Futbolun kutsallıktan arındırılmaya gayret edilen dünyanın seküler ayinlerinden biri olması, onun modern dünyadaki yerinin ve oynadığı rolün en kısa ve açık izahıdır. Çünkü her kişi ve grubun bir kutsala ve de kutsalın tezahürüne bağlanması ontolojik bir zarurettir. Her ne kadar birtakım kişi ve gruplar kutsalın varlığını ve lüzumun reddetseler de, bu ontolojik ihtiyaçtan ötürü kendileri seküler ve yapay kutsallar icad edip onlara bağlanmaktan kaçınamamaktadırlar.
Celal Tahir / Yazar
Antik Roma’nın ileri gelenleri ve Preatorler stadyumdaki localarında birbirleri ile boy ölçüşmek için Gladyatörlere arenada birbirlerine öldürtmektedirler. Halk da kendinden geçerek bunları izler. Mutlaka birinin tarafını seçer ve bahisler yatırırlar, gerekirse de tuttukları taraf için birbirleri ile kavga ederler. Roma’nın ileri gelenleri de, bu arada ticari anlaşmalar, işgal edilecek yerler ve maddi çıkarlar üzerine konuşmaktadırlar.
Günümüzde de elitler futbol kulüplerinde localarında gelişmiş medeniyetimiz sayesinde “futbol” üzerinden boy ölçüşürler. Kulüpleri eli geçirip bayrağını dikmiş olmak, sistemi ele geçirmiş olmak demektir. Bu arada halk bayrakları ve flamaları ile tezahüratlar yapar, tıpkı binlerce yıl öncesi gibi birbirlerinin kafasını gözünü yarar, yer yer de öldürürler. Bu arada da localarda “büyüklerimiz” iş anlaşmaları ve güç paylaşımları yaparlar.
Futbolun farklılığı
Birçok kültürdeki oyunların; mesela Türklerde cirit oyununun, eski Roma’da Gladyatörlerin savaş oyunlarının futbol ile benzerliği vardır. Ancak iki açıdan ciddi olarak ayrışırlar.
Evvela, Roma’da Gladyatör Arenası -ki birçok futbol stadyumun ismi de arenadır- Roma’nın gladyatörlerini savaşa hazırlamaktadır. Bu her ne kadar günümüz insanına aykırı gelse de, çok gayrı-akli bir durum değildir. Savaş o toplumun bir parçası ise bu gayrı-tabî bir durum değildir. Türklerdeki cirit oyunu da böyledir. Ama burada şiddet unsuru gözükmemektedir. Yine mesela eskiden İstanbul’da tulumbacıların faaliyeti bir yanıyla iş ve meslek ve bir yanıyla da -aynen bu bağlamda- bir oyun gibidir. Çeşitli kavimlerin kültürlerinde ya savaşa yahut da iktisadi sosyal gayelere matuf, bunlara hazırlık niteliğinde oyunların varlığı bilinir.
İkinci olarak, modern dünyada toplumun geleneksel cemaat yapıları gevşediği hatta büyük oranda çözüldüğü ve giderek parçalandığı için toplum büyük oranda kaotik gelişmelere müsait hale gelmiştir. Zaten “‘her bireyin ötekilere yabancı olduğu, dolayısıyla da kimseden utanma gereğini duymadığı, yoğun bir kitle içerisinde iyi bir yaşama biçimini koruyabilmek, neredeyse olanaksız.’ Burada kitle, topluma aykırı olanı, onu kovalayanlardan koruyan bir sığınağa dönüşmektedir.”( Pasajlar / Walter Benjamin) İşte futbol bu sığınaklardan biri olarak görülmektedir. Şu söylenenler bu bağlamda anlamlıdır. “Eskiden biz çeşitli taraftarlar hep beraber maça giderdik. Sonra çıkar çay içerdik” Şimdi bu kişiler çoğunlukla aynı mahallenin çocuklardır. Hepsi zaten birbirini tanımaktadır. Aradaki takım taraftarlığı farklılığı, onların hakiki cemaatini henüz tam olarak parçalayabilmiş değildir. Futbol onlar için büyük ölçüde sadece bir oyundur. Bugün ise bütünüyle atomize olma yolunda ilerleyen bir toplum vardır. Hal böyle olunca, modern dünyada futbol takımı taraftarlığı demek, kişilerin futbol takımı taraftarlığı denilen bu hayali cemaate aidiyet hissetmesi demektir. Peki, bu nasıl olabilmektedir? Futbol neden manipülasyonlara ve taşkınlıklara müsait bir olgudur? Mesele buradadır.
Futbolun işlevi
Futbolun kutsallıktan arındırılmaya gayret edilen dünyanın seküler ayinlerinden biri olması, onun modern dünyadaki yerinin ve oynadığı rolün en kısa ve açık izahıdır. Çünkü her kişi ve grubun bir kutsala ve de kutsalın tezahürüne bağlanması ontolojik bir zarurettir. Her ne kadar birtakım kişi ve gruplar kutsalın varlığını ve lüzumun reddetseler de, bu ontolojik ihtiyaçtan ötürü kendileri seküler ve yapay kutsallar icad edip onlara bağlanmaktan kaçınamamaktadırlar. “Futbol mabedi”, “futbolun tanrıları” gibi ucubeliğin ötesi deyimler de ilginçtir. Bu ifadelerden futbolun kutsallıktan arındırılmaya gayret edilen dünyanın seküler ayinlerinden biri olduğu anlaşılabilir. Yaşanan birtakım hadiseler ise, sadece holiganlıkla / taraftar çılgınlığı ile açıklanamaz. Daha doğrusu taraftar çılgınlığının izahı gereklidir. Bu bizatihi futbolun doğasında vardır. Futbol mesnetsiz bir başarı sarhoşluğunu tetiklemesi dışında ne yapmaktadır? Ortada 10 tane kahraman vardır. En çok da golcüler kahraman olmaktadır. Burada da modern hayatın neredeyse tek değerlendirme ölçüsü başarıdan başka bir şey yoktur, Aslında kahramanın yerine golcü, kahramanlığın yerine gol atmak geçtiği vakit, ortada kahramanlık da yoktur. Yani kendini gerçekleştirme, kendi imkânlarını açığa çıkarma görülmemektedir. Daha üst bir düzeyde zaafların da dönüşümü, bir tekâmül burada yoktur.
Burada sadece bir kazanma azminden söz edilebilir. Belki de bu açıdan futbol takımları erkeklerin savaş ekibi gibidir. Belki de bu sebeple kendilerini tuttukları takımla bu derece aşırı özdeşleştirmektedirler. Sadece stadyumda televizyonda takımı izleyen seyirci, sonucu öyle ya da böyle takip eden herkes, şu yahut bu düzeyde o takımın göstereceği kahramanlık-daha dorusu başarı ile kendi varlığını özdeşleştirir. Dolayısıyla takım başarı kazandığında, bir kahramanla özdeşleştiğinde; yaşadığına benzer bir duyumsama, yukarılara çıkmış gibi bir hissiyat yaşar. Ama bu sadece bir hissiyattır. Çünkü ortada uydurma bir kahramanlık da yoktur. Bu gelip geçici bir sarhoşluk gibi bir durumdur.
Aristo Poetika eserinde tragedyadaki kahramanla kendisini ruhunu özdeşleştiren izleyici onunla birlikte yükseldiğini hissetmesini-duyumsamasını anlatır. Burada ise futbol takımıyla özdeşleşen taraftar yükseleceğini hissedemeyeceği için aşağılara düşer. Tıpkı tragedyayı yahut sinema filmini izleyen izleyicinin oradaki kahraman ile kendisini özdeşleştirmesi neticesinde, kahramanın arınma sürecini hissetmesi demek olan katarsis, futbol izleyicisinin nasıl olup kendinden geçebildiğini bize açıklayan anahtar bir kavram olarak görülebilir. Tuttuğu takım, takımın oyuncuları ile özdeşleşen izleyici takımıyla beraber bir tür kahramanlık süreci yaşar. Kahramanla özdeşleşir ve kahramanın kahramanlığını sanki kendisi gerçekleştirmiş gibi olur. Bunun tersi durumunda ise futbol izleyicisi olağanüstü bir yıkıma uğrar. Bunun neticesi zafer sarhoşluğunun tam aksidir. Öfkenin, hırsın, olağanüstü yıkıcılığın egemenliğindedir, yani karanlık alana dönüştür. Ve bu kolektif halde yaşanmaktadır.
Futbol ideolojisi
Modern dünyada ideolojilerin marifeti ile birey ve toplumlarda, hakikaten acayip bir zihin yapısı, çarpık ve garip bir dünya algısı / kavrayışı görülmektedir. İdeolojiler ve ideolojik yapı, kişilerde ve gruplarda aklı önemli ölçüde devreden çıkarır. Aklın yerine, öfke, kin, hırs gibi şuuraltı ögelerin denetiminde olanlar, her türlü yönlendirilmeye de müsait hale gelirler. Ve ideolojiler ile insan arasına girerek akıl tutulması oluştururlar. Tıpkı bunun gibi futbol takımlarına koşulsuz bağlı taraftarının maçlardaki tezahüratı bir nev-i kolektif zikrin taklididir. Ama bu, ortada bir prensip ve usul olmadığından, negatif bir durum oluşmaktadır. Yani yine birakıl tutulması ortaya çıkmaktadır. Ve öfke histeri nöbetlerinin, taşkınlığın ortaya çıkması demektir.
Bu futbolun karakterdir. Bu hal de seyirciyi kolektif histeri diyebileceğimiz bir alana taşır. Ve kadın erkek, çoluk çocuk, cemi cümle kenar mahalleden şirket CEO’suna kadar herkesin toptan küfredebilmesinin sebebi budur. Bu kendi başına çok garip bir durumdur. Çünkü futbol 11 adamın karşılıklı olarak bir topun peşinden koşmasından ibaret değildir. Bunun bir toplumsal dalgalanmaya, hale, histeriye dönüşmesi, bunun tarihsel bir olgu haline gelmesi kendi başına bir durumdur. Aslında Anderson’un Hayali Cemaatler kitabında ulus için anlattığı hayali cemaat olma durumu, futbol takımları için çok daha fazlasıyla geçerlidir. Meselenin bu tarafı düşündürücüdür. İdeolojik gruplarda görülen ideolojiye bağlı histeriyi çağrıştırır akıl dışına düşme durumu mütemadiyen tezahür etmektedir. Ki burada ortada çarpık da olsa bir düşünce olmadığı için daha saçma, bazen de neredeyse kollektif cinnet diyebileceğimiz haller zuhur edebilmektedir.
İnsanın genel olarak yukarı ile irtibatını, yani üst alanla üst prensiple irtibatını kural olarak tamamen kapatabilmesi mümkün değildir. Modern toplum tekâmül yollarını mümkün mertebe kesebilmek üzerine yoğunlaşmaktadır. Modern dünyanın egemen aklının siyaseti mütemadiyen ikilik oluşturmak, mevcut ikilikleri körüklemek, yoksa suni ikilikler icat etme siyaseti olarak tanımlanabilir. Demek ki modern dünyanın konsepti keskin çatışmaların devamı ve hatta çatışma yoksa icadı, zayıfsa körüklenmesi üzerine kuruludur. Ki bir toplumda mesela Türkiye’de sadecefutbol takımları taraftarlığı üzerinden, İstanbul’da Türkiye’de bir taraftar çatışması çıkması bile imkân dolayısıyla da ihtimal dâhilindedir.
Modern dünya insanı genel olarak akıl dışı alana çekmeye ve aklı gölgelemeye çalışır. Bunu sinema ile uyuşturucu ile yapar. Beri yandan bir de futbolun da böyle bir işlevi olduğu söylenebilir. İdeolojik kamplaşmalarda da böyledir, kişiler ve gruplar akıl dışı alana itildiği zaman onların akıl yönünden ıslah olmaları son derece zordur. Zaten ideolojik kamplaşmalar da bu yüzden kolay kolay çözülemez, akli bir neticeye bağlanamaz. Ama futbol insanları bazen hepten akıl dışı bir alana taşıdığı için burada çıkacak sorun iyicene bizi çetrefil bir yere götürebilir. Tüm bunların 26 Ekim 1863 tarihinde Londra’da futbolun ilk kurallarının İngiltere Birleşik Büyük Mason Locası tarafından konulmuş olması ile irtibatı olmalıdır. Ve bunun da herhalde hakiki manevi otoritenin yerini almış olan masonluğun ve diğer bazı cemiyetlerin modern dünyada oynadığı rol ile irtibatı vardır. Bu ise bir başka yazının konusudur.