Nuh Albayrak: "Abdülhamid Han dönemindeki entrikaları anlayamadığımız taktirde bugün karşı karşıya bulunduğumuz içli-dışlı kuşatmayı da anlayamayız" gerçeği bugün daha net olarak ortaya çıkmıştır. Bu yüzden "İçten Dıştan Entrikalar" sadece geçmişte yaşananları anlatan bir tarih kitabı değil, bugün ülkemizin karşı karşıya olduğu millî tehditleri anlama kılavuzudur.
Röportaj: Hale Kaplan
Gazeteci, yazar Nuh Albayrak'ın uzun yıllardır üzerine çalıştığı dört kitaplık serinin ilk kitabı 'İçten Dıştan Entrikalar' ktb.., Yayınları arasından çıktı. Müslüman Türklere yönelik Haçlı Siyonist entrikalarını derli toplu bir külliyat halinde ortaya koyacak olan çalışma, bugünü anlamak için düne bakmanın gerekliliğini bir kez daha gösteriyor.
'İçten Dıştan Entrikalar' bir serinin ilk kitabı. Kaç kitapta tamamlamayı düşünüyorsunuz bu seriyi ve nasıl bir tasnif kurguladınız?
Başlangıçta tek kitap planlıyordum. Ancak tarihteki yolculuğum ilerledikçe gördüm ki, Müslüman Türklere yönelik Haçlı Siyonist entrikaların tek kitaba sığması mümkün değil. Bu yüzden Haçlı seferlerinden sonra şekil değiştiren saldırıları dört kitapta özetlemeye çalıştık ve sadece II. Abdülhamid Han'a yapılan darbeye kadarki bölümü "İçten Dıştan Entrikalar" adıyla yayınlandı.
Yedi düvelle boğuşan Vahideddin Han'ın da yine içerideki tefrika ve fitneler neticesinde yıkılmasıyla Osmanlı'nın tarihten silinmesine kadarki İttihatçı dönemi ise "Devlet Yıkan Tefrikalar"da özetlemeye çalıştık ki, bu da okuyucularımızla buluşmak üzeredir.
Cumhuriyet'in ilanı ile birlikte "Her şeye rağmen yeni bir başlangıç yapabiliriz" diye ümitlenen savaş yorgunu halk, kangren olmuş yüzlerce meselesine acil çözüm beklerken, giyim kuşamı ve dinî yaşamı ile uğraşıldığını görünce tekrar yıkılmıştı. 27 yıllık tek parti döneminde, Batı'dan gelen sufleler doğrultusunda gerçekleştirilen bu operasyonları "Darbeden Beter Vesayetler" adı altında toparladım.
1950'deki beyaz devrimle millet yönetimi devralmış ve böylece "Cumhuriyet" de gerçek anlamını bulmuştu ama Haçlı Siyonist ittifak, 1960'tan itibaren her dönem farklı işbirlikçiler kullanarak uzaktan kumandalı sömürü sistemini sürdürmeye çalıştı. Millete yönelik bu seri darbelere de "İşgale Benzer Hıyanetler" adını verdik. Son iki kitap da birkaç ay sonra yayınlanacak.
En büyük eksikliklerimizden biri tarihî şuurdur. Sizin kitabı yazma gayeniz de bu noktadaki açığı kapatmaya yönelik anladığım kadarıyla.
Bendeniz, doğru tarihe kolay ulaşılamayan kasvetli dönemde büyüdüm ve gerçeklerin değil de istenenlerin "tarih" diye sunulması halinde o toplumun ne hale geldiğini gördüm. Zira milletler, tarihlerindeki doğrularından güç; yanlışlarından ders alarak gelişir.
Nitekim bin yıllık muhteşem bir medeniyet, yapmacık iltifatlarla karganın ağzındaki peyniri kapan tilki misali entrikacıların açtığı kuyulara gömülmüştür. Asırlarca dünyanın süper gücü olmayı başarmış bir devlet hafızası sıfırlanmış; nice şanların kaynağı olan Türk milleti, bağımsızlığını kazanarak "devlet" olmaya çalışan toplumların durumuna düşürülmüştür. Ulu bir çınar, "üf" denilince yıkılan; köksüz bir fidana dönüştürülmüş, sonra da "celladımız" olan Haçlı Batı'da himaye aranmıştır.
Fuad Paşa bir güçlü devlet tartışması içinde Avrupalı diplomatlara "Elbette en kuvvetli devlet bizim devlettir. Zira üç asırdır siz dışarıdan, biz içeriden yıkmaya çalıştığımız halde bir türlü yıkmayı başaramadık, hâlâ ayakta" demiştir. Kitabınızın ismi bana bu ifadeyi hatırlattı. Dışarıdakiler tamam da içeriden yıkma gayretinin bir benzeri daha var mı acaba dünyada?
Yoktur, olamaz. Çünkü...
Haçlı Batı, ilk defa 1071'de Malazgirt'te tanıştığı Müslüman Türklere önce cephede karşı koymayı denemiş ama asırlarca savaşmalarına rağmen yeni "Malazgirt"ler yaşamaktan öteye gidememişti. Sonrasında "asıl güç" olan İslamiyet'i bertaraf etmedikleri sürece Türkleri asla yenemeyeceklerini anladılar ve "İslam'ı tahrif; Müslümanları tefrik" seferberliği başlattılar. 18. yüzyıldan itibaren İngilizlerin öncülüğünde yürütülen bu yeni mücadelede ise içimizden devşirdikleri "Batıcı"ları kullandılar.
Özellikle Osmanlı'nın son yüz yılında, en kabiliyetli asker ve aydınlar, "daha iyi yetişsin; milletine daha fazla hizmet etsin" diye Avrupa'ya gönderilmiş ancak neredeyse tamamına yakını adeta birer Haçlı lejyoneri olarak dönmüş ve bu yeni tip Haçlı saldırılarının yeni tip şövalyeleri olmuşlardır.
Bu çerçevede Tanzimat'ın ilanı ile birlikte, içeriden çürümenin de yoğunlaştığı görülmektedir. Reşid ve Fuad paşalardan, son darbeyi vuran Enver, Cemal ve Talat üçlüsüne kadar bütün sadrazam ve üst düzey devlet ricalinin İngiliz, Fransız, Alman veya Rus yanlısı olması sıradan bir durum haline gelmişti. Fuad Paşa'dan Enver Paşa'ya kadar pek çok isim kullanıldıklarını anlayınca acı itiraflarda bulunmuştu ama ne yazıktır ki ba'de harabü'l Basra...
Ama bu isimler, ülkeyi iyi yönetemeyenlerden kurtulmak için çalıştığını iddia etmişti.
"Yeter ki bu yönetim gitsin" hedefine kilitlenen "şuursuz muhalif"ler her dönemde emperyalistlerin istismar sahası olmuştur. Avrupa, Osmanlı'yı yeniden ihya yolunda dev adımlar atan II. Abdülhamid Han'dan, bu ucuz oyunla kurtulmuştur. Bu büyük Sultan'ı, ittihat ve terakkiye mani olarak gören Frenk mankurtları aslında Batı'nın sömürü planları önündeki en büyük barikatı devirmişlerdi.
Bütün bu yaşananlara rağmen Türkiye'de bugün de Batı ile ittifakın beka meselesi olduğunu anlayamayan bir muhalefet mevcuttur. "Abdülhamid Han dönemindeki entrikaları anlayamadığımız taktirde bugün karşı karşıya bulunduğumuz içli-dışlı kuşatmayı da anlayamayız" gerçeği daha net olarak ortaya çıkmıştır. Bu yüzden "İçten Dıştan Entrikalar" sadece geçmişte yaşananları anlatan bir tarih kitabı değil, bugün ülkemizin karşı karşıya olduğu millî tehditleri anlama kılavuzudur.
Hilafet ve sömürü ilişkisini incelediğiniz bir bölüm var kitapta. Aslında son yüzyılda Osmanlı'nın çıktığı toprakların durumu bu meseleyi özetler nitelikte. Siz nasıl bir tablo görüyorsunuz bu coğrafyaya baktığınızda?
Tarihî gerçekleri bilmeyen bir insan bile bu coğrafyanın haline baktığında Osmanlı'nın niçin yıkıldığını kolayca anlayabilir. Kaldı ki hilafet, sadece Osmanlı coğrafyasını tahkim eden bir müessese değildi. Müslümanlar arasında birlik sağladığı ve temsil ettiği değerler sömürüyü kökten reddettiği için emperyalist Batı'nın diğer sömürgelerinde de işini çok zorlaştırmaktaydı. Hilafet engeli ortadan kalkarsa hem dünyayı rahat sömürecek hem de Osmanlı coğrafyasında yeni sömürgeler kazanacaklardı. Nitekim de öyle oldu. Bakmayın "Lozan'da hilafet hiç gündeme gelmedi" diyenlere. Malumunuz Ankara hilafeti kaldırmadığı sürece Londra Lozan'ı onaylamadı.
Hilafet kaldırılmasaydı Müslüman dünyası bu kadar sahipsiz olmazdı ve Haçlı Batı arzu ettiği Müslüman ülkesine böyle elini kolunu sallaya sallaya dalamazdı. Başka bir ifadeyle, hilafet gibi bir hamimiz olsaydı, Müslümanlar emperyalistlerin elinde bu denli oyuncak olmazdı.
Velhasıl nereden bakarsak bakalım, Türk milleti olarak geçmişte muhatap olduğumuz operasyonları bilmiyor olmamız en büyük zaafımızdır. Düşmanını iyi tanıyamayan hiçbir millet zafere ulaşamamıştır. Bir milletin en büyük gücü tarihidir. Tarihimiz üzerindeki ipoteğin kısmen kalkmasıyla birlikte kazandığımız azıcık tarih şuuru ile son yıllarda nasıl bir millî şahlanışa kalktığımız dikkate alınırsa bu milletin şanlı tarihi ve değerleriyle yeniden kucaklaşması halinde neler yapabileceği kolay anlaşılır. Batı bunu çoktan anlamıştır. Bugün ABD'den Avrupa'ya kadar uzanan Haçlı cephesinin, içimizden devşirdikleri şuursuz muhaliflerle birlikte taarruza geçmelerinin sebebi budur.