kutuplaşmanın bireysel rasyonaliteyi aşındırdığı, karar alma süreçlerini grup aidiyetine esir ettiği bir toplumda çözüm; bireyin kendisini tanımasından, taraftar kimliğiyle yüzleşmesinden ve tutarlılığını yeniden inşa etmesinden geçer. Bu niyet kişinin kendi içsel gayretiyle başlayacak psikolojik müdahalelerle mümkündür.
Medya okuryazarlığı, dijital farkındalık, dezenformasyonla başa çıkma becerileri ve metabilişsel farkındalık (düşünmeyi düşünme) bu sürecin araçlarıdır. "Biz" duygusu sorgulanmadan ve eleştirilmeden yaşandığında dogmalaşır. Bu dogmalaşmayı engellemenin yolu, bilişsel esneklik kazanmaktan geçer. Kimlik içi eleştiriyi meşrulaştırmak ve cesaretlendirmek de bu sürecin vazgeçilmezidir. Bilişsel esneklik, bireyin farklı bakış açılarını değerlendirme, kendi pozisyonunu sorgulama ve çelişkilerle baş etme kapasitesini artırır. Oysa kutuplaşma bu esnekliği zayıflatır.
Ezcümle; boykot bir vicdan çağrısıdır. Ancak unutulmamalıdır ki, vicdan sessizdir ve çoğu zaman kolektif öfkenin ifadesidir. Karar kalabalıklar içinde sloganlarla değil, yalnızken market rafının önünde verilir. Ve dikkat! Öfke haklı olsa bile, yönü doğru değilse adalet yaratmaz, yalnızca yeni kutuplaşmalar üretir...
aliruhan.celik@kocaelisaglik.