Federal Almanya'da yeni dönem

Sahra Şahin / Araştırmacı, Yazar
1.10.2021

Seçim sonuçları Olaf Scholz'un, partisi SPD'den daha çok beğenildiğini göstermektedir. SPD, Schröder'den sonra sürekli kaybetti ve sürekli genel başkan değiştirdi. Bu seçimde de iki ay öncesine kadar SPD'nin bu sonucu alabileceği tahmin edilmiyordu. Bu süreçte ilginç olan, iki yıl önce genel başkanlık yarışını kaybeden Scholz'un buna rağmen aday gösterilmesi ve kazanması oldu.


Federal Almanya'da yeni dönem

Sahra Şahin / Araştırmacı, Yazar

Avrupa'nın en güçlü ekonomisi ve en büyük nüfusuna sahip Almanya'da halk, 26 Eylül'de 20. dönem Federal Meclis'i belirlemek için sandık başına gitti. Genel olarak sakin ve çevre duyarlılığı ön planda olan ve çekişmeli geçen seçim bir yönü ile ülkeyi 16 yıldır aralıksız yöneten Merkel'e veda idi. Barajın yüzde 5 olduğu Almanya'da mevcut 85 partiden 47'si seçime katıldı. Bu partilerden 18 tanesi Federal Meclis, AP veya eyalet meclislerinden en az birinde temsil edilmektedir. Bu partiler Federal Mecliste 730, eyalet meclislerinde 1861 ve AP'de de 95 milletvekiline sahiptirler. Federal Mecliste ise şu anda 7 parti ve Danimarkalı azınlığa ait özel statülü 1 milletvekilli bir temsil grubu bulunmaktadır. 18 yaş üstü 60,4 milyon seçmenin bulunduğu ve yüzde 76,2 katılımın olduğu seçimi Sosyal Demokrat SPD birinci, Hristiyan Birlik Partileri (CDU/CSU) ikinci, Yeşiller (Grüne 90) üçüncü, Hür Demokratlar/Liberaller (FDP) dördüncü, ırkçı aşırı sağcı AfD beşinci ve aşırı sol PKK destekcisi Die Linke altncı olarak bitirdi. Seçim sonuçları Almanya'daki siyasi güç dengelerini değiştirdi. Yaklaşık 100 bin kişinin öldüğü pandemi sürecinin tetiklediği ekonomik küçülme, enflasyon artışı, işsizlik ve sosyal kapanmanın getirdiği hoşnutsuzluk ve artan belirsizlik arasında yapılan Almanya Federal Meclis seçimlerinde ilk kez üç başbakan adayı yarıştı. Esasen iki tecrübeli erkek politikacının yarıştığı ve yakın sonuçların çıktığı seçimi Olaf Scholz 1.5 puanla Merkel'in halefi Armin Laschet'in önünde bitirdi. Bahar aylarında basın tarafindan desteklenen, konjektürel olarak yükselerek anketlerde birinci görünen Yeşillerin tecrübesiz genç adayı bayan Baerbock üçüncü oldu. Tecrübesizliğinin yanında, yazdığı kitaptaki iktibasların ve özel hayatındaki bilgilerin yanlış verilmesi de bunda etkili oldu.

Almanya bir siyasal koalisyon ülkesi denilse yeridir. Uzun yıllardır olduğu gibi bu seçimde de tek başına iktidar çıkmadı. Siyasi yelpazenin çok parçalı olması bunda etkili oldu. Bu seçim sonucuna göre, 6 parti arasında teorik olarak çok farklı koalisyon formülleri olsa da, diger partilerin ırkçı AfD ve radikal sol Die Linke ile koalisyon yapmayı istememeleri nedeni ile öne çıkan üç koalisyon ihtimali bulunmaktadır. Bunlar arasında Trafik Lambası koalisyonu denilen SPD, Grüne 90 ve FDP koalisyonu kuvvetle öne çıkmakta, seçimin kazananı SPD ile uzun yıllar muhalefette kalan ve iktidar özlemi çeken Yeşiller ile Liberaller de bir kazananlar koalisyonu kurmaya sıcak bakmaktadır. Almanya'da koalisoyn pazarlıkları uzun ve çetin geçmekte, partiler yüzlerce sayfalık koalisyon protokolleri üzerinde anlaşmaya çalışmaktadırlar. 2017'de iki parti arasındaki koalisyon görüşmeleri 6 ay sürmüş, bugün ise belli konularda ciddi farklılıkları olan üç parti anlaşmaya çalışacaklardır. Bu arada, Laschet de hükmet kurmak istedigini belirtirken, kendilerine yakın gördükleri FDP'yi ikna etme hesabı içindedir.

"Değişim Almanya'ya iyi gelir" sloganı Alman seçim kampanyasının mottosu idi. Bu seçimde öne çıkarılan temel konular bundan sonra Alman siyasetinde ve pek çok alanda ciddi değişiklikleri vaat etmektedir. Genelde muhafazakar kodlara sahip Alman siyasi partileri bu seçim sürecinde çoğunlukla iç politika ağırlıklı, istikrarı koruyarak daha kapsayıcı ve adil bir refah öneren bir paradigma değişikliği vaat ettiler. Bu durum, önceki seçimde daha çok sağa yönelen Alman siyasetinin bu seçimde sola doğru meyletmesine sebep oldu. Merkel'in "stabilite ve sabırlı değişim" anlayışının artık Almanya'yı geride bıraktığını öne sürerek gelişim ve değişimi öngören bir yaklaşımı öne çıkardılar. Partiler, sürekli üret-tüket işleyisine sahip ultra kapitalist ve ultra liberal sistemi yerine daha adil, daha sosyal, daha cinsiyetçi, daha hayvansever, daha çevre ve iklim öncelikli bir değişim vaadi ile ortaya çıktılar. Değişim için değişim ve sadece parti için değişim değil, halk için tüm ülkenin çehresini değiştirmeyi vaat ettiler. Bu çerçevede partiler büyük ve çok kapsamlı vaatlerle seçmenin karşısına çıktılar. 2017 seçiminde öne çıkan göçmen karşıtlığı ve popülist yaklaşımlar küçük partilerin dışında merkez partilerde görülmedi. Bu kadar köklü ve kapsamlı vaatlerin ortaya çıkması ekonomide, sosyal hayatta, saglıkta, alt yapı ve pek çok alandaki yenilenme ve temel ihtiyacın olduğunu ortaya koymaktadır. Bu yönü ile Merkel'in mevcudu koruma stabilite politikasının Almanya'yı geride bıraktığı eleştirileri yapılmıştır.

Laschet'e kalan miras

2005'ten beri başbakan olan ve işler yolunda gitseydi büyük ihtimalle selefi Kohl gibi beşinci kez aday olacak olan Angela Merkel, eyaletlerde alınan başarısız sonuçların ardından Aralık 2018'de partisinin genel başkanlığını bırakmış, akabinde başbakanlığa da aday olmayacağını ilan etmişti. Merkel, koalisyon kurulana kadar 80 gün daha başbakanlık yaparsa Kohl'u geçerek Almanya'da en uzun süre başbakanlık yapmış olarak tarihe geçecek. Başa geldiğinde SPD'den bozulmuş bir ekonomi devralan Merkel, acı bir reçete uygulayarak ekonomiyi tekrar rayına oturtmuş ve Almanya'yı dünyanın ilk dört büyük ekonomisi arasına sokmuştu. Ancak, son dönemlerde oyları eriyen Merkel hükümetinin birlik partileri CDU/CSU, bu son seçimde II. Dünya Savaşı'ndan sonra en düşük oy oranını almış oldu. Uzun yıllar iktidar olan bir partinin kaybetmesi doğal olarak taraftarları tarafından pek kabullenilebilir bir durum değildir. Bu nedenle ortakları CSU dahil, Laschet'e yüklenmekte, sonucu felaket olarak görmekteler. Merkel olsa sonuç ne olurdu sorusu sorulabilir burada. Yapılan bir ankete göre, Almanların yüzde 52'sinin Merkel'i özlemeyeceğini beyan etmeleri, Merkel de olsa CDU'nun kaybedebileceğini düşündürmektedir. Bu bakımdan, bazılarınca CDU'nun kaybetmesinde göçmen politikalarının sebep olduğu söylense de, esasen ekonomide güçlü görünüm ve bütçe fazlalıklarına rağmen CDU'nun kaybetmesinde Laschet'in bireysel ve partisinin stratejik hatalarının yanında Avrupa siyasetinde ülkeleri sıkıntıya sokan iklim, ekonomi, demografik dönüşüm ve göç konularındaki köklü çözümler yerine, gerçekleştirilemeyen sosyo-ekonomik, yapısal ve politik değişimlerin de büyük payı vardır. Uzmanlarca, Almanya'nın ekonominin çoğu sektöründe geleceğe yeterince hazır olmadığı, Merkel'in stabilite politikası çerçevesinde ekonominin rekabet gücünün zayıfladığı, enerji sektöründe ve dijitalleşme açısından geride kalındığı söylenmektedir. Son yıllarda çığır açan otomobil teknolojilerinin Çin ve ABD'den gelmesi, küresel dijital ürünler ve en fazla ziyaret edilen internet siteleri arasında olmamaları Alman kamuoyunda tartışma konusu olmaya devam etmektedir. Dijital inovasyonda ulusal pazarını Google, Apple, Facebook ve Amazon gibi kuruluşlara kaptırmış olan Almanya'da yaklaşık 2,3 trilyon avroluk kamu borcu ve ülkenin altyapı kalitesinin zayıflaması, internet erişiminin diğer birçok ülkeye kıyasla yavaş ve pahalı olması da öne çıkan konular arasında. Bu yönleri ile Laschet, Merkel'in oy kaybetmiş ve gerilemiş partisini devralmıştır denilebilir.

Scholz faktörü

Siyasette aday seçimi önemlidir. İnandırıcılık, yeterlilik, tecrübe, karizma ve sempati seçmenin aradığı özelliklerdir. Seçim sonuçları Scholz'un, partisi SPD'den daha çok beğenildigini göstermektedir. SPD, Schröder'den sonra sürekli kaybetti ve sürekli genel başkan değiştirdi. Bu seçimde de iki ay öncesine kadar son SPD'nin bu sonucu alabileceği tahmin edilmiyordu. Bu süreçte ilginç olan, iki yıl önce genel başkanlık yarışını kaybeden Scholz'un buna rağmen aday gösterilmesi oldu. Scholz, son 20 yılda federal bakanlıklar ve eyalet başbakanlığı gibi önemli görevler üstlenmiş tecrübeli bir siyasetçidir. Scholz'un siyasi geçmişi iz bırakan eski SPD'li başbakanlardan Willy Brandt ve Helmut Schmidt'i anımsatmaktadır. Sakin, güven veren, Türkleri ve göçmenleri iyi tanıyan ve başbakanlık adaylığı açıklandığında partisinin oyu düşük olduğu için pek şans tanınmayan Scholz, izlediği strateji, tecrübesi ve hata yapmaması ile hızla yükseldi. Bunu farkeden partisi, seçim calışmalarını parti üzerinden degil, Scholz üzerinden yürüttü. 2000'lerde Schröder döneminde yüzde 40 iken, 2017'de yüzde 20'ye, 2021 Mayıs'ında yüzde 14'e gerilemiş olan ve bu şartlarda bir şansölye adayı çıkarmaması gerektiği öne sürülen SPD'nin oyları son iki ayda yüzde 27'lere kadar yükselmiştir. Bir anlamda Scholz, siyasi tarih olma riski taşıyan partisini tekrar birinci siyaraya yükselterek hükümet kurma pozisyonuna taşımıştır.

Göçmen politikaları

Bu seçim Almanya'yı ve Almanları ilgilendirdiği kadar Almanya'daki Türkleri ve Türkiye'yi de ilgilendirmektedir. Yurtdışında en çok Türk'ün yaşadığı ülke olan Almanya, Türkiye'nin tarihi müttefiki ve en önemli partnerlerinden biridir. Seçimde Türk aday ve seçmenlerin ne yapacağı merak konusu idi. Türk seçmenler istenilen düzeyde ilgi göstermese de Türk adayların ilgisi yüksekti. Seçim sonuçlarına göre, 100'ün üzerinde Türkiye kökenli adaydan SPD, Grüne 90, CDU ve Die Linke'den 18 Türkiye kökenli parlamentoya girmeye hak kazanmıştır. Bu seçimde, göçmen kökenliler dikkat çekici düzeyde pek fazla seçim malzemesi yapılmadı. Yabancı düşmanlığı ve bir iki küçük parti hariç Erdoğan konusu da pek dillendirilmedi. AfD hariç diğer partiler İslam düsmanlığına ve ırkçılığa karşı çıktıklarını beyan ettiler. SPD adayı Scholz; "göçmen ülkesi olduklarını, göçmenlerin büyük şans olduğunu ve Almanya'nın refahına büyük katkı sağladıklarını, Almanya'da doğan her çocuğun çifte vatandaş olarak kalmasını ve göçmenlerle birlikte ülkeyi ileriye taşımak istediklerini" belirtirken, CDU/CSU'nun adayı Laschet; "Türkiye ile ilişkileri iyileştireceğini, göçmenlerin, özellikle de Türk göçmen biyografisine sahip olanların büyük potansiyelinin bulunduğunu gözlemlediğini, bunu Alman toplumunun da görmesini hedeflediğini ifade ederek, bu potansiyelleri kullanmak, ayrımcılığı azaltmak ve çeşitliliği yaşatmak gerektiğini" belirtmiştir.

AB üyeliğimize karşılar

Türkleri ilgilendiren önemli konulardan biri seçim sonuçlarının Türk - Alman ilişkilerine nasıl yansıyacağıdır. Türkiye'ye parti programlarında genel anlamda demokratik reformlar ve politik partner ilişkisi bağlamında yer verilmiş ve AB'ye katılımına genel olarak karşı çıkılmıştır. Olaf Scholz, Türkiye ile "dost ve komşu ülke" olarak ilişki kurma görüşünü beyan ederken Türkiye'nin AB üyeliğine de karşıdır. SPD'nin seçim programında; "Türk hükümetinin iç ve dış siyasetini kaygıyla izliyoruz. Türkiye hukukun üstünlüğüne, demokrasiye ve uluslararası hukuka uymak zorundadır. Bu soruları eleştirel bir şekilde tartışan bir AB-Türkiye diyaloğunun acilen yoğunlaştırılması gerekmektedir" görüşü yer alırken, Scholz ise bir mülakatta sorulan soruya; "Türkiye gitgide otokratikleşiyor, muhalefetin eleştiri hakkı kısıtlanıyor" şeklinde cevap vermiştir. Scholz'un verdiği demeçlere göre Türkiye'yi tam tanımadığı anlaşılıyor. Bu görüşler, genellikle Sevim Dağdelen'in partisi radikal sol Die Linke, radikal sağ ırkçı parti AfD, Özdemir'in Yeşiller'i ve FDP gibi partilerin yaklaşımlarıdır. Bu anlamda yapılacak bir Trafik Lambası koalisyonunun da bu minvalde yürüyecegi muhtemeldir. Bu durumda Scholz Türkiye ile Merkel kadar dahi iletişim kuramayabilir. Scholz'un bu görüşünü Laschet'in radikal ulusçu AfD için söylediği "AfD, bütün Alman meclislerinde olmamalı" cümlesi ile karşılaştırıldığında, terör destekçisi HDP'nin uzun yıllardır TBMM'de yer alan Türkiye'de Avrupa sınırlarını aşan geniş bir özgürlük alanı olduğu anlaşılır. Türkiye ile ilişkilerde hükümetin elini zayıflatacak olan Türkiye karşıtı AfD ve PKK destekçisi Die Linke'nin seçimden zayıflayarak çıkmaları önemli olsa da, Liberaller ve Yeşillerin Türkiye konusunda bu iki partiye yakın durmaları göze çarpmaktadır. Yeşillerin hükümet ortağı olacağı Almanya'da Türkleri ve belirli Türk STK'larını hedef yapma, Almanya'nın Türkiye politikasında da ciddi gerilimlere yol açma riski taşımaktadır. Scholz'un seçim kazanmasında etkili olan "karşılıklı saygılı bir toplum" görüşünün dış siyasete ne derece yansıyacağını zaman gösterecektir. Merkel için, asla bir göçmen karşıtı değildi ama göçmenlerle biraz mesafeli ilişki içinde idi denilebilir. Ne hedef yaptı ne de onların önemli bir sorununu çözdü denilse yeridir. Scholz'un Türklere yaklaşımı Merkel gibi olursa, dostlar alışverişte görsün sonucundan öteye gidemez. Buna karşın, Laschet önderliğinde kurulacak bir hükümetin Türkiye ile daha güçlü ilişkiler kuracağı tahmin edilebilir. Türkiye ile ilişkilerin önemini kavrayan, Türk göçmenlere yaklaşımından dolayı Türkler tarafından sevilen, Alman radikal sağcıları tarafından ise 'Türk Armin' olarak nitelenen deneyimli politikacı Laschet'in Türkiye'ye yönelik gerilimleri azaltma ve diyalog çabası içinde olacağı öngörülebilir.

Son tahlilde, Almanya'nın Türkiye politikasının kişilere göre sarsılsa da savrulacak kadar köksüz olmadığı, güçlü devlet ve dış politika teamüllerine sahip bir ülke olan Almanya'da hükümet değişikliği ile Türkiye politikalarının temelden değişmeyeceği ve güçlü şekilde süreceği, muhtemel sol ağırlıklı bir hükümette Almanya'nın Türkiye politikalarında gerilim noktaların artacağı ihtimal dahilinde olup Türkiye Almanya ilişkilerinin asıl yönünü parti ideolojilerinin temellendirdiği karşıtlık değil, stratejik hedeflerin belirleyeceğinin reel siyasetin bir gereği olduğu söylenebilir.

[email protected]