Elbet bir gün hür kuşlar zeytin dalına konacak

Filiz Zengin/ tv4 Kanal Koordinatörü
6.09.2024

Bir kamera, gözlemleyendir ve gözlem, savunmasızlık ve korku yaratır. Bu kutsal özgürlük mücadelesi bir anda kameranın etkisiyle bazen onları daha da kırılgan hale getiriyor. İsrail ise kameralara şov yaparken daha da acımasız hale geliyor. Bazen bunu strateji olarak uyguluyor. Bu durum barışın önünde duran kameradan duvarlar yaratmıyor mu?


Elbet bir gün hür kuşlar zeytin dalına konacak

Filiz Zengin/ tv4 Kanal Koordinatörü

Sosyal medyada Asi Hatun'a ait profilin "Filistin'i hatırla. 325 gündür direnenlere selam olsun!" paylaşımı önüme düştüğünde, kendi içime fısıldadığım şey acıtan bir "Aslında hatırlıyoruz" oldu.

Uzun süredir iyileşmeden üzerine yeni yaraların kabuk bağladığı "yerimiz" değil mi Filistin? Nasıl unutulabilirdi. Ama çözüme ulaşmayan, ulaştırılmayan bu acı için hatırlamak yeterli bir tepki mi?

Filistin-İsrail sorununda herkesin tarafının net olduğunu düşünenlerdenim. Griler çok azdır. Benim de tarafım belli. Mazlumun, gerçeğin, merhametin, beşiğinde ölen Gazzeli bebeklerin, barış için, hakkı için susmayanların tarafıyım. Bu net.

Gerçeği görmek istemeyen 'kötüler'in gözünün ise nasıl açılacağını gerçekten bilmiyorum.

Beş Kırık Kamera

Yönetmen Emad Burnat ve Guy Davidi'nin 2013 yılı Oscar'ına en iyi belgesel adayı olan, Sundance Film Festivali'nde en iyi yönetmen ödülü alan belgeseli Beş Kırık Kamera kötülerin gözünü açmak için beş kamerası kırılan bir adamın hikâyesini anlatıyor.

Geçenlerde Salt yazlık sinemada tekrar gösterildi. Ben de izledim.

'Eski yaraların iyileşmek için zamanı yok;

Yenileri eskilerin üzerini kapatıyor'

Emad'ın can yakan bu sözleriyle açılıyor film; Önünde cesetler gibi duran beş kırık kamerası ise çektiği anılarla dolu.

İnanılmaz sarsıcı bir metafor değil mi?

Batı Şeria'nın işgal edilmiş bölümünde bir köyde, Filistinli çiftçi Emad Burnat, 2005 yılında oğlunun doğumunu ve büyüme sürecini belgelemek için bir kamera satın alıyor. Aynı yıl, Burnat'ın yaşadığı Bil'in köyünü İsrailli yerleşimcilerin yaşadığı köyden ayıran Batı Şeria Duvarı'nın inşasına başlanıyor. İnşaat nedeniyle tarım arazileri tahrip olan, Allah'a dua eden zeytin ağaçları yakılan halk İsrail güvenlik güçlerine karşı protestolar düzenlemeye başlıyorlar. Ellerinde zeytin dalları çoluk çocuk İsrail'in işgal ettiği ekim alanlarını geri almak için protestoya gidişleri direnişin ne kadar barışçıl başladığının kanıtı.

O gün gaz bombası atılması sonucunda Emad'ın önce kamerası kırılıyor. Bu kırılma ile direniş ve müdahalelerin şiddeti de her geçen gün artıyor.

Cesetler çoğalıyor!

Emad'ın hayatını kırılan üçüncü kamerası kurtarıyor. Kendi yerine kamerasına giren mermi ona hayatın kırılganlığını hatırlatıyor ve bu çektiklerinin bir anlamı olması umuduyla kaydetmeye devam ediyor. O çekerken 'Duvar' hep ilerliyor... Cesetler çoğalıyor!

"Filmi çekerken kameranın beni koruduğunu hissediyorum..." diye anlatıyor Emad, "ama bu bir yanılsama" diye ekliyor. Protestoları takip ettiği süre zarfında dayak yiyor, tutuklanıyor, gaz bombası ile vuruluyor ve nihayetinde en yakın dostunu kaybediyor: Darbe alan sadece Emad değildir çünkü kamerası da kırılmıştır.

"Ben iyileşmek için film çekiyorum" diyor...

Kamera sadece İsrailli askerlerin protestolara aşırı güç kullanmasına karşı fiziksel bir "koruma" aracı olarak değil, aynı zamanda Filistinlilerin duygusal yaralarının "iyileşmesine" ve daha güçlü ayağa kalkıp protestolara katılmalarına yardımcı olan bir araç olarak kullanılıyor filmde.

Film, net bir şekilde görmemizi sağlama mücadelesi verirken; defalarca gösterilen İsrail şiddetine alışarak sindirmemiz mi kolaylaştırılıyor? Bunu da düşünmeden edemiyorum. Bunun cevabını ancak Filistinliler verebilir. Ama biz dışarıdakiler bunu da düşünmeliyiz. "Hakikat ötesi" (Post-truth) diye tavsif edilen bir dünyada her şey mümkün, her gün yeniden tecrübe ediyoruz!

Onun bunun niyeti ne olursa olsun, kamera hala en etkili işi yapıyor. En azından uyanık kalanlar için!

Beş Kırık Kamera için kayda alınan gündelik hayat İsrail askerlerinin attığı gaz bombası görüntülerinden daha fazla etki etti bana. Mesela, oğlunun ilk söylediği kelimenin 'cidar' yani 'duvar' olması gibi...

Altmış yıldır süren şiddetli toprak çatışması, İsrail'in Amerika Birleşik Devletleri ile kurduğu yakın ilişki ve Holokost trajedisinden dolayı elde edilen küresel destekle, İsrail lehine işliyor. Daha çok parası olanın kazandığı bu dünyada İsrail sınırlarını genişletmeye devam ediyor; Filistinli mülteciler ise komşu Lübnan, Suriye ve Ürdün'e kaçıyor. Batı Şeria'da belirlenmiş Filistin toprakları, İsrail'in meşru yerleşimler olduğunu iddia ettiği bölgeleri işgal etmesiyle yok olmaya devam ediyor.

Emad'ın yok olma ve yok edilmeye karşı bulduğu çözüm; görüntülemek, film çekmek, kayda düşmek. Köylülerin karşılaştığı çeşitli adaletsizlikleri kaydediyor: Zeytin ağaçları İsrailli yerleşimciler tarafından yakılıyor, toprakları sözde güvenlik duvarı tarafından bölünüyor, insanları İsrailli askerler tarafından dövülüyor. Çektiği görüntüler, bir köylünün mahkemede hukuki suçlamalarla karşılaştığında kanıt haline geliyor. Kültürel antropolog Rebecca L. Stein, kameraların "çatışma bölgelerinde" "en gerekli" araç olduğunu söylüyor.

Hatta görüntüler, köylüler için olaylara uzaktan bakmalarına olanak sağlayarak motivasyon kaynağı olurken, aynı zamanda Batı Şeria'nın ötesine taşınıyor.

Fakat neden 'gerçek farkındalığı' yayma ve empati oluşturma kısmında yeterli fayda sağlayamıyor?

Görüntüler aracılığıyla şiddete alıştırmak

İnsan hakları savunucusu ve çok yönlü düşünür Susan Sontag "On Photography" adlı eserinde, fotoğrafın gerçekliği nasıl dönüştürdüğünü ve insanların dünyayı algılama biçimlerini nasıl etkilediğini tartışır. Sontag "Bir olaya ait görüntülere tekrar tekrar maruz kalındığında daha az gerçek hale geliyor" diyor. Uzun yıllardır gündeme gelen İsrail şiddeti gibi meselelerde; ne yazık ki, bu görüntülere olan duyarsızlığımız artmıyor mu?

Ayrıca Sontag "Kamera ürettiği görüntü açısından pozitif, varlığı açısından ise negatif etki yapabiliyor" diyor. Bir kamera, gözlemleyendir ve gözlem, savunmasızlık ve korku yaratır. Bu kutsal özgürlük mücadelesi bir anda kameranın etkisiyle bazen onları daha da kırılgan hale getiriyor. İsrail ise kameralara şov yaparken daha da acımasız hale geliyor. Bazen bunu strateji olarak uyguluyor. Bu durum barışın önünde duran kameradan duvarlar yaratmıyor mu?

Öte yandan Sontag'ın dediği gibi görüntüler hikayeyi sıradanlaştırıyor olsa bile ortada iki durum var.

İlk olarak, bu görüntüler kaydediliyor ve bir tür delil olarak arşivleniyor. İkincisi, eğer bu görüntüler önemsiz olsaydı, sosyal medya platformları, örneğin Instagram, Gazze'de çekilen görüntülere sansür uygulamazdı. Unutmayalım ki, görüntülerin önemi; tarihsel bellek ve hafıza ile de derinden bağlantılı. Holokost gibi travmatik bir dönemi anlatırken, hala Yahudilerin mikro filmleri gösterip belgesel ve film yapıyor olmaları da bunun bir göstergesi.

Burada tartışmaya açılması ve üzerinde düşünülmesi gereken kameranın en etkili ve harekete geçirici halde nasıl kullanılması gerektiği. Örnek olarak, "Zone of Interest" adlı film, Holokostu anlatan bir yapım. Ancak bu filmde, bir tek kare bile şiddet görüntüsü kullanılmadan Nazi vahşetinin derinliklerini gözler önüne seriyor.

Ve o zaman soruyorum: Bizim İsrail şiddetine ait görüntülerin tek başına toplumda gerçek bir değişim yaratmasını beklememiz ne kadar gerçekçi?