Mevlana'nın "Umudunu yıkma; Yusuf'u hatırla. Dert nerede ise deva oraya gider" dizeleriyle Hakuna Matata arasındaki fark, Çorum leblebisi ile Tavşanlı leblebisi arasındaki fark kadar bence.
Dr. Hatice Çolak / Yazar
Epiktetos'a sormuşlar "Zengin kimdir?" diye... Epiktetos yanıtlamış: "Mutlu olan".
Epiktetos bir Yunan filozofu. Efendisi tarafından sakat bırakılmış bir köle iken, çağının en popüler ve aranan düşünürlerinden biri olmayı başarmış, sadece kitaplarıyla değil yaşantısıyla da binlerce yıl insanlara ışık olmuş bir filozof.
Pamukkale doğumlu olması dışında benim ilgimi en çok çeken özelliği Hakuna Matata felsefesinin belki kendisi öyle tanımlamasa da babası olması. Hayda, bu da nerden çıktı. Adam Yunan, Hakuna Matata Afrika felsefesi dediğinizi duyar gibiyim.
Her dönemin, coğrafyanın ızdırabı kendine
Yunan medeniyetinde kölelik kurumunun olduğunu biliyor muydunuz? Hep demokratik şehirler kuruyorlardı hani, hep boyanıp meydanlarda tiyatro oynayıp eğleniyorlardı. Yok, tarihin hiçbir döneminde öyle yağma yok. Her dönem ve coğrafyanın ızdırabı kendine. Ama her dönem ve coğrafyada birileri çıkıp Epiktetos'un dediğini demiş, mutlulugun formülünü aramış, bulmuş ya da bulduğunu sanmış.
Herkes mutlu olabilir
En özet haliyle formül şu: Doğa ile uyum içinde yaşamak ve kaderin beraberinde getirdiği her şeyi kabullenmek- yani kendini abartmadan, kontrol edilebilecek seylere odaklanmak suretiyle herkes mutlu olabilir. Zira Tanrı adildir ve herkese mutlu olma aracını bahşetmiştir; bir insana ancak ve ancak kendisi zarar verebilir, sanıldığının aksine başka insanlar değil; iş ki her insan bu basit formulu hayatına uygulayabilsin, kontrol edebileceği şeyleri nasıl kontrol edebileceğini bilebilsin.
Mesela insan ölümden kaçamaz ama ölüm korkusundan kaçabilir. İnsan kendisini dünyanın gidişinden sıyırıp ayıramadığına göre, yapacağı en iyi iş dünyanın gidişini kabul ederek kendisini gereksiz sıkıntı ve tedirginliklerden kurtarmasıdır.
Sıfatların az olduğu dil
İşte biz buna Afrika'da Hakuna Matata diyoruz, Batılı dillerin aksine sıfatların oldukca az olduğu bir dilimiz var. Mesela zengin demiyoruz da parasi olan diyoruz. Çünkü paranın baki olmadığını, belki yarın olmayacağını kayıtsız bir on kabulle biliyoruz. Çiğ çiğ mağrurlanmıyoruz. Aynı şekilde fakirliğin, dertlerin kederlerin de sonsuza kadar sürmeyeceğini bilip canımızı sıkmıyoruz, yeni gün nelere gebe kim bilir, onun heyecanını duyuyoruz.
Aynı felsefeye İslam dünyasında bazen "La Tahzen" diyoruz bazen "Bu da geçer ya hu" yani "Uzulme, ne gam ne dem baki."
Her şey fani
Bu her kültürün kendi savunma mekanizması olarak uzun acı ve tecrübelerle şekillenmiş formüller, bugün psikologların elinde malamat edilse de büyük derinliğe sahip; binlerce yıl sultanlardan hizmetkarlara tüm herkese bazen teselli olmuş, bazen nefsin oyunlarından korumuş, kendileri dahil her şeyin faniliğini hatırlatmış.
"Üzülme, Allah bizimle" ayetinden tutun Mevlana Celaleddin Rumi'nin aşağıdaki beyitlerine sayısız Hakuna Matata türevi var kültürümüzde:
"İnsanlar senin kalbini kırmışsa üzülme!
Rahman, "Ben kırık kalplerdeyim" buyurmadı mı?
"Derdim var" diyorsun;
Dert insanı Hak'ka götüren Burak'tır; sen bunu bilmiyorsun.
Umudunu yıkma; Yusuf'u hatırla.
Dert nerede ise deva oraya gider."
Bu dizelerle Hakuna Matata arasındaki fark, Çorum leblebisi ile Tavşanlı leblebisi arasındaki fark kadar bence.
Peki üç yazıdır sürdürdüğümüz bu mutluluk formülleri üçlemesinin açık ara en popüler, etkili ve dahi kolay olanı Hakuna Matata sadece İslam ve Afrika topluluklarına bahşedilmiş ayrıcalıklı bir felsefe mi? Tabii ki hayır. Tüm ilahi kitaplar benzer ayetlerle dolu.
"Sen neden dert ediyorsun, dertlerini birak Tanrı çözsün. Sadece ona guven, yeter"diyor İncil mesela, gökyüzündeki kuşları düşünen Tanrı seni mi düşünmeyecek? (Philippians 4:6-7)
Olanda hayır vardır
Aynı felsefe Budizm'de okyanustaki köpükleri düzenlemeye çalışan zavallı insan teşbihiyle anlatılıyor; oysa köpükler o kadar sonsuzlar ve insan o kadar küçücük ki; hiç şansı yok. Bıraksa kendi haline rahat edecek, zaten hepsi ayri güzel bakmasını bilene... Farkedildigi uzere günümüz insanı tarafından Disney'in daha çok aylaklık ve miskinlik üzerinden okunan bir şarkısı olarak okunsa da, azıcık bir deştiğimizde her dinde, her felsefede kendine ait tahtı olan bir düşünce, pozitif yaşam pratiği Hakuna Matata. O kadar yalın ki, Allah ol deyince olacak, çünkü ancak O ol derse olur: o zaman ben neden kendimi üzeyim ki? Elimden gelen bir şey varsa yaparım, üstüne bir de dua, oh mis- dahası Şam'da kayısı.
Hadi o zaman toparlayalım.
Afrika'ya yolu düşen dünya insanının en dikkatini çeken şey insanların yoksul ve fakat mutlu oluşu. Bunun çok çeşitli sebepleri var. Biz son üç yazımızda üç tanesi üzerine yoğunlaştık: 1- Toplum, yani Ubuntu-Biz varsak ben varım bilinci. 2-Yavaş yavaş, yani pole pole, tadını çıkararak, acele etmeden ve stressiz yaşama bilinci. 3-Tevekkül, yani Hakuna Matata, olanda vardır bir hayır, üzülme, bu da geçer ya hu bilinci. Bunların dışında elbette başka birçok sebep de sayabiliriz. Mesela uzun güneşli güzel havalarda dışarda olmanın bilimsel olarak insan psikolojisine iyi geldiği, sosyalleştirdiği ve stresi azalttığı kanıtlanmış durumda. Zanzibar'da güneşli geçen yıllık saat sayısı İngiltere'dekinin üç katından daha fazla mesela.
Modern çalışma saatleri ve temposu nedeniyle zaten o üçte bir olan saatlerde de insanlar güneş ışığına maruz kalamıyor, bu da D vitamini eksikliğine, dolaylı olarak da melatonin hormonunun artıp serotonin hormonunun azalmasına, dolayısiyle depresyona yol açıyor. Bugün dünya insanının yarısından fazlası kendi kurdukları çarpık yaşantılardan ötürü D vitamini eksikliği çekiyor ve bunu evlerine iş yerlerine aldığı güneş lambaları, haplar ya da vitamin iğneleriyle telafi etmeye çalışıyor.
Diğer bir sebep fakir insanın kaybetme korkusunun çok az olması. Mesela önünüzdeki uzun yıllarda ödemek üzere krediyle ya da borçla ev satın almamışsanız işinizi kaybetmekten korkmazsınız. Klimalı ya da birçok elektronik aletle döşenmiş konforlu bir evde yaşama standardınız yoksa sıcak havayla da soğuk havayla da başetmenin daha doğal yollarını bilirsiniz ve elektriklerin gitmesinden, o aletlerin bozulmasından korkmazsınız. Eğer tüm sevdikleriniz ve rızkınızı kazandığınız bağınız bahçeniz ya da herhangi iş yeriniz yürüme mesafesindeyse arabaya ihtiyaç duymaz, benzin fiyatlarından etkilenmezsiniz. Bu listeyi sonsuza kadar uzatabiliriz.
Bir başka sebep fakir Afrika insanın hayattan beklentisinin çok yüksek olmaması. Gerek aileniz gerek mahalleniz sizi illa da üniversite okuyup kariyer basamaklarını tek tek tırmanmaya zorlamıyorsa, siz de kendinizi zorlamazsınız. Anneniz ya da babanızın uzun yıllardır gittiği yollardan giderek, zaten içgüdüsel olarak bildiğiniz ve zorlanmadan yaşayabileceğiniz hayatları yaşarsınız. Kaygan olmayan, milyonlarca kez denenmiş, güvenli bir zemindir bu.
Medyaya ulaşımınız yoksa zaten hepten şanslısınız. Kendinizi sözümona aşırı lüks ve mutlu hayatlarla karşılaştırmayacak, bulduğunuza şükredeceksiniz. İhtiyacınız olmayan şeyleri almak için kendinizi paralamayacaksınız, neye ihtiyacınızın olduğunu başkalarının tanımlamasına izin vermeyeceksiniz. Binlerce yıldır atalarımızın yapageldiği gibi.
Aciz Afrika değil şifalı Afrika
Not: Bu yazı dizisi size madalyonun başka bir yüzünü göstermek, kötüyü değil iyiyi teşhir etmek, Afrika ve Afrikalıya başka bir açıdan bakmanızı, kendinize de bazı reçeteler çıkarabilmenizi sağlamak amacıyla kaleme alındı.
Yoksa biz de biliyoruz ki Afrika'da 54 ülke var ve 1.2 milyar insan yaşıyor. İçlerinde iç savaşların, salgınların, kuraklık ve açlığın dayanılmaz boyutta olduğu ülkeler var. Esasında her yerde terkedilen, tacize uğrayan, dolandırılan insanlar var. Bu yazı dizisi, birçoğu modern insanı mutluluğu için feda edilen bu insanların mutsuzluğundan bahsetmiyor.
Ajitasyon üzerinen daha kolay bağış toplamak ya da medyatik çalışmalar yapmak için oluşturulan aciz Afrika insanı imajı yerine, bir kere olsun spot ışıklarını mutluluğu dünyaya şifa olabilecek canım Afrika insanı üzerine çeviriyor.