Hakikat, tüm insanlığın doğruluğundan emin olduğu şey değil, medyayı elinde bulunduran gücün doğru olduğunu düşündüğü şey hâline geliyor. İşte bu nedenle ABD'de Demokratları desteklerken dezenformasyonla mücadele için davet ettikleri ve milyonlarca dolar ödedikleri teyit kuruluşlarını, Cumhuriyetçi iktidar döneminde “sansürcü, ifade özgürlüğü düşmanı” olarak suçlayıp kovduklarını Zuckerberg açıkça itiraf etti.
Doç. Dr. Selman Selim Akyüz/ Selçuk Üniversitesi Kurumsal İletişim Koordinatörü & İletişim Fakültesi Öğretim Üyesi
Kitle iletişim ekosistemi, son 30 yılda köklü değişiklikler yaşadı. İlk başlarda pek de ciddiye almadığımız internetin ardından mikrobloglar, yani sosyal medya platformları ortaya çıktı ve eğlenceden haberlere kadar medya ürünlerinin tüketim alışkanlıklarında yıkıcı yenilikler oldu.İletişim araçlarının temel fonksiyonu haber vermek olduğu için bu alanda yaşanan kırılmalar insanların hayatında önemli değişimlere yol açtı. Geleneksel medyada içerikler profesyoneller tarafından üretiliyordu. Teknolojik araçlar ve sosyal medya ise pasif kitleyi birer üretici ve kullanıcıya dönüştürdü. Bu haberin hem üretimini hem de dağıtımını bilginin aleyhine olacak şekilde bozdu.
Evet, inanılmaz bir kaynak çeşitliliği imkânı ortaya çıktı. İfade özgürlüğü alanı alabildiğine genişledi ancak haberin en önemli özellikleri olan doğruluk ve netlik, haberi sadece maruz kaldığı kadarıyla bilen sıradan kullanıcıların elinde yavaş yavaş kaybolmaya başladı. Bu olgu, beraberinde kasıtsız yanlış bilginin yayılımını arttırdı ve sözlü kültürün hâkim olduğu çağlardan bu yana bilinen dezenformasyon kavramı da hayatımızın, daha doğrusu bilgiyle olan ilişkimizin merkezini işgal etmeye başladı.
Ocak ayının başında Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı tarafından düzenlenen 2. İletişim Şurası'nın temel tartışma alanlarından biri, enformasyon sistemindeki değişimle birlikte bilinirliği artan dezenformasyon kavramıydı. Alanda teorik ve uygulamaya dönük çalışmalar yapan bir akademisyen olarak hem böyle bir etkinliğin düzenlenmesinden hem de davet edilmemden memnuniyet duydum. Şurada iki gün boyunca insanların doğru bilgiye ulaşmasını engelleyen, kanaatlerini zehirleyen ve demokratik toplum yapısına zarar veren bu gerçekliğin nedenlerini, sonuçlarını ve dezenformasyonla mücadele yollarını ele aldık.
Şuranın hemen öncesinde ise ilginç bir gelişme yaşandı. Belki birçok kişinin farkına varmadığı, ancak bilgi ve haber ekosistemini yakından etkileyecek bir gelişme: Zuckerberg'in Facebook'ta yaptığı açıklama.
Google'da küçük bir arama yaptım. Türk medyasında bu açıklamaya çok az kaynak yer vermişti. Aslında yalnızca teyit platformlarıyla ilgili söyledikleri öne çıkmış olsa da Zuckerberg sosyal medyanın ekonomi politiği açısından oldukça önemli açıklamalarda bulunmuştu. Meta'nın patronu, özetle ve mealen şunları söylüyordu:
· Köklerimize döneceğiz; hatalarımızı en aza indirmeye, politikalarımızı basitleştirmeye ve platformlarımızda özgür ifadeyi yeniden sağlamaya odaklanacağız.
· Teyit girişimleriyle çalışmayı durduracağız. Platformlarımızdan sansürü kaldıracağız. Onlar zaten taraflıydı.
· Donald Trump ile birlikte Avrupa ülkelerinde bize uygulanan sansürle mücadele edeceğiz. Elon Musk'ın yaptıkları çok doğru, biz de topluluk notlarını getireceğiz.
Medyanın özgürlüğü ve tarafsızlığı konuları yüzyıllardır tartışılıyor. Sosyal medya da kullanıcılarına kendilerini özgür hissettirse de bir sahiplik yapısına, bu sahiplerin çıkarlarına ve ideolojik ya da politik yanlılıklarına sahiptir. Özellikle ABD'deki 2020 seçimlerinden bu yana sosyal medya platformlarının, iddia ettikleri gibi yalnızca birer aracı değil, içeriklere müdahale eden birer editör olduğu açıkça görülmüştür.
Trump'ın hesaplarının askıya alınması, bu tartışmaları zirveye taşımıştı. Tüm bunları bilmeme rağmen Zuckerberg'in açıklamalarını izlerken yine de şaşkınlığımı gizleyemedim. Uzun yıllar gazetecilik yapmış bir akademisyen olarak gördüğüm şey, Zuckerberg'in açık bir esaret altında olduğuydu. Trump'ın ikinci kez kazandığı seçimden önce Twitter'ın, Musk tarafından satın alınması ve seçim kampanyasının temel mecrası olarak kullanılması; Musk'ın, Zuckerberg'e sürekli şakayla karışık göndermelerde bulunması ve en sonunda Trump'ın "Meta, seçimlere müdahale ederse Zuckerberg hapisten çıkamaz" sözleri onu bu duruma sürüklemişti.
Biden kazandığında demokratlara teslim olmuş ve Trump'ın hesaplarını kapatmıştı. Trump kazanınca ise bu kez cumhuriyetçilere biat ederek Biden'ın Meta'yı kontrol etmeye çalıştığını, ve sansür uyguladığını iddia eden bir dizi açıklama yaptı. Tüm bunlar, uzun yıllardır dünyanın en özgür ülkesi olarak sunulan ABD'de yaşandı.
'İfade özgürlüğü' açmazı
İletişim Şurası'ndaki dezenformasyon oturumlarında söz bana gelmeden önce, platformların sorumluluklarının belirlenmesi ve kontrol edilmeleri gerektiğini söyleyenler oldu. Bunun üzerine şu gelişmeyi hatırlatmam gerekti: "Mesela Facebook ya da Instagram ile ilgili bir politika belirlemeye çalıştığınızda veya düzenleme talep ettiğinizde karşınızda onun biat ettiği Trump yönetimini, yani ABD'yi bulabilirsiniz" dedim.
Evet, geldiğimiz nokta bu. Dezenformasyonla mücadele etmek istiyorsanız sosyal medya şirketlerinin dezenformasyon tanımına uyarak mücadele etmek zorunda kalıyorsunuz. Çünkü sermaye, siyasi gücü yönlendiriyor; siyasi güç ise sermayeyi kontrol edebiliyor. Yanlış bilgi veya yalan haberlere ilişkin bir talepte bulunduğunuzda "Hayır, bu dezenformasyon değil, ifade özgürlüğü" yanıtını alırken bir gerçeği tüm dünya ortak bir sesle haykırdığında bile "Bu gerçek değil; bu dezenformasyon, terör propagandası." denilerek engellenebiliyorsunuz. Tıpkı Meta'nın Gazze konusunda takındığı tavır gibi...
Instagram'ın Filistin halkına yapılan zulmü ve HAMAS'a destek içeriklerini kaldırması nedeniyle bir süre erişime kapatıldığı dönemde yaşananlar, sosyal medyanın güçlülerin çıkarları doğrultusunda nasıl bir araç hâline dönüştüğünü açıkça göstermişti. Kurdukları reklam odaklı ekonomik imparatorluğun gücü sayesinde devletlerin manevralarından kolayca sıyrılabiliyorlar ve siyasi gücü de arkalarına alarak bugün de aynı sansür politikalarını devam ettiriyorlar. Filistin'de yaşanan insanlık dışı olayları belgeleyen fotoğraflar ya da Filistin halkının haklı mücadelesine destek mesajları, "topluluk kurallarını ihlal ettiği" gerekçesiyle kaldırılabiliyor. Bunun yanında Filistin'e dair herhangi bir paylaşım yapan hesaplar, hızlı bir şekilde kapatılabiliyor ya da erişimleri kısıtlanabiliyor. Önemsedikleri şey gerçekten topluluk kurallarıysa, yani bu platformları kullanan milyarlarca insanın ortak çıkarlarıysa, hemen hemen tüm dünya İsrail'in Filistin'e uyguladığı zulüm ve Gazzelilerin direnişi konusunda hemfikirdi. Ancak onların tam aksi yönde hareket etmesi, kamuoyunun ne düşündüğünün bu platformlar için bir önem taşımadığını açıkça ortaya koyuyor.
Hep güçlünün yanında
Meta'nın uyguladığı bu politikalar, sadece bir tarafın sesinin yükselmesine olanak tanırken diğer tarafın susturulmasına neden oluyor. Örneğin, İsrail devletine destek veren içerikler platformda geniş kitlelere ulaşabilirken işgal karşıtı mesajlar algoritmalar tarafından geri plana itiliyor. Bu da Meta'nın artık tarafsız bir sosyal medya platformu olmaktan çıktığını, her zaman güçlü olanın yanında yer aldığını ya da en başından beri böyle bir duruş sergilediğini düşündürüyor. Sosyal medya platformlarının bu tutumu, ifade özgürlüğünün sınırlandırılmasına ve dijital alanda tek taraflı bir anlatının hâkim olmasına yol açıyor.
Ve bu yayın politikasını uygulayan şirket; Amerika'nın ifade özgürlüğünün kalesi olduğunu, diğer ülkelerin ve kendi hükümetinin sansür uyguladığını iddia ediyor. Ayrıca artık insanları teyit mekanizmalarıyla sınırlandırmayacaklarını, yapılan paylaşımlarda yalan ya da yanlış varsa bunu kullanıcıların düzelteceğini söyleyerek özgürlüğün önünü açtıklarını öne sürüyorlar. Ancak "Topluluk Notları" olarak adlandırılan bu uygulamanın bir üyesi olarak özellikle politik konularda kullanıcıların gerçeği nasıl eğip büktüğüne defalarca şahit oldum. Bu durum, özgürlük ve hakikat kavramlarının, bu platformlarda nasıl manipüle edilebildiğini açıkça gözler önüne seriyor.
Hakikat, tüm insanlığın doğruluğundan emin olduğu şey değil, medyayı elinde bulunduran gücün doğru olduğunu düşündüğü şey hâline geliyor. İşte bu nedenle ABD'de demokratları desteklerken dezenformasyonla mücadele için davet ettikleri ve milyonlarca dolar ödedikleri teyit kuruluşlarını, cumhuriyetçi iktidar döneminde "sansürcü, ifade özgürlüğü düşmanı" olarak suçlayıp kovduklarını Zuckerberg açıkça itiraf etti. Teyit girişimlerinin dezenformasyonu yüzde 100 engellediği, tamamen tarafsız olduğu tabii ki söylenemez ama asıl taraflının tavrını göstermesi açısından süreç turnusol kağıdı gibi oldu.
Dezenformasyon, çok boyutlu bir konu. Bu yazıda, sosyal medya platformları aracılığıyla yayılan yalan haberin veya yanlış bilginin tarihte olmadığı kadar hızlı ve geniş kitlelere yayılması, sıradan insanlar tarafından kolaylıkla yapılması, insanların haber ve gazetecilikle ilgili algılarının yıkılması; hatta kaosa ve ölümlere yol açması konularına odaklanmaya çalıştım. İletişim Şurası'nda da dezenformasyonun engellenmesine yönelik oldukça faydalı tartışmalar yapıldı; bu konuda önemli görüşler dile getirildi. Ancak çözümü yalnızca sosyal medya platformlarının alacağı önlemlere bağlamak pek mümkün değil. Çünkü dünyayı bilgi/enformasyon çağından çıkarıp dezenformasyon çağına sürükleyen bu sorunun temelinde büyük ölçüde onlar var. Çıkarlarının yanında, hakikat arayışının hiçbir önemi olmayan bir dünyayı şekillendirenler de yine onlar. Çünkü onların hakikati, bizim bildiğimiz hakikat değil.
Peki, bizim hakikatimiz, gerçekten hakikat mi? Herkesin hakikati neden farklı? Neden yalan söylüyor ya da yanlış ve yalan haberleri kolayca yayıyoruz? Teyit girişimleri gerçekten faydalı mı? Medya okur yazarlığı eğitimi mi cezalar mı etkili olur?
Bu soruların cevaplarının, dezenformasyonun nasıl bu kadar yayılabildiğini ve engellenmesi adına nerede durduğumuzu anlamamızı sağlayacağına, dolayısıyla çözüme bir adım daha yaklaştıracağına inanıyorum.