Almanya'daki Bochum Üniversitesi'nin araştırması, göçmenlerin sıklıkla polis denetimlerine maruz kaldıklarını; göçmen olmayanların daha çok gösteri gibi etkinliklerde polis şiddetiyle karşılaşırken, göçmenlerin daha geniş sahada polis şiddetine maruz kaldıklarını ortaya çıkartmıştır.
Özden Dumanlı / Yazar
Toplumların çokkültürlüleşmesi ile göçmenlere yönelik polis şiddeti uzun zamandır görünür hale geldi. 2020 Mayıs ayında Minnesota'da George Floyd isimli bir Afroamerikalı vatandaşın polis tarafından öldürülmesinin ardından gözler kendisini bir 'göç ülkesi' olarak tanımlayan Almanya'daki polis ve göçmenler arasındaki ilişkiye çevrildi. Özellikle Almanya'daki göçün 61 yıllık öznesi olan ve ülkedeki yabancı kökenli nüfusun yaklaşık 1,5 milyonunu oluşturan Türkiye kökenli göçmenlerin, Alman polisinin şiddetine maruz kalması, polise, beraberinde hukuk devletine güvensizlik ve öfke oluşturmaktadır. Henüz geçtiğimiz aylarda, Köln'de yaşayan 45 yaşındaki Erkan Küçük ve eşine, polis tarafından evinde gösterilen fiziksel şiddet, yine Duisburg'ta 13 yaşındaki Emirhan Altıntaş'ın seçim afişi yırttığı gerekçesiyle sokak ortasında polis tarafından darbedilmesi, Almanya'daki kurumsal ırkçılığı ve etnik profillemeyi yeniden gözler önüne getirdi.
Alman polisi ve etnik profilleme
Polislerin kanunları uygulamadaki başarısı, toplumun gözündeki polis meşruiyetini de etkilemektedir. Polisin kanunları uygularkenki istikrarsızlığı veya kanunları göz ardı etmesi, toplumda meşruiyetini kaybetmesine sebep olabilir. Polisin toplum nazarında meşruiyetini kaybetmesi, kanunlara da güvensizliğe sebep olabilir. Bu durumda kanunlara itaatsizlik baş gösterecektir. Daha ağırlıklı olarak yabancı kökenlilerin polis tarafından denetlenmesi veya polisin göçmenler hakkında gelen ihbar ve şikayetlere yönelik gösterdiği dağıtımsal adaletsizlik, Almanya'da poliste yabancı düşmanlığı sorunsalını gündeme getirmiştir.
Gerekçesiz kimlik kontrolü
Nitekim yakın geçmişte bir milletvekilinin soru önergesine karşılık İç İşleri Bakanlığı'nın verdiği yanıta göre, Alman polisi 2015 yılında yaklaşık 3 milyon kez geçerli bir gerekçe olmaksızın kimlik kontrolü yapmıştır. Bu kontrollerin çoğu kez yalnızca ten rengi ve etnisite gibi etkenlerle yapıldığı da kaydedilmiştir. Benzer şekilde Avrupa Birliği Temel Haklar Ajansı (FRA), 2010 yılında polis tarafından son on iki ayda durdurulan kişi sayısını sorgulamıştır. Buna göre Almanların sadece yüzde 11'i polis tarafından durdurulduğunu kabul etmiş, Türklerin ise yüzde 24'ü böyle bir olaya maruz kaldığını onaylamıştır. Aynı kurumun göçmenlerin yaşadığı ayrımcılık tecrübeleri ve yaşadıkları mağduriyetler üzerine yaptığı araştırma sonuçlarına göre de Almanya'da yaşayan Türklerin yüzde 30'u ayrımcılık yaşadığını ifade ederken, mağduriyetlerini polise bildirenlerin oranı yüzde 17 olmasına rağmen, bunların sadece yüzde 11'i polis tarafından işleme alınmıştır.
Polise güven var mı?
Avrupalı Türk Demokratlar Birliği'nin 2017'de yayınladıkları Siyasal Katılım Raporu'na göre, toplum içinde herhangi şekilde fiziki ve sözlü saldırıya maruz kaldıktan sonra polise başvurma ve şikayette bulunma yüzde 8 oranla en az tercih edilen yol olmuştur. Bunun yerine yaşadıkları kurumsal şiddeti en çok kamuoyunda gündeme getirdikleri anlaşılmıştır. Bu durum, raporda Almanya'daki Türklerin polise güvenmedikleri şeklinde yorumlanmıştır. 2020 yılında Almanya'daki Bochum Üniversitesi tarafından yürütülen iki yıllık çalışmanın sonuçlarına göre ise, ekseriyetle göçmenlerin polisle olumsuz tecrübeleri olduğunu göstermiştir. Araştırma, göçmenlerin sıklıkla polis denetimlerine maruz kaldıklarını; göçmen olmayanların daha çok gösteri gibi etkinliklerde polis şiddetiyle karşılaşırken, göçmenlerin daha geniş sahada polis şiddetine maruz kaldıklarını ortaya çıkartmıştır.
Göçmenlere yönelik polisteki şiddet eğilimini araştırmak ve denetlemek için bağımsız bir mekanizmanın kurulması gerektiği görüşü sıklıkla dile getirilmesine rağmen, Polis sendikası Kuzey Ren Vestfalya eyalet başkanı Michael Mertens buna karşı çıkarak, mağdurların şikayette bulunabileceğini veya dava açabileceğini ifade etmiştir. Oysa İngiltere, Danimarka ve Portekiz gibi ülkelerde polisler hakkındaki şikayetler bağımsız komisyonlar tarafından yürütülürken Almanya'da yine emniyet teşkilatı tarafından değerlendirilerek, duruma göre soruşturma başlatılmaktadır. Alman hukukçular ise polis hakkındaki şikayetlerin mahkemeye taşınmadan çözülmesi taraftarıdır. Zira Almanya'da şimdiye kadar polis hakkında açılan davaların yüzde 92'si durdurulmuştur.
Göçmenlerin suçlulaştırılması
Almanya'da Türklere yönelik kurumsal ırkçılığın en tanınan örneği, 2000-2007 yılları arasında Almanya'da farklı şehirlerde sekiz Türk'ün sistemli şekilde cinayete kurban gitmesidir. NSU (Nasyonal Sosyalist Yeraltı Örgütü) cinayetlerinde polisin öncelikle bu terör saldırılarında hayatını kaybedenlerin yakınlarından şüphelenmesiyle onları sorgulamaya başlaması, Alman polisinin göçmenlere yönelik tutumunun geldiği noktayı gösterir. 2006 yılında Dortmund'da bir büfe işletmecisi Mehmet Kubaşık'ın NSU terör örgütü tarafından öldürülmesinin ardından maktulün 15 yaşındaki kızına polis sorgusu sırasında babasının uyuşturucu satıcısı olup olmadığı ve ona cinsel istismarda bulunup bulunmadığı sorularının yöneltilmesi son derece tedirgin ediciydi. Her ne kadar cinayetlerin saiklerinin ve sorumlularının araştırılması için komisyonlar kurulsa da bu komisyonlara "Boğaziçi", "Hilal" gibi isimlerin uygun görülmesi, bu cinayetlere medyada yıllarca "Dönerci Cinayetleri" denilmesi, Alman emniyet görevlilerinin bu ırkçı terör saldırılarını, sadece Türk diasporasına ve Türkiye'ye mal ederek göçmenleri nasıl kriminalize ettiğinin, suçun nasıl ırksallaştırıldığının göstergesiydi.
Suçlu yaratan yasa
Tucker'in "Suçluları yaratan yasalarımız, onları cezalandıran yasalarımızın yanında ne kadar da çok!" sözü boşuna değildi. 2012 yılında NSU terör örgütü kurbanlarının anıldığı bir törende Başbakan Angela Merkel'in "Çok az kişi, cinayetlerin arkasında aşırı sağcı teröristlerin olduğuna ihtimal veriyordu. Bazı aile fertleri, yıllarca haksız yere zan altında bırakıldı. Bu gerçekten çok üzücü bir durum, bunun için sizden af diliyorum." sözlerinden sonra da yürütülen NSU davasında hukuk devletinin gerektirdiği önlemler alınmadı. Thüringen Eyaleti NSU Araştırma Komisyon başkanı, Dorothea Marx tarafından Anayasayı Koruma Dairesinin eski bir çalışanı hakkında örgütün eski üyeleri hakkındaki bilgilerin bulunduğu dosyaları imha ettiği suçlamasıyla Köln Savcılığına şikayette bulunmuştur. Hakkında şikayette bulunulan şahıs, söz konusu dosyaları ortadan kaldırdığını itiraf etmiş olmasına rağmen, savcılık, bu şahıs hakkında dava açılmasını reddetti. Komisyon başkanı Marx, başsavcılığın dava açmayı reddetmesini, "NSU terör örgütünün çözülmesi karşısında hukuk devletinin çöküşü" olarak değerlendirmiştir.
Göçmenlerin güvenlik tehdidi olarak algılanması Almanya'da yaşayan Türklerin polisle mütemadiyen tecrübeler yaşamalarına, çoğunlukla karşı karşıya kalmalarına sebep olmuştur. Polis tarafından suçlulaştırılma Türkiye kökenli göçmenlerin polis algısını olumsuz etkilemekte ve polise güvensizlik gelişmektedir. Türklerin polisle yaşadıkları tecrübeler, Almanya'daki kurumsal ırkçılığı daha fazla kanıtlarken, göçmenlerin hukuk devletine olan güvenleri de zarar görmektedir. Her defasında bir hukuk devleti olduğunu vurgulayan Almanya'nın bunun gerekliliklerini yerine getirerek kurumlarındaki yabancı düşmanlığının önüne geçmek için önlemler geliştirmesi beklenmektedir.