"Biz varsak ben varım" olarak özetlenebilecek bir Afrika felsefesi olarak Ubuntu, Afrika insanının içine doğduğu, her ne olursa olsun öylece kabullenildiği, büyük beklentiler olmaksızın ve başkalarıyla karşılaştırılmaksızın sevildiği, kimsenin projeleştirilmediği bir hayat önermesidir ve aslında sadece Afrika insanının değil, ilham almayı becerebilirse tüm insanlığın mutluluğun anahtarıdır.
Dr. Hatice Çolak / Yazar
Zanzibar'da ziyaretimize gelen insanların en çok şaşırdığı şey buradaki oldukça fakir insanların şaşırtıcı mutluluğu.
Yok hayır yakıştıramadıklarından değil, mutluluğa karşı ön kabullerimizden ötürü.
Mutluluğu kariyer, zenginlik ve sağlıkta aramaya meftun Batılı beyinlerimiz, aslında mutluluğun bunlardan tamamen bağımsız ve Aristo'dan beri yazılı olarak tartışıldığı üzere hayatının anlamını bulmakla mümkün olduğunu anlayabilmekten oldukça uzak.
Ve sonsuza dek..
Sapiens kitabını hepiniz bilirsiniz. Yazarı Harari kitap boyunca insan ırkının işbirliği yapabilme yönüyle dünyayı nasıl domine edebildiğini anlatır.
Kitapta "ve sonsuza dek mutlu yaşadılar" başlığını taşıyan çok sevdiğim bir bölüm var. Bölüm mutluluğun zenginlik ya da sağlıkla ilintisiz olduğunu, aşırı ve sürekli fakir ya da daimi acı çekecek şekilde hasta olmadığı müddetçe insanların başlarına ne gelirse gelsin yaklaşık mutluluk düzeylerinde kalacaklarını anlatır ve insanların mutluluk düzeylerinin belli bir ısıya ayarlanmış odalar gibi olduğunu ve dış şartlardan büyük oranda bağımsız olarak yaratılışlarındaki ortalama mutluluk seviyesiyle yaşayıp öleceklerini söyler.
Yazara göre ancak ikisi birbiriyle bağlantılı şu iki şey insanı mutlu eder, kendini kıymetli görmesi ve bunu ona hissettirecek bir topluluğun parçası olması.
Arzumuz ilgidir
Dünyaya geldiğimiz ilk anlardan itibaren sosyalleşir, fark edilmek, sevilmek, kabullenilmek isteriz. Annemizin ilgisizliğinden daha çok psikolojimizi ve ilişkilerimizi, dolayısıyla geleceğimizi kötü etkileyebilecek bir şey yoktur başımıza gelebilecek, velev ki annemiz bizim için kendini paralıyor olsun. Arzumuz ilgidir, sevgidir. Bu ihtiyaç okulla ve yaşla beraber farklı çevrelere dağılır ama kendimizi bulduğumuz, içinde olmaktan huzur duyduğumuz bir topluluğumuz olmadığında, ki bu ailemiz, akrabalarımız, bağlanabileceğimiz cemiyet, cemaat, serseri ergenlik gruplarımız ya da iş ortamımız gibi herhangi bir topluluk olabilir, kendimizi anlamsız hissedip yavaş yavaş depresyon belirtileri göstermemiz yüksek olasıdır.
Afrikalıların neden mutlu olduğunun cevabı işte tam olarak buradadır:
"Biz varsak ben varım" olarak özetlenebilecek bir Afrika felsefesi olarak Ubuntu, Afrika insanının içine doğduğu, her ne olursa olsun öylece kabullenildiği, büyük beklentiler olmaksızın ve başkalarıyla karşılaştırılmaksızın sevildiği, kimsenin projeleştirilmediği bir hayat önermesidir ve aslında sadece Afrika insanının değil, ilham almayı becerebilirse tüm insanlığın mutluluğun anahtarıdır.
Nietzsche yaşamak için bir sebebiniz varsa her şeyle baş edebilirsiniz der.
Kendinize salt pozitivist bir bilim adamının filtresiyle bakıp, milyonlarca yıllık bir evrimin parçası, sıradan ve değersiz bir tür olarak da hissedebilirsiniz, Şeyh Galib'in filtresiyle bakıp dünyanın gözbebeği olarak da.
Bir haçlı askeri olarak önüne geleni kesip doğrarken ya da Bastille hapishanesini basıp kralların başlarını kesip kanlı devrimlerle özgürlüğü elde etmeye çalışırken aşırı anlamlı bir iş yaptığınıza da inanabilirsiniz, mutluluğu serotonin hormonunun marifeti olarak basitleştirip Prozac alarak da aynı hissi yakalayabilirsiniz...
Sürdürülebilir mutluluk
Ben bildiğim alandan anlatayım.
Beş yılda binden fazla gönüllü ağırladık ve açıkçası gönüllülüğün Prozac'dan daha etkili ve sürdürülebilir bir mutluluk aracı olduğunu iddia edebilirim.
Ancak buraya bazı şerhler düşmeliyim. Gönüllülerden en çok duyduğumuz, asla unutmayacakları ve en çok etkilendikleri şey "birilerinin hayatına dokunma"nın tarif edilemez mutluluğu. Açıkçası Batılı filtrelerimiz herhangi birilerinin hayatımıza dokunmasına dair habire tepkiler geliştirirken, gönüllülerimizin bu tanımlamada ne kastettiklerini anlamak için biraz mesai sarfettim.
İnsanlar birilerinin hayatında eksik olan birşeyi tamamladıklarında, o insanların hayatına dokunmuş ve yaşamalarının, binlerce kilometre yolu ve daha önemlisi birçok önyargıyı aşıp buralara gelmiş olmalarının gayesini bulmuş gibi hissediyorlar.
Hepimiz bir aydınlanmanın peşindeyiz nasılsa, bir an oluyor, bir bağ kuruyorlar buradaki insanlarla ve evet diyorlar sadece bunun için gelmeye değer.
Bunun için yaşamaya değer...
Herhangi birimizin, burada yaşamaya değdiğini hissetmesi kadar bizi mutlu eden ne olabilir?
Ancak burada son zamanlarda biraz canımızı sıkan bir hassasiyet geliştirmeye başladık.
Gönüllülerimizin sosyal medyaları bu dokundukları insanlarla kol kola, yanak yanağa çekindikleri fotoğraflarla dolu. Çoğu zaman tek bir öğrenci, tek bir kadın yeterli gönüllümüzün varoluşunun sebebini bulması için.
Diğer yandan, bu güzel görseller, gönüllü için büyük bir haz ve tatmin sağlarken, sosyal medyadan onu takip eden arkadaşları için hayal kırıklığı oluşturabiliyor. Onlar da böyle tatminler yaşamak, birilerinin hayatlarına dokunup, daha doğrusu o hayatları değiştirip ya da hatta kurtarıp mutlu olmak istiyorlar.
Her gün mesaj kutumuza onlarca mesaj geliyor, "bir gün mutlaka ben de gelip oradaki insanların hayatlarına dokunacağım..." şeklinde.
Oysa, gönüllülüğün çok kıymetli bir deneyim olduğuna katılmakla beraber, şahsen burdaki insanların hayatında pek çok şeyin bu dokunuşlarla değişmediğine ya da hayatlarının kurtulmadığına şahidim.
Evet gönüllü olsun ya da olmasın burs veren bağışçılarımız sayesinde bir çok çocuğumuz ya da kadınımız eğitim alıyor ve bu gerçekten onların hayatında mutlak değişikliklere yol açıyor, ancak bir gönüllünün burda geçirdiği birkaç hafta ya da ay içerisinde birileriyle kurduğu ve çoğunlukla döndükten kısa süre sonra devam ettiremediği sıcak temasa, buradaki insanlar açısından baktığımızda, hoş bir hatıra olmanın ötesinde çok fazla anlam yüklememek daha yerinde olabilir.
Gönüllü açısından bu anlam çok daha gerçek, daha unutulmaz; yani gönüllü aslında kendi yaralarını sarıyor, kendine dokunuyor. Ama belki de başkalarının hayatını kurtarmanın yolu, sürekli yanımızda olan insanlara dokunmaktan geçiyordur. Burdan gönüllülerimizin mutluluğunu hor ya da emeklerini küçük gördüğüm gibi anlamlar çıkmasın sakın. Gönüllülerimiz olmadan biz olmayız. Yaşayıp yaşattıkları her güzellik için müteşekkiriz.
Ancak medya ve sosyal medyanın şaşaalı ama kısa vadeli mutluluk reels'ları yoluyla diğerlerinin yani gelip gönüllü olamayanların mutluluk rezervlerini tüketmesinin karşısındayım.
Gönüllü olamayan insanların kimsenin hayatına dokunamamaktan ötürü üzülmesinin, eksik hissetmesinin yersizliğine atıf yapıyorum.
İş yerinde yanınızda oturan arkadaşınıza beklenmedik bir anda ufacık bir hediye alarak ya da bindiğiniz otobüsün şoförüne hal hatır sorarak ya da herhangi bir yaşlı akrabanızı elinizde çorba ile ziyaret ederek de insanların hayatına dokunabilir ve hem karşı tarafı mutlu edebilir, hem kendiniz burada yaşayabileceğinizden çok daha büyük tatminler yaşayabilirsiniz.
Muhtemel ki o insanların Afrikalılardan çok daha fazla ihtiyaçları var hayatlarına dokunulmasına...
Zira buradaki insanlar birbirlerinin hayatına, bazen gereğinden çok daha fazla, dokunuyorlar zaten. Yalnızlık ve hayatına dokunulma ihtiyacı, Afrikalılardan çok ekranın başında bu mutluluğu seyredip imrenen insanlarda. Bizde.
Mutluluğu seyretmek
Kendimize yapabileceğimiz en büyük iki haksızlık var: Birisi bize kıymet veren ailemizi, akrabalarımızı, yakın çevremizi kıymetsizleştirmek ve kendimizi bireyselleştirerek bile isteye mutsuzlaştırmak, diğeri zamanımızı başkalarının ekrandaki mutluluklarını seyrederek tüketmek ve onların sözüm ona mutlu hayatlarına öykünerek üzülmek.
Evet, gönüllülük de, Zanzibar da, insanların her koşulda mutlu olabildiğini görme tecrübesi de harika. Ve fakat Zanzibar'a uçmak artık çok pahalı, mevcut koşullarda birçoğumuz için sadece bir hayal olarak kalmaya mahkum.
Oysa Afrika'nın bize sunduğu mutluluk formülü bedava, hem de yanıbaşımızda. Son beş yılını mutlu insanlar arasında devirmiş bir insan olarak bildiriyorum.
Mutlu olmak istiyorsanız vaktinizi ekranlarda başkalarının hikayelerini izleyerek değil, sizi seven insanlarla, topluluğunuzla geçirin. Ubuntu'yu hissedin, yani yakın çevrenizin sevinçlerini, acılarını. Bırakın onlar sizin hayatınıza dokunsun, siz onların hayatına. Boşverin başkalarının hayatlarını.
Çok mutlu olacaksınız.