Ülkemizde 2025 yılı başında; şubat, mart ve nisan aylarında yaşanan ani sıcaklık değişimlerinin tetiklediği zirai don vakaları geniş bir alanı etkisi altına almış, yalancı bahar olarak addedilen mevsim normallerinin oldukça üzerinde seyreden sıcaklıklar sonrası yaşanan aşırı soğuklar tarımsal üretim üzerinde olumsuz etkilere yol açmıştır. Gündemde her ne kadar zirai don varsa da ülkemiz için asıl tehlike, daha geniş bir coğrafyada ve daha uzun bir süredir etkisini gösteren kuraklıktır.
Prof. Dr. Mehmet Emin Birpınar/ YEKAV (Yeşill Kalkınma Vakfı) Başkanı
İçinde bulunduğumuz yılda, dünyanın birçok bölgesinde yaşanan ani sıcaklık değişimleri sonucunda birçok afet yaşandı. Ülkemizde de kış döneminin hâkim olduğu şubat ayı ile bahara göz kırptığımız mart ve en son olarak da nisan ayı içerisinde yaşanan mevsim normallerinin üzerindeki sıcak geçişleri, bitkilerin erken uyanmasına yol açmış, akabinde yaşanan ani sıcaklık düşüşleri ile birlikte 34 ilimizde 16 çeşit tarım ürünü olumsuz etkilenmiştir. Takip eden süreçte de Meteoroloji Genel Müdürlüğü tarafından güncel kuraklık haritaları yayınlanmış ve ülkemizin büyük bölümünü etkisi altına alan kuraklık riski iklim değişikliğinin de etkisiyle tüm dikkatleri sayı ve etkileri artan meteorolojik afetlere yöneltmiştir.
İklim değişikliği -kamuoyunda daha çok iklim krizi olarak karşımıza çıkan olgu- günümüzün en ciddi küresel sorunlarından biri olarak öne çıkıyor. Her ne kadar günümüzde ısınma olarak karşımıza çıkıyor olsa da iklim değişikliği uzun dönemler boyunca (30 yıllık süreç gibi)sıcaklıklarda yaşanan ısınma ve soğumalar olarak ifade edilebilir. Aşırı yağışlar, sıcak ve soğuk hava dalgaları, kuraklık gibi doğa olayları; iklim değişikliğinin küresel, bölgesel ve ulusal bazda çevresel, finansal ve toplumsal etkilerini her geçen gün daha görünür hale getiriyor.
Dünya Meteoroloji Örgütü (WMO) tarafından Mart 2025'te yayımlanan "2024 Küresel İklim Durumu" raporuna göre, 2024 yılı şimdiye kadar ölçülmüş en sıcak yıl olarak kayıtlara geçti. Geçtiğimiz son 10 yıllık periyot yine kayıtlardaki en sıcak dönem oldu. 2024 yılı boyunca dünya genelinde ortalama sıcaklıkların, Sanayi Devrimi öncesi döneme göre +1,55°C daha yüksek olduğunun vurgulandığı rapor, sıcaklık artışının ilk kez Paris İklim Anlaşmasının temel hedefi olan +1,5°C değerini aştığını ortaya koydu.
Bölgesel bazda ülkemizin de içinde yer aldığı Avrupa Copernicus İklim Servisi'nin Nisan 2025'te yayımlanan "2024 Avrupa İklim Durumu" Raporuna göre Avrupa, kayıtlardaki en sıcak yılını yaşadı. Avrupa'da 2024 yılında gerçekleşen sıcaklık artışının sanayi öncesi döneme kıyasla +2,4°C olarak -ki küresel bazda yaşanan artış 1,55°C- kayıtlara geçtiğine dikkat çekildi. Benzer bir durumun deniz yüzey sıcaklıklarında da yaşandığı, bu minvalde, küresel bazda 0,6°C olarak gerçekleşen deniz yüzey sıcaklıklarının Akdeniz'de iki katı bulan artışla 1,3°C olarak kayıtlara geçtiği, bu durumun deniz ekosistemi üzerine olumsuz etkilerinin katlanacağına vurgu yapıldı. Raporda ayrıca, 1980'den bu yana Avrupa'nın küresel ölçeğe kıyasla 2 kat daha fazla ısındığına, böylelikle iklim değişikliğinin olumsuz etkilerine de benzer şekilde maruz kaldığına dikkat çekildi.
Yine, ülkemizin de içerisinde yer aldığı güneydoğu Avrupa'da 97 günlük yaz sürecinin 47 gününde aşırı sıcaklar etkili oldu, bu durum bölgede son 12 yıllık en kurak dönemin yaşanmasına neden oldu.
Meteoroloji Genel Müdürlüğü tarafından yine 2025 yılında yayımlanan "2024 Yılı İklim Değerlendirmesi" Raporuna göre de geçtiğimiz yıl ülkemizin kayıtlardaki - diğer bir ifadeyle son 54 yılın- en sıcak yılı oldu. Sıcaklık artışı 1990-2020 yılı ortalamalarına göre 1,7°C, sanayi öncesi döneme kıyasla da 2°C olarak gerçekleşti. Küresel ortalama değerlerden de daha yüksek bir ısınma ile karşı karşıya kalındı. Aşırı sıcaklar ülkemizde en çok su döngüsü üzerinde etkiler bırakmış, 2024 yılında yağışlarda ülke genelinde yüzde 6, Edirne gibi bazı bölgelerde yüzde 35'e varan düşüşlere yol açmıştır.
İklim değişikliğinin en yaygın göstergeleri hiç kuşkusuz fırtına, sel, yangın, sıcak ve soğuk hava dalgaları olarak ifade edilen aşırı hava olaylarıdır. Belirtilen hadiseler iklim değişikliğinin etkileri ile her geçen yıl sayı, sıklık ve şiddet bakımından artıyor. Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli (IPCC) raporlarında da açıkça belirtildiği üzere iklim değişikliğinden en çok etkilenen Akdeniz Havzasında yer alan ülkemiz, iklim değişikliğinin tetiklediği afetlere daha sık maruz kalıyor.
Meteoroloji Genel Müdürlüğü kayıtlarına göre 1990-2000 döneminde yıllık bazda 20 ila 150 aşırı hava olayı yaşanırken bu değer 2000-2010 döneminde 150 ila 550, 2010-2020 döneminde 300 ila 980'e ulaşırken 2020 yılı sonrasında ise yıllık bazda bini aşmış, 2024 yılında ise 1257 olarak kayıtlara geçmiştir. Bunun üçte birini de aşırı ve ani yağışlar ile bu yağışların neden olduğu sel/su baskın afetleri oluşturmuştur.
Sıcaklık değişimleri ve beraberinde oluşan su döngüsündeki değişim, sağlık, enerji, ulaşım, gıda ve tarım gibi birçok alanı doğrudan etkilerken özellikle de tarım sektörü en çok etkilenen alanlardan biri olarak karşımıza çıkmaktadır. Ülkemizde 2025 yılı başında; şubat, mart ve nisan aylarında yaşanan ani sıcaklık değişimlerinin tetiklediği zirai don vakaları geniş bir alanı etkisi altına almış, yalancı bahar olarak addedilen mevsim normallerinin oldukça üzerinde seyreden sıcaklıklar sonrası yaşanan aşırı soğuklar tarımsal üretim üzerinde olumsuz etkilere yol açmıştır.
Gündemde her ne kadar zirai don varsa da ülkemiz için asıl tehlike, daha geniş bir coğrafyada ve daha uzun bir süre etkisini gösteren kuraklıktır. MGM değerlendirmelerine göre Nisan 2023 - Mart 2025 dönemine ait son 2 yıllık kuraklık haritalarında ülkemizin Trakya, batı, güney ve iç kesimlerinin orta, şiddetli ve aşırı kuraklıkla karşı karşıya kaldığı, son 12 aylık kuraklık haritalarında ülkemiz topraklarının yarıdan fazlasının kuraklık tehdidi ile karşı karşıya kaldığı, son üç aylık (kış dönemi) haritalarda ise Karadeniz Bölgesi haricindeki tüm alanlarda yoğun kuraklığın hakim olduğu görülmektedir.
Don ve kuraklık tehdidinin yanında bilinçsiz su kullanımı, suya dayanıklı ürün desenlerinin tercih edilmeyişi gibi nedenler, hiç kuşkusuz tarımsal üretim ile su ve gıda arz güvenliğini olumsuz yönde etkilemektedir.
BM Tarım ve Örgütü (FAO) tarafından hazırlanan "Afetlerin ve Krizlerin Tarım ve Gıda Güvenliği Üzerindeki Etkisi 2023" isimli raporda, 2000-2021 yılları arasında doğal afetlerin neden olduğu tarımsal kayıpların yıllık küresel tarımsal GSYİH'nın yaklaşık yüzde 5'ine denk geldiği belirtilmiş, özellikle de iklim değişikliğinin tetiklediği kuraklığın tarımsal kayıpların yüzde 65'inden sorumlu olduğuna, bunun yanında sel, fırtına ve orman yangınlarının da önemli ölçüde zararlara yol açtığına, yaşanan sıcaklık değişimlerinin mahsul verimliliğini düşürdüğüne, bu nedenle de gıda fiyatlarında enflasyonist bir etki oluşturduğuna dikkat çekilmiştir. Türkiye'de iklim değişikliğinin tarım sektöründe beklenen en önemli etkilerinden bir tanesi verimde yaşanan azalmalar olarak gösterilebilir.
Ülkemizin 2024-2030 dönemine yönelik hazırlanan İklim Değişikliğine Uyum Stratejisi ve Eylem Planında (İDUS) yer alan verilere göre Türkiye'de iklim değişikliği etmenli afetlerin yol açtığı zararlar, GSYH'nın yüzde 1,2'sidir. Bu nedenle ülkemizi iklim değişikliği kaynaklı afetlerin etkilerinden korumak için dirençliliğimizin artırılması ve uyum eylemlerinin tüm düzeylerde tasarlanıp uygulanmasının önemine dikkat çekilmiştir.
İDUS'a göre ayrıca 2080 yılı itibariyle sıcaklık ve yağış rejimindeki değişimlerin bitkisel üretim verimi üzerindeki etkilerinin, buğday, arpa, yulaf ve çavdar gibi ürünlerde yüzde 8, ayçiçeğinde yüzde 12, baklagillerde yüzde 12, mısırda yüzde 14, pamukta yüzde 5 ve şeker pancarında ise yüzde 16 civarında olacağı tahmin edilmektedir. Trakya gibi bölgesel bazlı incelemelerde de sıcaklık ve yağış rejimindeki değişimlerin buğdayda yüzde 76, ayçiçeğinde ise yüzde 66 oranında bir azalmaya yol açabileceği değerlendirilmektedir.
Verimde düşüş noktasında küresel bazda da benzer bir seyrin olduğu, Amerikan Ulusal Bilimler Akademisi (PNAS), Nature ve FAO gibi birçok platformda yayınlanan benzer çok sayıdaki çalışma ile gösterilmiştir. Anılan çalışmalara göre dünya genelinde tüketilen kalori miktarının üçte ikisi, buğday, soya, pirinç ve mısır olmak üzere sadece dört mahsulden geliyor. Bu ürünlerde küresel bağlamda her 1 santigrat derecelik sıcaklık artışında verimde yüzde 25'e kadar düşüşler öngörülüyor. Yine, NASA tarafından yayınlanan bir çalışmaya göre küresel bazda 2030 yılına kadar sıcaklık artışları sonucunda temel besin maddelerinden buğdayda yüzde 17'ye, mısırda ise yüzde 24'lere varan verim kayıplarının yaşanacağı öngörülüyor.
İklim değişikliği hususu her ne kadar görülmek istenmezse de büyük bir sorun olarak sürekli karşımızda durmaktadır. Ülke olarak bulunduğumuz konum, değişikliğin olumsuz etkilerinin gerek sayı gerekse de şiddet bakımından giderek arttığını göstermektedir. Kamu öz kaynaklarının yerinde kullanılması adına atılması gereken adımların başında değişikliğe uyum sağlanmasının gerekliliği gelmektedir. Zira küresel bir sorunu yalnız çözüme kavuşturmanın zorluğuna karşın olası zararların önlenmesi ve fırsata çevrilmesi günümüz teknolojik dünyasında mümkün olabilmektedir.
Zirai dona karşı sisleme, rüzgâr pervaneleri, ısıtma gibi dünya genelinde uygulanan metotlar ülkemizde yaygın bir özellik göstermemektedir. Yine kuraklığa karşı suyun daha etkin kullanımını öngören sulama sistemleri, susuz tarım uygulamaları gibi yöntemler de ne yazık ki yeterince karşılık bulamadığı gibi arz talep dengesine bağlı olarak üreticilerin yoğunluklu olarak talebin yüksek seyrettiği ürün gamına yönelimi, kısa süreli kazançlar sağlıyor olsa da uzun vadede büyük kayıplara yol açmaktadır. Örneğin; ülkemizin tahıl ambarı olarak addedilen Konya günümüzde, su sorunu yaşanmasına karşın yoğunluklu olarak çok su isteyen şekerpancarı, patates, mısır, ayçiçek gibi ürünlerin ekim merkezi haline gelmiştir. Konya İl Tarım ve Orman Müdürlüğü istatistiklerine göre ilde 2002 ile 2020 yılları arasında; ayçiçek ekim alanı 53 bin dönümden 668 bin dönüme, üretilen ürün miktarı ise 9,2 bin tondan 278 bin tona artış göstermiştir. Benzer şekilde, şeker pancarı ekim alanı 635 bin dönümden 915 bin dönüme, üretilen ürün miktarı ise 3,4 milyon tondan 7,2 milyon tona artış kaydetmiştir. Ülkemizde üretilen şeker pancarının üçte biri bu bölgede yetişmektedir. Buna karşın görece daha az su isteyen baklagillerde de tersi bir seyir oluşmuş, ekim alanı 1,2 milyon dönümden 680 bin dönüme, üretilen ürün miktarı da 147 bin tondan 129 bin tona düşmüştür.
Ülkemiz gerek deprem gibi doğal, gerekse de meteorolojik afetlere sıklıkla maruz kalmaktadır. Buna karşın afetlerin yol açtığı zararların tazmininde önemli rol oynayan ve adeta bir tür güvence sağlayan sigorta sisteminin hem DASK hem motorlu taşıtlar hem de tarımsal üretim noktasında yeterince talep edilmediği görülmektedir.
DASK verilerine göre, topraklarının büyük çoğunluğu birinci dereceden deprem kuşağında yer alan ülkemizde her iki haneden birinde zorunlu deprem sigortası yoktur. Türkiye Sigorta Birliği verilerine göre trafiğe kayıtlı motorlu araç sayısının 29 milyonu aştığı ülkemizde TÜİK verilerine göre yıllık bazda 1 milyonu aşan kazaya rağmen, araçların beşte birinde zorunlu trafik sigortası bulunmamaktadır. Kaskolu araç sayısı da ancak yüzde 25 mertebesindedir.
Benzer bir durum gerek kuraklık gerekse de sel ve don gibi yıkıcı afetlerin etkili olduğu tarımsal üretim sürecinde de yaşanmaktadır. Tarım ve orman Bakanlığınca üretimi sürdürülebilir kılmak adına geliştirilen TARSİM mekanizmasından da yeterince istifade edilmediği afetlerle birlikte gün yüzüne çıkmaktadır. TÜİK verilerine göre ülkemizde işlenebilir tarımsal alan büyüklüğü 234 milyon dekara çıkmış olmasına karşın, TARSİM verilerine göre sigortalanan alan sadece 36 milyon dekardır. Sayıları 3 milyonu aşan poliçe sayısına rağmen çiftçi kayıt sistemine dâhil TARSİM kullanan çiftçi oranının yüzde 22 mertebelerinde olduğu değerlendirilmektedir.
Diğer önemli bir husus ise erken uyarı sistemlerinin daha aktif kullanılması ve yaygınlaştırılması olarak karşımıza çıkmaktadır. Meteoroloji Genel Müdürlüğünce gerek kuraklık gerekse de don gibi hususlara yönelik risk haritaları ile birlikte bitki sıcaklık ve soğuğa dayanıklılık haritaları gibi çalışmalar periyodik olarak yayınlanmakta, gerekli raporlar hazırlanmakta ve kamuoyuyla birçok platform üzerinden paylaşılmakta, ayrıca duyurular yapılmaktadır. Üreticilerimizin bu verileri daha sıkı takip etmesi ve olası tehditlerin etkilerini minimuma indirgeyecek önlemleri alması üretimde sürdürülebilirliğin sağlanması noktasında elzem görülmektedir. Aynı şekilde planlı üretim, sigortalama gibi üretimi devamlı kılacak uygulamaların yaygınlaştırılması için kamu, iş dünyası, eğitim camiası, ziraat odaları gibi sivil toplum kuruluşlarının bir dayanışma dâhilinde hareket etmesi, üreticilerimizi düzenli olarak bilgilendirmesi, üreticilerimizin de katılımcı rol alması ülkemiz açısından son derece faydalı olacaktır.
İklim değişikliğinin -her ne kadar yok sayılmak istense de- her an yanı başımızda bir tehdit olarak durmakta olduğunu, söz konusu tehdidi, Sayın Cumhurbaşkanımızın da büyük destek verdiği "Yeşil Kalkınma Hamlesi" ile fırsata çevirmenin de mümkün olduğunu unutmayalım. Bu noktada ülkemize özgü bir yasanın katılımcı ve kapsayıcı bir şekilde tekrar ele alınarak geliştirilmesi gerektiğini bir kez daha yinelemek istiyorum. Aksi takdirde dün zirai donu konuştuğumuz gibi bugün kuraklığa yoğunlaşır, yarın da aşırı yağışlara bağlı selleri ve sıcakların tetiklediği yangınları konuşmak durumunda kalırız.