Yalanı bir stratejik silah olarak kullanan kesimlerin yeni çalışma sahası göçmenler. Kaos amaçlı paylaşımlar, ajanslar marifetiyle üretilen senaryolar, çekilen kısa filmler, montajlı görüntüler, sahte istatistiklerle toplumun sinir uçlarına dokunuluyor. Hakikat yalan ile gölgeleniyor, kardeşliğimiz hedef alınıyor.
Aslan Değirmenci / Uluslararası Medya Enformasyon Derneği Başkanı
Yalan haber ve medya manipülasyonu günümüz dünyasının en önemli sorunlarının başında geliyor. Konuya derinlemesine baktığınızda sadece "yalan haber" enstrümanıyla; iktidarların değiştirildiğine, seçim sonuçlarının etkilenmeye çalışıldığına, ülke yönetimlerine el konulduğuna, savaşlara zemin hazırlandığına, ayaklanmalara gerekçe üretildiğine, yüz binlerce insanın katledildiğine ve nice itibar cinayeti işlendiğine şahit oluyoruz. Bu denli önemli bir soruna parantez açmak, çözüm önerileri sunmak, önlemler almak hepimizin sorumluluğu. Öyle ki son süreçte yalanı bir stratejik silah olarak kullanan kesimlerin yeni çalışma sahası göçmenler oldu. Kaos amaçlı paylaşımlar, ajanslar marifetiyle üretilen senaryolar, çekilen kısa filmler, montajlı görüntüler, sahte istatistiklerle toplumun sinir uçlarına dokunulmaya başlandı. Hakikat sürekli yalan ile gölgelenerek kardeşliğimiz hedef alındı.
Mülteciler sayı değildir
Öncelikle altını çizmeliyim ki, göç bir suç değil, bir insanlık meselesidir. Medya ve kamuoyu önce göçmenleri iyi anlamalı, sonra iyi anlatmalıdır. Göçmenler, tüm zorlukların ve kötülüklerin içinden çıkmış mağdur insanlardır. Bunu vurgulamak, göstermek ve anlatmak medyanın en temel görevlerinden biridir. İnsan onurunun esas olduğu her noktada medyaya görev düşmektedir. Hemen herkes, göçmenler hakkında her türlü yargılamayı yapmaktadır. Ancak bu seslerin arasında göçmenlerin sesi duyulmamaktadır. Bu sesin duyurulmasını sağlamak medyanın görevidir. Göçmenlerin de seslerinin, hislerinin ve bunlar ile birlikte temsil edilebilmelerinin önü açılmalıdır. Onların önü açılmadıkça kötülüğün önü açılıyor, algı operasyonları ile gündem zehirleniyor. Göçmenler sayılarla, yığınlaştırılan bir üslupla ele alınıyor, maalesef insan haklarının öznesi olarak görülmüyor. İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi'nin 14. Maddesinde yer alan "Herkesin zulüm altında başka ülkelere sığınma ve sığınma olanaklarından yararlanma hakkı vardır" hükmü yok sayılıyor. Göçmenlerin varlığı ve iyilik içinde olabilmeleri konusundaki her türlü girişim, çaba hedef alınıyor.
Kirli algı operasyonları
Son süreçte ise daha tehlikeli bir oyun sahneye konulmuş durumda. 7/24 adeta düğmeye basılmış gibi sığınmacılar ve göçmenler üzerinden algı operasyonu yürütülüyor. Vatandaşlar ve sığınmacılar karşı karşıya getirilmeye çalışılıyor. Özellikle sosyal medya mecrasından yayılan yanlış ve manipülatif bilgilerle kitleleri etkilemeyi amaçlayan kimi gruplar, göçmen ve sığınmacıları hedef göstererek planlı bir oyunu ortaya koyuyor. Bir nefes alıp, gerçeklere odaklanalım:
Ülkemizde yaklaşık 5.5 milyon yabancı bulunuyor. Hepsinin biyometrik verileri GöçNet sisteminde tutuluyor. Sürekli rakamları manipüle ederek kamuoyunu yanıltanların aksine, Türkiye'de toplam 5 milyon 500 bin 690 yabancı bulunuyor. Bunun içinde Suriye iç savaşı sebebiyle ülkemize sığınmış 3 milyon 762 bin 686 geçici koruma altında Suriyeli bulunuyor ve bu rakam 2017'den bu yana artmıyor. Türkiye'nin doğru politikaları sayesinde son 5 yılda toplam 2 milyon 602 bin 925 düzensiz göçmenin ülkeye girişi engellendi. İdlib, Zeytin Dalı Harekatı, Fırat Kalkanı Harekatı ve Barış Pınarı Harekatı bölgelerinde toplam 6 milyon, sınırın İran tarafında ise 2 milyon olmak üzere toplam 8 milyon göçmenin akımı durduruldu. Türk vatandaşı yapılan 200 bin 950 Suriyelinin 47 bini Türkmen'dir. 101 bin 995 Ahıska Türkü, 17 bin Afganistan Türkü, 6 bin 787 Uygur Türkü de vatandaş yapılmıştır. 2 bin Uygur Türkünün vatandaşlık süreci ise devam ediyor... 2016 yılından bu yana toplam 1 milyon 463 bin 272 düzensiz göçmen ve sığınmacı Türkiye'den ayrıldı. Rakamlara göre; 323 bin 859 kişi geri gönderildi, 497 bin 926 kişi gönüllü geri döndü, 641 bin 487 kişi ise Avrupa'ya geçti. Ülkemiz, 1951 tarihli BM Mültecilerin Hukuki Statüsüne İlişkin Cenevre Sözleşmesi'ni "coğrafi kısıtlama" ile kabul etmiştir. Buna göre Türkiye, AB ülkelerinden gelenler hariç kimseye "mülteci" statüsü vermemektedir. AB ülkeleri dışından gelenler, "şartlı mülteci" olarak tanımlanmaktadır. Bu kişilere "geçici koruma" statüsü verilmekte ve üçüncü bir ülkeye yerleştirilinceye kadar koruma sağlanmaktadır. Şartlı mülteci: Avrupa dışında meydana gelen olaylar nedeniyle, mülteci tanımındaki şartlara haiz olduğunu iddia ederek, üçüncü ülkelere iltica etmek üzere Türkiye'den uluslararası koruma talebinde bulunan kişidir. Kısacası; kamuoyunu manipüle etmek isteyenlerin ileri sürdüğü gibi Türkiye'deki Suriyelilere veya Avrupa dışından gelenlere "mülteci" statüsü verilmemiştir.
Birliğimiz hedef alınıyor
Psikolojik harekât ve Hitler'in yalan stratejisini günümüze taşıyanların perdelediği bir başka gerçek ise insanların neden Suriye'den Türkiye'ye göç ettiği meselesidir.
İnsanların Suriye'den Türkiye'ye göç etmesinin nedeni, yaşadıkları yerlerin çatışma bölgeleri haline gelmesiydi. Bu gerçek sürekli yok sayılıyor. Yerleşim yerlerinin çatışma bölgesi haline gelmesinin ana sebepleri: Esed rejiminin katliam ve zulümleri, terör örgütü DEAŞ'ın saldırı ve zulümleri, terör örgütü PKK-PYD/YPG'nin saldırı, zulüm ve asimilasyon çabalarıdır.
Bu durumda Türkiye'nin önünde iki seçenek belirmiştir. Birincisi insanları DEAŞ, PKK-PYD/YPG ve Esed'in katletmesine seyirci kalmak. İkincisi ise insanların hayatını kurtarmak. Türkiye, bu durumda insanların hayatlarını kurtarmayı tercih etmiş, kapılarını mazlumlara açmıştır. Açmasa mıydı? Türkiye ayrıca, kimyasal katliam, DEAŞ ve PKK-PYD/YPG saldırıları gibi acil durumlarda tahliye operasyonları gerçekleştirmiş ve mağdurları kurtararak geçici korumaya almıştır.
Bununla da yetinmeyen Türkiye, çatışma bölgelerini terörden temizleyip göçün ana sebebini ortadan kaldırma kararı aldı ve askeri operasyonlara başladı. Bu kapsamda; Fırat Kalkanı, Zeytin Dalı, Barış Pınarı ve Bahar Kalkanı Harekâtları başlatıldı. Harekat bölgelerinde toplam 6 milyon, sınırın İran tarafında ise 2 milyon olmak üzere toplam 8 milyon göçmenin akımı durduruldu. Ayrıca Türkiye tarafından güvenliği sağlanmış 13 bölge için; 250 bin konut yapımı, iş alanları, sanayi tesisleri, tarım ve hayvancılık tesislerini de kapsayan proje hazırlandı. Bu proje uluslararası yardım fonları tarafından finanse edilecek. Milli bütçeden yapılmayacak. Proje kapsamında 1 milyon Suriyelinin gönüllü geri dönüşü sağlanacak. Çalışmaların da sonuna gelinmiş durumda.
PKK yıkımları ve zorunlu göç
Burada bir parantez açmak isterim; PYD/YPG terör örgütü, faaliyette bulunduğu Suriye'nin kuzeyinde kendisine muhalif gördüğü kişileri kaçırmış, alıkoymuş veya infaz etmiştir. Terör örgütünün bu eylemleri, muhtelif insan hakları organizasyonları tarafından yayımlanan raporlarda ortaya konmuştur. Suriye İnsan Hakları Ağı'nın (SNHR), Ocak 2016'da yayımladığı raporda, PYD/YPG'nin birçok katliam gerçekleştirerek bölgede etnik temizliğe varan insan hakları ihlallerinde bulunduğu vurgulanmıştır. Raporun yayımlandığı tarihe kadar 51'i çocuk, 43'ü kadın ve işkence altında hayatını kaybeden 16 kişi dâhil olmak üzere en az 407 sivilin PYD/YPG tarafından öldürüldüğü ifade edilmiştir. Aynı rapora göre, Ocak 2016 tarihine kadar bin 651 kişi alıkonulmuş ve birçok şahsın akıbetinin ne olduğu öğrenilememiştir. Raporda; PYD/YPG'nin siyasi rakiplerini etkisiz hale getirmek maksadıyla bu yöntemin kullanıldığı vurgulanmıştır. Öyle ki; bazı partilere mensup kişiler alıkonulmuş, darp ve infaz edilmiştir. İnsan Hakları İzleme Örgütü'nün (HRW), Haziran 2014'te yayımladığı "Under Kurdish Rule: Abuses in PYD-Run Enclaves of Syria" başlıklı raporda da; PYD/ YPG terör örgütünün siyasi açıdan kendisine rakip gördüğü kişilere yönelik alıkoyma, kaçırma ve infaz gibi uygulamaları sıklıkla gerçekleştirdiği vurgulanmıştır. PYD/YPG terör örgütünün etkin olduğu bölgelerde, çok sayıda Arap ve Türkmen'in yanı sıra Süryani, Ermeni vb. etnik gruplar da bulunmaktadır. Ele geçirdiği topraklarda kendi hâkimiyetini sağlamaya çalışan terör örgütü, bölgede yaşayan insanları zorunlu göçe tabi tutmakta, bazı yerleşim yerlerini yıkarak demografiyi değiştirmektedir.
SNHR tarafından Ocak 2016'da hazırlanan raporda; PYD/YPG'nin yerleşim yerlerine girerek, buraları yağmaladıkları, Kürt nüfusun olmadığı yerlerde etnik temizlik yaptıkları, evlerin yakılıp yıkıldığı ve insanların göçe zorlandığı vurgulanmıştır. Rapora göre; çoğunluğu Arap, on binlerce insan PYD/YPG tarafından yerinden edilmiş, düzinelerce köy yıkılmıştır. Tüm bu eylemlerin, Roma Sözleşmesi 8. maddesi gereğince; savaş suçu, insanlığa karşı işlenmiş suç olduğunun ve yerleşik uluslararası insan hakları hukukunun ihlali anlamına geldiğinin altı çizilmiştir. SNHR tarafından hazırlanan rapora göre; 9 yerleşim yerinin tamamı yıkılmış ve sakinleri yerinden edilmiş, 19 köy ise parçalı olarak yok edilmiş, istenmeyen kişiler buralardan sürgün edilmiştir. Bunun yanı sıra; PYD/YPG terör örgütü ele geçirdiği köylerde; etnik temizlik yapmak maksadıyla tehdit ve şiddet yoluyla Kürt olmayan nüfusu yerlerinden etmektedir. SNHR tarafından hazırlanan rapora göre; en az 49 yerleşim yerinden on binlerce insan sürgün edilmiştir. PYD/YPG terör örgütü; 26 Mayıs 2015'te Haseke'nin güneyindeki 26'dan fazla köyde yaşayan insanlara bu köyleri boşaltmaları için 24 saat verdiğini duyurmuştur. Bu köylerden birinde yaşayan bir tanığın raporda yer alan ifadesine göre; PYD/YPG'li teröristlerin köye gelmelerinden itibaren Araplara yönelik saldırgan tutum içerisinde bulunulmuş, (sözde) Kürdistan'da Araplara ve Türkmenlere yer olmadığı söylenmiş ve birçok ev teröristlerce yakılmıştır. Raporda yer alan bir diğer örnek olay ise; Şubat 2015'te Haseke'de bulunan 100 Türkmen ailesinin keyfi tutuklamalar ve çeşitli işkencelerle yerlerinden edilmesine ilişkindir. Söz konusu aileler, evlerini terk ederek Türkiye'ye sığınmıştır. Uluslararası Af Örgütü'nün (Amnesty International ) Ekim 2015'de görgü tanıklarının ifadeleri, uydu görüntüleri ve uzman gözlemlerine dayanarak yayımladığı "Gidecek Başka Yerimiz Yok" (We Had Nowhere Else to Go) başlıklı raporda da; PYD/YPG terör örgütünün işlediği etnik temizlik, sürgün ve yıkım suçları ortaya konmuştur. Tel Hamis kırsalında yer alan Arap Köyü Hüseyniye'de yapılan incelemeler ve yıkım sonrası geride kalan köylülerle gerçekleştirilen görüşmeler raporda yer almıştır. Köyün, Haziran 2014 ve Haziran 2015 tarihlerindeki durumları uydu fotoğrafları ile karşılaştırmalı olarak ortaya konulmuş ve 225 binalık köyün 1 sene içerisinde yüzde 94'ü yıkılmış sadece 14 binanın ayakta kaldığı tespit edilmiştir.
Raporda yer alan tanık ifadesinde; 22 Temmuz 2015 günü Suluk'un 35 km güneyinde Asaylem köyüne gelen PYD/YPG'li teröristlerin, DEAŞ kontrolündeki en yakın alana 17 km mesafe olmasına rağmen, köylülere güvenlik sebebiyle köyü boşaltmaları gerektiği ama üç gün sonra geri dönebileceklerini belirttiği ancak geri dönen köylülerin köydeki 103 evden 100'ünün yıkıldığını gördükleri belirtilmiştir. PYD/YPG terör örgütünün, el-Ghbein, el-Maghat, Rneen, Mela Berho, Abdi Koy, Tel Diyab, Suluk ve Hammam el Türkmen köy/kasabalarında yaşayanları tehdit ederek bu bölgeleri boşaltması da rapora yansıyan detaylar olarak karşımıza çıkmaktadır
Peki sürekli olarak sığınmacılar üzerinden provokasyon deneyenler, terör örgütü PKK'nın bu katliamlarına ve yıkımlarına neden sessiz kalmışlardır?
@aslandegirmenci