Bugün sosyolog, antropolog, tarihçi ve psikologların yer aldığı akademik perspektiflerin 15 Temmuz'u tarihsel, ekonomik ve teolojik boyutlarını ihmal etmeden sahici bir soğukkanlılıkla ele alıp durum değerlendirmesi yapması ve toplumu olası tehlikeler karşısında uyarması gerekir. Hasar hem çok hem de fazlasıyla derindir. İlahiyatçılar dini hayatın sahih evrenini yeni bir cehtle arındırmaya yönelirken toplumun epistemolojik evrenini olabildiğince kirleten bir dünya görüşüyle de karşılaşmak, yüzleşmek ve hesaplaşmak zorundadır.
Dr. Necdet Subaşı / Yazar
15 Temmuz başarısız darbe girişiminin üzerinden beş tam yıl geçti. Sosyal bilimciler, medya operatörleri ve gazeteciler kadar konuyu kendilerine dert edinmediler, ama durumun önümüzdeki yıllar için herkesin önüne devasa sorunlar bırakacağı ortada. Aslına bakılırsa hemen her konuda sıkça tanıklık edildiği gibi Türk sosyal bilimcilerinin toplumsal sorunların kökleri, işleyişi ve giderilmesine ilişkin olarak inisiyatif geliştirme söz konusu olduğunda ciddi bir çekingenliği ve kuşkusuz buna bağlı olarak da işleyen bir gecikmişliği var. Öte yandan geçen süre zarfında darbeyi sürekli gündemde tutma çabası içinde olan medyanın da sözüm ona bütün çeşitliliğiyle (konuya eğilirken bile) mevzuyu anlamaktan çok onu olabildiğince karartmaktan hatta görünmez kılmaktan daha öteye gidemeyen bir tür çaba içinde olduğu da sıklıkla gözlenmiş oldu.
15 Temmuz 2016'da Fetullah Gülen 30 yılı aşkın gizli ve bir o kadar da hummalı bir hazırlığın ardından önderlik edip giriştiği silahlı darbede bilfiil başarısız oldu. Yaygın kamuoyu bilgisi, gerçekleştirilmeye çalışılan darbenin arkasında bizzat kendisinin olduğu yönündedir. Darbeciler 15 Temmuz gecesi devlete ve onun meşru yöneticilerine karşı topyekûn huruca kalkıştıklarında aslında ülkenin önde gelen pek çok kurumu da çoktan "ele geçirilmiş", "zapt edilmiş" ve "yeni bir düzenlemeye hazır" hâle getirilmişti. Hemen her kuruma önce sızmayı sonra da gizli bir müfredat eşliğinde bu birimleri de kendi tahayyüllerine uygun bir şekilde yapılandırmayı amaçlayan örgüt, süreci tamamlamaya yönelik adımlarının bir sonucu olarak 15 Temmuz gecesi kapsamlı bir saldırı harekatıyla darbe girişiminde bulunmuş, ancak sonuç hüsranla neticelenmişti.
Baştan sona sır topluluğu
Bugün ortaya çıkan veriler ve geçmişten günümüze yaşanan tanıklıklar dikkatle takip edildiğinde öteden beri bir cemaat olarak toplumun önünde varlığını sürdürdüğü iddiasında bulunan bu yapının gerçekte baştan sona bir sır topluluğu olarak kendini şekillendirdiği söylenebilir. Kabul etmek gerekir ki eylemin kodları, örgütün işleyiş biçimi ve üretilen dilin söylemsel yapısı hakkında henüz hemen herkesi tatmin edecek nüfuz edici bir çıktıdan söz etmek hâlâ zordur. Mevcut sırrın faş olduğu söylenemez ancak sonuç itibariyle bu kalkışmaya katılan aktörlerin devlete, millete ve siyasi otoriteye dönük kapsamlı bir müdahale arzusuyla motive olduğunda hiçbir şüphe yoktur. Öyle anlaşılıyor ki isyancılar arzu ettikleri şekilde amaçlarına ulaşabilseydi, Türkiye bu topraklarda yaşamayı hiçbir zaman kendisi için külfet olarak görmeyen herkes için farklı boyutlarda birer cehenneme dönecekti.
Toplumun kahir ekseriyeti tarafından dinî bir yapı görünümüyle kabul edilen bu örgütlenmenin gerçekte hem seküler hem de oldukça oldukça gizemli bir dayanışmanın ürünü olduğu sayısız pek çok örnekle kanıtlanmıştır. Cemaatin en başta toplumun belli başlı sivil toplum örgütlerine nüfuz etme çabası ve yine devletin gelenekli tüm yapılarına sirayet etme gayreti artık fazlasıyla afişe olmuş durumdadır. Gülen'in ustaca üretilip icat edilmiş maddi ve manevi karizması etrafında buluşan sivil ve askerî unsurlar, belli bir hazırlık evresinden sonra devleti zapt etme ve bu minvalde yeni bir düzeni devreye sokma konusunda içsel bir mutabakata sahiptiler. Bu bağlamda olayın sadece ulusal sınırlarla yetinmeyen aksine uluslararası kontakları da içinde barındıran devasa hacmi hakkında pek çok şey söylenebilir. Öte yandan ülkenin yerleşik ve mahrem kodlarını sırlı bir strateji içinde tedâvüle sokma adına hiçbir sınır tanımadıkları da fazlasıyla açık bir nokta olarak görülüyor.
Gülen hareketini sosyolojik anlamıyla bir toplumsal hareket olarak değerlendirmek aceleci bir çıkarım olacaktır. Uzunca bir süre pek çok kişiye özgün bir hareket gibi görünen şey aslında kendine mahsus bir örgütsel yapılanma olarak değerlendirilmelidir. İlk ortaya çıktığı andan itibaren özellikli yapılanmasıyla ister bireysel ister toplumsal olsun hemen her düzeydeki üyelerini örgütsel bir çerçeve ve bağımlılık zinciri içinde tutma hususunda inanılması güç bir aktivasyondan, enerji ve tahkimden söz etmek daha doğru olacaktır. Bugün en alt düzeydeki üyesine kadar yüklenilmiş nitelikli ketumluk yukarılara doğru çıkıldıkça daha derin bir karakter inşa ve düzeneğini gündeme getirmektedir.
Gülen'in uzunca bir süredir başında yer alarak yönettiği bu sürecin artık başarısız bir darbe girişimiyle akamete uğramış olması, onun ve etrafındakilerin hangi toplumsal yapı ve sermaye üzerinden iş gördüğü gerçeğini göz ardı etmeyi hiçbir şekilde haklı kılmaz. Aksine tam da bu noktada her şeyi sil baştan ele alıp masaya yatırmak ve bu türden "cemaat" örgütlenmelerinin yapısını, bu yapılara sirayet eden niyet ve yönelimleri dikkatle ele almak ve incelemek gerekir. Bugün bu bağlamda isim ve adres değiştirerek amiyane tabirle kılık değiştirerek yeniden hayata dahil olma çabası içinde olan belli başlı organizasyonların şehvetle yöneldiği hedefleri de dikkatle izlemek, niyet ve beklentilerini keşfetmek, dahası toplumsalın derin duygularına müdahale etme çabası içinde kendini var eden hemen her kuruma aklın ve kalbin gerektirdiklerini ihmal etmeden göz atmak gerekir.
Derin kuşku batağı
Bugün sosyal bilimler arasında yer alan ve başta sosyolog, antropolog, tarihçi ve psikologların yer aldığı akademik perspektiflerin olayın tarihsel, ekonomik ve teolojik boyutlarını ihmal etmeden sahici bir soğukkanlılıkla durum değerlendirmesi yapmaları ve toplumu olası tehlikeler karşısında uyarmaları gerekir. Kuşkusuz yeni durum eskisinden bir hayli farklıdır. "Fetullah Gülen Hareketi"nin sahaya sürdüğü darbeci unsurlar üzerinde çalışmak önemli ve değerlidir, ancak bir o kadar da yarım kalmış ve akamete uğramış darbenin ortaya çıkarabileceği artçı sarsıntı ve saldırılara da dikkat etmek gerekir. Toplum zihnen yorulmuş, güven duygusu aşındırılmış, insan üzerine yatırım yapan belli başlı toplumsal hareketlerin her biri gayet makul sayılabilecek gerekçeler eşliğinde resmen derin bir kuşku batağına çekilmiştir.
Gülen'in sonu darbeyle neticelenen eyleminin nasıl olup da bu coğrafyada kök salma cesareti gösterdiği üzerinde de bilhassa durmak gerekir. Son tahlilde karma bir dinî muhayyile ve eklektik bir örgütlenme modeliyle toplumun verili dünyasını rehin alma çabası içindeki bir girişimin bu coğrafyada hangi müktesebattan beslendiği ve sözüm ona serüveninin hangi güzergâhlarda ilerlediği sosyal tarihçi, sosyolog ve psikologların bizatihi ilgi alanına girmektedir.
Gülen'in "örgütlü dinsel yapı" deneyimi her şeyden önce teolojik bir arka plandan beslenmekte ve en başta Said-i Nursi külliyatının üzerine oturduğu dinî ve entelektüel sermayeyi cömertçe kullanmaktadır. Cumhuriyet'in ve modernleşme politikalarının daha güvenliksiz alanlara savurduğu Türk Müslümanlığı Gülen'in rahatlıkla üzerinde dolaşabildiği sosyolojik bir parkur ve coğrafya olarak dikkat çekmektedir. Bu zeminde gündelik hayatı deruhte eden dinî söylemlerin her birinde içkin olan fıkhi, kelami ve tasavvufi unsurların Gülen tarafından ihtiyatlı bir kullanım içinde kendi hareketine dahil edildiği bir gerçektir. Türkiye Müslümanlığının ilmihal dindarlığıyla ve yüksek prestijli bir aidiyet atmosferinde ilerleyen olağan yapısı pek çok kişi ve kurumun lakaytlığı, ilgili müesseselerin gerçekliğin yönünü göz ardı eden gayretkeşliği içinde berhava edilmiş ve maalesef Türkiye'de dinî hayat biri laik ve seküler saldırılarla diğeri de Gülen ve onun gibilerin bildik manipülasyon ve atraksiyonlarıyla esaslı bir altüst olma süreci yaşamıştır. Bugün artık dinî referans bölgeleri hakkında söz alırken mevcut bilgi kirliliğini aşarak yeni ve sağlıklı analizler yapmak için kurumsallaşmış cesaret kaybıyla baş etmek gerekir.
Toplumun kendine öteden beri mesafeli birkaç temel noktada usturuplu istismarlara alenen açık olduğu bu darbe girişimiyle birlikte çok açık bir şekilde netleşmiş oldu. Bunlar devletle bir türlü gevşemeyen soğukluk, eğitim alanında hemen herkesi komplekse sürükleyen geride kalmışlık, din alanında manevi tatmin konusunda sıkıntı yaşayan bir maneviyat kaybı ve gizemliliği yücelten kendine özgü bir züht hayatına duyulan zaaf şeklinde sıralanabilir.
Gereksiz çeperler
Devlet, modernleşme süreçlerinin daha en başında toplumla kendi arasına kurduğu gereksiz ve mesnetsiz çeperlerle milletin dışında bir yerde konuşlanmayı tercih etti. Devleti bütün kurumlarıyla büyük milletten koparan bu mesafe hemen her türden dini ve siyasi projenin aşmaya yeltendiği yeni bir mania olarak görüldü. Sol, devleti her durumda reddedilmesi gereken bir yapı olarak görürken gerekçelerini bilinen soğuk ve buyurgan örneklerden devşirdi. Sağ ise devlete soğumamakta direndi ancak söz konusu örgüt her şeye rağmen varlığı derinlemesine hissedilen bu bilindik mesafeyi hem devletin hem de milletin aleyhine kullanabilecek güçlü bir sızma çabasıyla örtbas etmeyi başardı. İslamcı söylemin devletle zaman zaman el tutuşan fikriyatı örgüt tarafından her zaman ayrıcalıklı bir teyakkuz alanı olarak kodlandı.
Eğitim ve başarı orta halli Anadolu insanının hiçbir zaman iflah olmayacak bir zaafıydı. Başarı ve yüksek makamlara erişme çabası gündelik hayatta en çok takdir edilen çabalar arasında önde geleniydi. Sınıf atlamak, daha müreffeh bir dünyaya dahil olmak, toprağa bağımlı bir yaşama üslubundan kurtulmak herkes için peşinden koşturulabilir bir hedef sayılırdı. Örgüt, hemen her aileye ulaşmayı başaran örgütlü eğitim kurumlarıyla bu zaafı sözüm ona başarıyla taçlandıracak atılımlarıyla herkesin diline düşmeyi ve ilgi görmeyi başardı. Sonuç tabii ki milyonlarca insan için gerçek bir aldatılmışlıkla tanımlanabilecek noktalara kadar erişti.
Laik hassasiyetler
Devletin din alanının gündelik hayattaki akışkan tabiatına karşı herkes için sorunlu sayılabilecek vaziyet alışı ülkede birbirinden bağımsız bir şekilde örgütlenen dini yapılar tarafından telafi edilemez bir inanç kargaşasının önünü açtı. Devletin laik hassasiyetlerle koruduğu mesafe, dini yapı ve cemaatlerin yer yer telafi yer yer de yeniden inşayla sonuçlanabilen dini hayat atakları örgütün daha sistematik ve en çok da sıra dışı bir din diliyle ortaya koyduğu yeni bir tatmin formunu devreye sokmasına yol açtı. Etraftaki varlık savaşımı içinde çaba gösteren cemaatlerin birbirleriyle olan rekabetinden güç devşiren örgüt, onların gücünü tasfiyeye yönelmekle yetinmeyip devletin din alanında arkaladığı resmi dini yapıları da işlevsizleştirme konusunda pek çok hamlenin sahibi oldu. Böylece örgüt, din dilinden dini söylemlere, maneviyat göstergelerinden dini hayatın prototiplerine kadar hemen her alana sirayet eden yayılmacı siyasetiyle coğrafyanın hemhal olduğu dini evreni köktenci bir şekilde yerle bir etmeyi kendi amaçları arasında saydı.
Bugün yaralar sarılmayı beklemektedir. Hasar hem çok hem de fazlasıyla derindir.
İlahiyatçılar dini hayatın sahih evrenini yeni bir cehtle arındırmaya yönelirken toplumun epistemolojik evrenini olabildiğince kirleten bir dünya görüşüyle de karşılaşmak, yüzleşmek ve hesaplaşmak zorundadır.
@darulmedya