Kanadalı Astrofizikçi Hubert Reeves, “Doğayla savaş halindeyiz. Eğer kazanırsak, kaybedeceğiz” der. Koronavirüs sonrası oluşacak yeni düzende kendisini güçlü şekilde konumlandırmak isteyecek devletlerin üretim süreçlerine ağırlık vereceği, tüketim alışkanlıklarının bireyselleşeceği, toplu taşıma kullanım oranlarında yaşanacak düşüş gibi senaryolar göz önüne alındığında insan-doğa dengesinin tekrar gözden geçirilmesi elzemdir.
Mustafa Altunel / SETA Eğitim Araştırmaları
Çin'in Vuhan kentinde ortaya çıkmasından kısa süre sonra tüm dünyayı etkisi altına alan koronavirüs, hemen her alanda alışkanlıkları değiştirmiştir. Özellikle ülkeler arası seyahatin kısıtlanması, bireylerin tüketim alışkanlıklarında meydana gelen değişim, karantina sürecinde evde çalışma modellerinin uygulanması, yüz yüze gerçekleştirilen eğitim – öğretim süreçlerine verilen ara, sağlık hizmetlerine duyulan ihtiyaç, bazı sektörlerde üretim süreçlerinde yaşanan aksaklıklar birçok sektörün geleceği konusunda belirsizliği beraberinde getirmiştir. Koronavirüsün ilk ortaya çıkışıyla birlikte odakta olan salgının yayılımını engellemeye yönelik önlemler, salgının yayılma hızında meydana gelen yavaşlamayla birlikte yerini koronavirüs sonrası oluşacak düzen için senaryoların üretilmesine ve tartışılmasına bırakmıştır. Bu süreçte eğitim, ekonomi, sağlık, uluslararası ilişkiler alanlarında koronavirüs sonrası muhtemel senaryolar sıklıkla çalışılmakta ve üzerine tartışmalar yapılmaktadır. Ancak, koronavirüs sonrası dönemde ortaya çıkacak yeni düzende küresel iklim değişikliği, devletlerin iklim değişikliğine karşı alacağı önlemler, atık yönetimi ve insan-doğa etkileşiminin boyutları gibi çevre alanında muhtemel senaryolar üzerine gerçekleştirilen çalışmalar oldukça sınırlıdır. Koronavirüs sonrası oluşacak yeni düzende kendisini güçlü şekilde konumlandırmak isteyecek devletlerin üretim süreçlerine ağırlık vereceği, tüketicilerin tüketim alışkanlıklarında bireyselleşme ve buna bağlı olarak ortaya çıkacak atıkların yönetimi, toplu alanların riskli görülmesinden kaynaklı toplu taşıma kullanım oranlarında yaşanacak düşüş gibi senaryolar göz önüne alındığında koronavirüs sonrası çevre alanında yapılacak çalışmalara ve insan-doğa dengesinin tekrar gözden geçirilmesine ihtiyaç duyulacağı söylenebilir.
Normaller değişti
Koronavirüs öncesi dönemde uluslararası kamuoyunun önemli ölçüde gündeminde olan çevre hassasiyeti ve çevre sorunlarının koronavirüs sonrasında nasıl şekilleneceği merak konusu. Koronavirüs salgının ortaya çıkışından kısa süre sonra tüm dünyada etkili olması ve Dünya Sağlık Örgütü tarafından salgının pandemi olarak ilan edilmesiyle tüm dünyada alışılmış hayat düzeni ve “normaller” değişiklik göstermiştir. Bu değişikliklerin karantina süresiyle sınırlı mı olacağı yoksa karantina sonrasında da devam mı edeceğini zaman gösterecektir. Ancak, şu anda söylenebilecek bir şey varsa oda şudur ki; her şey eskisi gibi olmayacaktır. Eskisi gibi olmayacak konulardan biri de bireylerin ve devletlerin çevre yaklaşımlarıdır. Koronavirüsle birlikte üretim süreçlerinde meydana gelen aksaklıklar, bireylerin tüketim önceliklerinde gerçekleşen değişiklikler koronavirüs sonrası dönemi direkt olarak etkileyecektir. Koronavirüsle birlikte dünya ekonomisinin yaşadığı ve yaşayacağı ekonomik bunalım devletleri daha fazla üretim yapmaya itecektir. Üretim süreçlerinde çevre hassasiyetinin ne ölçüde olacağı, çevrenin korunması ve geliştirilmesinin devletler ve bireyler için öncelik olup olmayacağı belirsizdir. Koronavirüsün dünya ekonomisinde ve ülke ekonomilerinde meydana getirdiği aksamaları plansız bir üretim süreciyle telafi etme çabası ekonomik bunalımı ortadan kaldırabilir ancak, ileriki yıllarda daha büyük çevresel sorunlarla karşılaşılmasını ortaya çıkaracaktır. Bu noktada çevre alanında faaliyet gösteren hem ulusal hem de uluslararası kurum ve kuruluşlara büyük görevler düşmektedir.
Hava kalitesi
Daha önce tecrübe edilmemiş boyutta bir salgınla karşı karşıya kalan bireylerin tüketim alışkanlıklarında değişim yaşanması muhtemeldir. Kişisel bakım ve temizlik ürünlerinin normal zamanlardan daha fazla kullanıyor oluşu, koruyucu ekipmanların (eldiven, maske vb.) hayatın bir parçası haline gelmesi, tek kullanımlık ürün kullanım tercihi gibi tüketim alışkanlıklarında meydana gelebilecek değişiklikler koronavirüs sonrası atık yönetiminin tekrar ele alınması gerekliliğini ortaya çıkarmaktadır. Bunun yanında alınan önlemler kapsamında dışarıda dolaşımın azalması, trafik yoğunluğunun azalmasına sebep olmuştur. Böylece hava kalitesini olumsuz yönde etkileyen gaz salınımı düşüş göstermiş ve ölçülen hava değerlerinde iyileşme yaşanmıştır. Ancak, bu iyileşmenin koronavirüs salgını sonrası devam edeceğini söylemek mümkün değildir. koronavirüs salgını kapsamında alınan tedbirlerin süreç içerisinde gevşetilmesiyle birlikte bireylerde meydana gelen davranış değişiklikleri tersine dönmeyecektir. Örneğin; toplu taşıma kullanan bir birey, koronavirüs salgını süresinde toplu taşımada sosyal mesafe kurallarına uyulmadığını düşünerek imkanı olması halinde özel araç kullanımını tercih edecektir. Devletlerde benzer bir hassasiyetle toplu taşıma araçlarının tam kapasiteyle çalışmasını engelleyecek, sefer sayısını ve sıklığını arttırmak durumunda kalacaklardır. Uçak seyahatlerinde yolcular arası sosyal mesafe kuralına koronavirüs salgını tamamen kontrol altına alınana kadar devam edileceği düşünüldüğünde uçak sefer sayılarında bir artış olması öngörülebilir. Hem bireylerin özel araç kullanımına yönelmesi hem toplu taşıma araçlarının sefer sayısı ve sıklığının arttırılması hem de uçak sefer sayılarının arttırılması koronavirüs sonrası hava kirliliğini arttıracaktır. Hava kirliliğinin insan sağlığı üzerine etkisi oldukça fazladır. Bunun en somut örneğini Türkiye’de koronavirüs tedbirlerinde 30 büyükşehirin yanı sıra Zonguldak ilinin önlem alınan illere dahil edilmesidir. Hava kalitesinin düşük olduğu bölgelerde bireylerin hastalığa yakalanma ve salgın hastalıkların yayılım hızının daha yüksek olduğu yapılan birçok çalışmayla ortaya konulmuştur. Doğa ile insan arasındaki ilişki tarih öncesi çağlardan günümüze kadar ulaşmış kadim bir tartışmadır. İnsanoğlunun hayatta kalma, beslenme, barınma gibi ihtiyaçlarını karşılayabilmesi için doğada var olan imkanları ne ölçüde kullanabileceği ve kullanacağı imkanları nasıl verimli hale dönüştüreceği bu tartışmaların odağını oluşturmaktadır. Dünya nüfusunun hızla arttığı, kaynakların hızla tükendiği günümüzde doğa–insan etkileşiminin boyutları çok daha fazla önem kazanmış durumdadır. İçerisinde bulunduğumuz koronavirüs salgınına yönelik yapılan tartışmaların bir boyutunu da bu etkileşim oluşturmaktadır.
Doğa-insan dengesi
Bilindiği üzere virüsün ilk ortaya çıktığı Çin’in Vuhan kentinde insanların beslenme alışkanlıkları, yaban hayatına karşı geliştirdikleri tutum ve davranışlar kamuoyunun sıklıkla ele aldığı konular arasındadır. Yalnızca yaşanılan koronavirüs süreci değerlendirildiğinde dahi doğa–insan etkileşiminde dengenin ne denli önemli olduğu kavranılabilir. Bireylerin tüketim alışkanlıklarında meydana gelen değişim, dünya nüfusunun hızlı artışı, yer altı ve yer üstü kaynakların hızla tüketilmesi doğa–insan etkileşiminde bir denge kurmanın güç olduğunu ifade edebilir. Ancak, bireylerin tüketim alışkanlıklarında gerçekleştirilecek değişikliklerle, kaynakların sürdürülebilir kullanımını özendirici faaliyetlerle bu etkileşimde bir denge kurmak pek tabii mümkündür. Bu dengenin kurulması insanoğlunun geleceğini korumak açısından bir tercih değil zorunluluktur.
İnsanı çevreden ayırmak ve bağımsız bir varlık olarak düşünmek büyük bir yanılgıdır. İnsanı çevrenin bir parçası olarak görmek ve çevreye bütüncül bakış açısıyla bakmak oldukça önemlidir. İnsanın sağlığı, mutluluğu ve refahı ancak çevrenin korunmasıyla ve sürdürülebilir politikalar beslenmesiyle mümkündür. Gerçekleştirilen birçok çalışma çevresel koşulların bireylerin iyi olma haline doğrudan etki ettiğini göstermektedir. Politikacıların bu gerçekliği görerek çevre merkezli politika üretmeleri hem insan sağlığı açısından hem çevre sağlığı açısından elzemdir. Aksi halde çevre merkezli bakış açısı terk edilip, insan merkezli ve kalkınma odaklı politikaların benimsenmesi öncelikle çevreyi sonrasında buna bağlı olarak insan sağlığını olumsuz yönde etkileyecektir. Çevre sağlığını ve insan sağlığını odağına alarak geliştirilecek sağlık ve ekonomi politikaları daha sürdürülebilir olacaktır. Koronavirüs salgını sonrası oluşacak düzende bu bakış açısının hakim olması önümüzdeki yıllarda benzer felaketlerin yaşanmasının önüne geçecektir.
Çevre eğitimi politikası
Koronavirüs salgınının sebeplerini ve sonuçlarını sağlık alanıyla sınırlamak büyük bir yanılgı olacaktır. Koronavirüs özelinde tüm salgınların tek bir nedeni yoktur. Birçok farklı nedenin bir araya gelmesiyle ortaya çıkan salgın hastalıkların çözümleri de birçok farklı alanın ortak çalışmasıyla mümkündür. Bireylerin bilgi – bilinç düzeylerinin bu tür salgın hastalıkların hem yayılımını engelleyici hem de alınacak önlemler için önemli bir belirleyici olduğu söylenebilir. Bireylerin bilgi – bilinç düzeyinin arttırılması ise büyük ölçüde eğitimle mümkündür. Koronavirüs salgını sonrasında ortaya çıkacak yeni düzende atılacak her adımda doğa – insan dengesinin korunması ve geliştirilmesi amaçlanmalıdır. Bu amaca ulaşabilmek için eğitim – öğretim süreçleri içerisinde çevre bilincinin doğru ve etkili biçimde verilmesi gerekmektedir. Koronavirüs salgını sonrası bir fırsat olarak değerlendirerek Türkiye’de eksikliğini hissettiğimiz ulusal çevre eğitimi politikası oluşturulabilir. Oluşturulacak çevre eğitimi politikası, erken çocukluk döneminden yükseköğretime kadar olan eğitim – öğretim programlarına yayılarak bireylere aktarılmalıdır. Eğitim dışında kalan bireyler için geliştirilecek uygun içerik ve materyaller yardımıyla toplumun tüm kesimlerine çevre bilinci kazandırmaya yönelik çalışmalar yapılabilir.
Kanadalı Astrofizikçi Hubert Reeves’e ait sözlerle yazımı sonlandırıyorum;
“Doğayla savaş halindeyiz,
Eğer kazanırsak, kaybedeceğiz”