Bu milletin bir ferdi görünüp çocuk cesedi üzerinde tepinenlerin, dün neler yaptıklarına, Dersim'de nasıl çoluk çocuk katlettiklerine, yüzyılın başında Van'da, Erzurum'da nasıl milleti canından bezdirdiklerine, bu siyasanın 'arkadaşlarının' daha dün şehirlerimizi işgal edip, binlerce Kürt çocuğunu hendeklere nasıl gömdüğüne dair canlı hafıza bir kez daha tazelenmiştir.
Mustafa Ekici / Yazar
"Aktörler her zaman ne yapıyor olduklarını bilirler. Ancak tipik bir şekilde, eylemlerinin sonuçları asıl niyetlerinden uzaklaşır."
Anthony Giddens
Ana muhalefet partisinin önemli bir yöneticisinin, merhum Aylan Kurdi'nin cesedi üzerinde tepinerek yaptığı rezil siyasal şovu gördüğümde, cemiyetimize dair ağır bir güvensizlik yaşadım. Çünkü cemiyetimizin üzerinde ortaklaştığı iletişim zemininin ciddi oranda erozyona uğradığının önemli bir işaretidir bu. Konu gündelik siyasi tartışmalara argüman üretmek değil artık, birbirine yabancı, aynı dili konuşuyor görünüp birbirine galaksiler kadar uzak bu düşünce ve daha çarpıcısı duygu durumlarının, cemiyetimizi derin bir varoluş krizine sürüklemekte olduğu gerçeği ile yüzleşmemiz gerekir. Aylan Kurdi, Suriye'de Müslüman ahalinin iradesine 'çökmüş' Kardahalı ezoterik bir çetenin katlettiği yüzbinlerce çocuktan biri. Sadece İslam milletini değil, sinesinde vicdan taşıyan bütün insanlık alemini derinden yaralayan bu ağır suçun suçlusu, bu rezil çocuk katili, diktatörü temize çıkarırcasına Aylan'ın cesedinin, üzerine çiziktirilen bir sloganla servis edilmesi, milletin yüzyıldır dinmeyen ihanetlere, Haçlı işbirlikçiliğine, karanlık plan ve desiselere dair hafızasına, bu hafızanın sinir uçlarına, mide bulandıran bir dokunuş olmuştur.
Kültürel hatlar ve modernizm
Hepimiz tarihsel arka planı olan ve diğerleri ile bazen keskin bazen de silik hatlarla ayrışan kültürler içinde yaşarız. Modernleşme bu ayrışık kültürlerin üzerinde daha büyük ve kapsayıcı bir kültürün gelişmesine sebep olsa da hepimiz bir tarafıyla bu büyük kültürel evrenin özel bir bağlamında yaşarız. Murad edildi ki toplumlar modernleştikçe yakınlaşacaklar, kültürün keskin hatları silikleşecek, kültürel kodlardan kurtulmuş özgür birey, insanlığın şafağını aydınlatan bir güneş olarak doğacak. Ama öyle olmadı, olamazdı da. Çünkü insanı insan kılan 'ortak bilgi' ve bunun üzerine inşa olunan 'sağduyu' okullarda öğretilen mekanik bilgi ile oluşan bir şey değil. Şairin, dili anne sütüne benzetmesi ne kadar hikmetli. Dil, cemiyetin üzerinde ortaklaştığı, insanların kendi davranışlarını diğer insanların davranışlarına uydurdukları, bir arada yaşamayı mümkün kılan, karşılıklı bir uyumla anlam, beklenti ve davranma biçimlerinin içinde varlık kazandığı bir güvenlik adası, 'varlığın yuvasıdır.'
Doğu kültüründe Batı'dan farklı olarak dil çoğu zaman bir müphemlik barındırır. Bu durum, aynı kültür ortamında varlık kazanan farklı kültürel kodlara sahip birey ve gruplar için bir tür güvenlik alanı, dildeki katmanlı anlam, jestler ve işaretlerle zenginleşerek bir mahrem varlık alanı sağlar. Böylece farklı düşünüş ve inanç kodları ile inşa edilmiş birbirine bitişik ya da ayrışık kültürler kesinlikten kurtularak eylemlerin yorumlanmasına imkân verir, birbiriyle çelişen değerlerin olumlanarak bir arada veya olumlanmadan yan yana durmasını mümkün kılar.
Güven hızla eriyor
Ama özellikle son dönemde, ilginç bir şekilde yaşama bir şiirsellik de katan bu müphemlik hızla eriyerek, can acıtıcı keskinliklere sahip, yapma bir dil, siyasetin zorlamalarıyla icra edilen programlarla varlık kazandı. Artık her birimize, lazım olduğunda bir yorum hakkı tanıyan müphemliğin yerine, keskin karşıtlıklar ve düşmanca duyguları tetikleyen derinliksiz, insani özden yoksun mekanik bir 'yuva' dayatılıyor.
Daha da kötüsü eskinin katmanlı anlam dünyası yerine maskeli ve kötü niyetli bir tekdüzelik ile karşı karşıyayız. Çünkü misal bir grup barış dediğinde diğer grup kastedilenin savaş olduğundan emin. Böylece aynı gibi görünen ama aslında keskin şekilde ayrışan bu dikotomik varlık alanında, cemiyeti mümkün kılan güven hızla eriyor. Komşunun komşuya duyduğu derin güvensizlik, hatta giderek korku durumudur bu. Zamanında Ermeni'ye, Balkanlarda Bulgar'a, Yunan'a, Anadolu'da Rum'a karşı dayatılan duygu benzeri milletimizde beka korkusu depreştiren tehlikeli bir siyasadır bu.
Yapay kültür, yüksek ses
Siyaset ve medya dünyamıza çöreklenmiş az sayıda insanın şaşırtıcı cüreti kafa karıştıran bir mecrada ilerliyor. Çünkü bu az sayıdaki 'elitin' kurguladığı yapay kültür, yüksek ses ve akıl karıştıran cüret sayesinde toplumun önemli bir kısmında yüzeysel de olsa karşılık buluyor. Kendi kapalı evreninde radikal ve rijit bir olgu olan sol örgüt kültürü, bu örgütlerin bile kabullenmekte zorlanacağı bir oportünizmle geniş halk kitlelerine dayatılıyor. Milletin yüzyılın başında yaşadığı ağır beka sorununa benzer bir duygu hali alttan altta milletin yüreğini titretiyor, hıncını biliyor. Elde silah her gün millete saldıran terör örgütleri ile iç içe geçmiş bu siyasanın vatandan, barıştan, demokrasiden anladığı şeylerin, cemiyetin üzerinde ortaklaştığı varsayılan dilden/anlamdan fersah fersah uzaklaştığı açık. Yüz yıl evvel devletin en zayıf anında millete dayatılan ağır ve kanlı yenilginin arifesinde benzer cüret ve yüksek sesle bağıranların özgüvenini çok andıran bu maskeli dili, bu savruk siyasayı milletimiz iyi tanıyor. Girişte bahsini ettiğim çocuk cesedi üzerinde tepinen yetkilinin davranışı buna dair mide bulandıran, ürkünç bir örnektir. Sureta bu milletin bir ferdi görünüp çocuk cesedi üzerinde tepinenlerin dün neler yaptıklarına, Dersim'de nasıl çoluk çocuk katlettiklerine, yüzyılın başında Van'da, Erzurum'da nasıl milleti canından bezdirdiklerine, bu siyasanın 'arkadaşlarının' daha dün şehirlerimizi işgal edip, binlerce Kürt çocuğunu hendeklere nasıl gömdüğüne dair süreğen ve canlı hafıza bir kez daha tazelenmiştir.
Derslerle dolu
Bu kadar açık bir suçtan böyle rezil bir şov çıkaran bir zihnin, milletimizi neye doğru sürüklemekte olduğu sorusu uyku kaçıracak cinsten tehlikelidir, Alçaklığın Evrensel Tarihi'ne derç edilecek derecede ders doludur. Nitekim yanı başımızda Suriye'de Müslüman halkın iradesine çökmüş olan Kardahalı ezoterik çetenin Suriye'yi ne hale getirdiği göz önündedir.
Farkındayım son zamanlarda memlekette herkes psikolog gibi konuşup psikopat gibi davranmayı adet haline getirdi ancak ben burada gerçekten psikiyatrik vaka ayarındaki siyasilerden yola çıkarak bilime karşı hadsizlik yapıp psikiyatrik analizlere girişecek değilim. Yine de bir çocuğun ölü bedeni üzerinde tepinmeyi siyaset sanacak kadar ebleh olan bu kişiliğin kaynağı, bu sakil kişiliği doğuran kültür ortamını analiz etmemiz, anlamaya çabalamamız gerekir. Her gün televizyonların canlı yayınlarında sokak çocuklarının mahalle kavgalarında bile edilmeyen küfürler, hakaretler eşliğinde muhatap kaldığımız bu dilin, bu dili kullanan siyasetçilerin gerçekte milletimizin hangi derdine deva bir siyasi kavga peşinde olduğu izaha muhtaçtır. Kimi kişisel hırs, kimi ideolojik saplantı, kimi 'Biden'ın vaat ettiği' destek motivasyonu ile biraraya getirilen, aynı cümlede anılmaları bile akla ziyan siyasal yapıları bir arada tutmanın ciddi bir stres yarattığı açık. Derin korkuların eşlik ettiği bu faş olmak korkusu, bu sürekli teyakkuzda olma hali, söz konusu aktörleri içinde var olageldikleri kültürel kodlarla uzlaşılması güç pozisyonlara zorluyor.
Mülteci karşıtlığı ve Aylan
Ama milletimiz derin sağduyusuyla her şeyin farkında. Milletimiz, Goethe'nin Kızıl Ağaçlar Kralı baladında bahsettiği korkuları aşalı çok oldu. Çocuklarımızın uyduruk ideolojilerle, emperyalizm karşıtlığı maskesi altında sömürgenin öncü gücü olarak savaştırılmak üzere kaçırıldığı korkulu geceleri geride bıraktık artık. Aylan bebeğimizin sahilimize vuran cesedini kucağımıza aldık, yasımızı tuttuk, şimdi şafağı bekliyoruz. Aylan'ı boğduranlarla, sabah akşam mülteci düşmanlığı yapanlarla Aylan'ın ortak hiçbir şeyi yoktur. Aylanlara ekmeğini, aşını paylaşan, evini, yüreğini açan bu aziz millet gözlerini başka ufuklara dikti şimdi. Varsın bir süre 'ajansın' kurguladığı oyunlar oynansın, millet başka bir baladı sesliyor, yüreği dolduran hınçla sıkıyor yumruğunu
"Sana aldırmıyorum" diyor:
"Çünkü ölüm ile korkutamazsın bizi artık, parçalamak ile korkutamazsın, aştık bunları, şimdi şafağı bekliyoruz, tepemizde patlayan her bomba ile biraz daha çoğalıyoruz, matematiğini anlatmak biraz zor, aklın dışı biraz ama gerçekten eksildikçe çoğalıyoruz, parçalandıkça bütünleşiyoruz."
Şimdi Babil'de, Belh'te, Kesep'te, Halep'te şafağa dair, vatana dair bir çığlık gibi, dağlarda gümleyen bir nara gibi türküler çığırıyoruz.