3 Ocak 2024'te İran'da gerçekleşen saldırıyı DEAŞ-Horasan grubu üstlenmişti. Saldırının motivasyonu ve failleri ile 28 Ocak'ta İstanbul'da gerçekleşen kilise saldırısı arasında benzerlikler görülmektedir. Bu iki saldırı, DEAŞ'ın, Horasan grubu üzerinden çevre ülkelerdeki yeniden yapılanma sürecine işaret etmesi bakımından oldukça dikkat çekicidir.
Dr. Necdet Özçelik/ Kapadokya Üniversitesi Öğretim Üyesi
DEAŞ terör örgütünün 28 Ocak tarihinde İstanbul'un Sarıyer ilçesindeki Santa Maria Kilisesi'ne düzenlediği saldırı, örgütün Türkiye'deki varlığına ve faaliyetlerine dair dikkat çekici yeni bir durumu işaret etmektedir. Örgütün Türkiye'deki varlığı ve faaliyetleriyle ilgili yeni durumun en önemli unsuru, saldırıyı örgütün Afganistan merkezli Horasan uzantısının üstlenmiş olmasıdır. Öyle ki örgüt şimdiye kadar Türkiye'de gerçekleştirdiği saldırıları doğrudan kendisi üstlenmişti. Saldırıyı örgütün Horasan grubunun üstelemesi ve saldırganların kimliğindeki detaylar, örgütün Türkiye'deki yapısal dinamiklerine işaret ederken, saldırının hedef seçimi, icra şekli ve lojistik yönetimi de örgütün eylem kapasitesiyle ilgili birtakım ipuçları vermektedir. Buradan hareketle, DEAŞ terör örgütünün Türkiye'deki varlığında örgütün Afganistan merkezli Horasan uzantısıyla bağlantılı bir şekilde yeniden yapılanarak bir dönüşüm sürecine girdiğini ifade edebiliriz.
Geçtiğimiz beş-altı yıllık süre zarfında DEAŞ'ın etki ve ilgi alanında meydana gelen jeopolitik gelişmeleri, örgütün Türkiye'deki yapısal dönüşümüne neden olan itici ve çekici faktörler şeklinde sıralayabiliriz. İtici faktörler arasında; DEAŞ'ın Irak ve Suriye'deki askeri yenilgisi, ABD'nin Afganistan'dan çekilmesi ve DEAŞ ile mücadeledeki uluslararası etkin istihbarat işbirliği (örgütün etki alanının daralmasına neden olmuş, örgüt faaliyetlerini ilgi alanındaki gri faaliyet alanlarına kaydırmak zorunda kalmıştır) bulunmaktadır. Örgütün ilgi alanında bulunan Türkiye ve İran gibi ülkelerin, örgütün yeniden yapılanması ve faaliyetleri açısından önemi artmış görünmektedir. Bu ülkelerin örgütün etki alanlarına yakın olması ve uluslararası kitlesel göç güzergâhında bulunması DEAŞ'ın ilgi alanındaki yapısal dönüşümünün çekici faktörleri olarak değerlendirilebilir. O halde DEAŞ'ın Türkiye'deki yapısal dönüşümünün ulusal güvenlik açısından bir sınama olarak karşımızda durduğunu söyleyebiliriz.
Türkiye'deki DEAŞ varlığı ve genel sınıflandırma
Türkiye'nin ideolojik ve coğrafi bakımdan DEAŞ'ın etki alanı içinde yer almadığını söyleyebiliriz. Bunun başlıca iki gerekçesi var. Birincisi Türkiye'deki sosyo-kültürel yapının DEAŞ'ın ideolojisine karşı büyük bir antipatiye sahip olmasıdır. Bir diğer sebep Türkiye'deki güvenlik mimarisinin caydırıcı etkisidir. Örgütün bunun yerine Türkiye'yi şimdiye kadar ilgi alanı içinde tutmak için bir strateji izlediği görülmektedir. Peki, DEAŞ'ın şimdiye kadarki Türkiye'de varlığını nasıl sınıflandırabiliriz?
DEAŞ'ın Türkiye'deki varlığı şimdiye kadar iki ana grup halinde gözlendi: Yabancı terörist savaşçılar (YTŞ) ve yerel Türk gruplar. Örgütün 28 Ocak'ta düzenlediği saldırısıyla birlikte yapısal dönüşüm halindeki DEAŞ'ı üçüncü bir grup olarak işaret etmek pek de yanlış olmaz.
Türkiye'deki DEAŞ'ın varlığının birinci grubunu yabancı terörist savaşçılar oluşturmaktadır. DEAŞ dünya genelindeki terörist savaşçılar için Suriye ve Irak merkezli bir çekim gücü oluşturmaya başladığı 2012-2014 yılları arasında çevre ülkelere yabancı terörist savaşçıların Suriye ve Irak'a seyahat edebilmeleri için bir anlam yükledi. Türkiye de DEAŞ tarafından belirlenen çevre ülkelerden biri haline geldi. Bununla birlikte DEAŞ'ın Suriye ve Irak'ta askeri olarak yenilgiye uğratılması Türkiye'deki örgütün çekim gücünü azalttı ve çevre ülkeler üzerinden çatışma bölgelerine gitmek isteyen yabancı terörist savaşçı sayısı da azaldı.
Türkiye'deki ikinci grup DEAŞ varlığı ise sınırlı sayıdaki yerel Türk radikallerdir. Türkiye'deki yerel DEAŞ grupları yıllar içinde El Kaide aracılığıyla radikalleşen gruplardır. Daha önceden El Kaide'ye biat eden bu gruplar, El Kaide'nin etkisini yitirmesini müteakip DEAŞ'ın askeri etkisinin çekim gücüyle birlikte pragmatik bir şekilde DEAŞ'a katılarak ortaya çıktı. Bu gruplar pragmatik biatçılar olarak da adlandırılabilir. Bu gruplarının birçoğunun işlevi DEAŞ için finansal kaynak sağlamak ve yabancı terörist savaşçılara barınma, saklanma yeri, ulaşım ve lojistik sağlamaktan öteye geçemedi. Konya'daki Gezenler Grubu ve Adıyaman'daki Dokumacılar Grubu gibi yerel yapılar Suriye'de DEAŞ saflarında yaşanan silahlı çatışmalarda aktif olarak yer almış olsalar da hiçbir Türk grubun DEAŞ'ın merkez sistemi içerisinde yer edindiğini söyleyemeyiz. Dolayısıyla yerel Türk grupların DEAŞ'ın gözünde ikincil aktör olarak görüldüğü de iddia edilebilir. Bunun nedeni Selefi ideolojinin Türkiye'deki etkisinin sınırlı olmasıdır. Yerel DEAŞ gruplarının çoğu 2017 yılına kadar Türk güvenlik güçleri tarafından ortadan kaldırıldı.
Üçüncü grup DEAŞ varlığı ve yeni sınama
DEAŞ'ın Irak ve Suriye'deki yenilgisiyle eş zamanlı olarak Türkiye'deki yabancı terörist savaşçıların ve yerel grupların büyük oranda etkisiz hale getirilmesiyle birlikte Türkiye'deki DEAŞ varlığının bir dönüşüm içinde girdiğini tartışmıştık. Bu dönüşümün DEAŞ'ın Horasan Vilayeti adı altında kurguladığı Afganistan merkezli yapısının çevresinde geliştiğine dair önemli emareler görülmektedir.
DEAŞ-Horasan, Pakistan'daki Tahrik-i Taliban ve Özbekistan İslami Hareketi öncülüğünde militan grupların 2015 yılında birleşmesiyle kuruldu. Grup, Afganistan, Pakistan, Orta Asya ülkelerinin bazıları ve İran kuzeydoğusunu içine alacak şekilde Horasan Vilayeti kurmak için DEAŞ'a bağlılık sözü verdi. ABD'nin Afganistan'dan çekilmesinin ardından örgüt 2021-2022'de bir miktar güç kazandı ve Afganistan ile komşu ülkelerde saldırılar gerçekleştirdi. Ancak, örgüt Afganistan'da Taliban'ı dengeleyecek bir güce sahip olamadı. Taliban'ın güçlenmesiyle hareket alanları kısıtlanan radikal yerel Selefi Özbek ve Tacik gruplar diğer çatışma bölgelerindeki kendi etnik benzerlerini DEAŞ'ın Horasan grubuna destek vermesi için Afganistan'a çağırdı. Bununla birlikte örgüte Orta Asya'dan katılımda bir artış görüldü. Ancak bu örgüte katılmak isteyenler, kendi devletlerinin güvenlik güçlerinin yoğun baskıları nedeniyle Afganistan'a doğrudan gidemediği için önce İran'a ulaşarak DEAŞ-Horasan'a katılmaya başladılar. Örgüt mensuplarının DEAŞ'ın Horasan grubuna katılmak için izlediği güzergâhlarda birtakım lojistik ve güvenlik sorunları yaşadıkları, bu sorunların beraberinde mali güçlükler de getirdiği değerlendirilmektedir. Ancak mali ve lojistik güçlük ile güvenlik tedbirleri nedeniyle DEAŞ'ın Horasan grubuna katılmak için yola çıkan birçok örgüt mensubunun Afganistan'a ulaşamayarak İran ve Türkiye gibi transit/çevre ülkelerde varlıklarını idame ettirmek zorunda kaldıkları görülmektedir. Bunun için de örgüt mensuplarının transit/çevre güzergâhlarında bulunan ülkelerin yerel kaynaklarını kullanma yoluna girdikleri yakalanan örgüt mensuplarının ifadelerinden anlaşılmaktadır. İstanbul'un Sarıyer ilçesindeki kiliseye saldırıyı gerçekleştiren iki teröristten birinin, İstanbul'un Bahçelievler ilçesindeki bir restoranda garson olarak çalıştığı ve yaşam giderlerini örgütten alacağı finansal yardım yerine kayıtsız olarak çalıştığı bu işyerinden aldığı maaşla karşıladığı görülmektedir. Tipik bir kayıtsız göçmen vakası şeklinde kendini saklayabilme ve hayatta kalma becerisi gösteren örgüt üyesinin saldırıda kullandığı silah ile lojistiği ise aynı uyuyan hücrenin diğer üyeleri tarafından sağladığı belirtilmektedir.
3 Ocak 2024'te İran'da gerçekleşen saldırıyı da DEAŞ-Horasan üstlenmiş ve saldırının motivasyonunda ve faillerinde 28 Ocak'ta İstanbul'da gerçekleşen saldırıyla benzerlikler görülmüştü. Bu iki saldırı DEAŞ'ın Horasan grubu üzerinden transit/çevre ülkelerdeki yeniden yapılanma sürecine işaret etmesi bakımından oldukça dikkat çekicidir.
Türkiye'deki mevcut DEAŞ varlığının yeniden örgütlenme yoluyla dönüşüm sürecinde olması Türkiye'nin örgüt nazarındaki coğrafi ve sosyal statüsünün çevresel alandan merkezi alana kaydığını göstermez. Ancak Türkiye'deki DEAŞ varlığındaki yeni gerçek, Türkiye'nin örgüt nazarındaki çevre statüsünün, yerel Türk DEAŞ'lı gruplar tarafından değil Afganistan-Orta Asya-Kuzey Kafkaya kökenli DEAŞ-Horasan üyelerince manipüle ediliyor olmasıdır.
Türkiye'nin DEAŞ ile mücadelesi Horasan grubu ekseninde yeni bir boyut kazanırken, Suriye-Irak merkezli DEAŞ unsurları ve kuzey Afrika ve Avrupa'dan gelen yabancı terörist savaşçılarla mücadeleyi daha önemsiz hale getirmez. DEAŞ'ın Türkiye'deki bu çok yönlü sınamasına karşı atılacak adımlardan birisi Türkiye'de sosyal güvenlik ve vergi sistemine tabi olmadan çalışan göçmenlerin tamamının kayda alınmasıdır. Bu birçok örgüt üyesinin açığa çıkmamak adına ülkeden ayrılması için iyi bir başlangıç olabilir. Öte yandan, göçmen çalışanlara uygulanacak sosyal güvenlik ve vergi zorunluluğu ülkeden kayıtsız çıkan paranın engellenmesine fayda sağlayacaktır. Bu durum, işverenlerin Türk vatandaşlarını yeniden tercih etmesinin yolunu açacaktır. Böylelikle Türkiye'nin göçmen problemiyle birlikte gelen güvenlik ve sosyal sınamalarına yapısal bir tedbir alınabilir.
@necdet4059