Güvenlik boyutunu öne çıkaran İsrail'in katkısıyla ABD'nin “büyük güç rekabeti” çerçevesinde Ortadoğu'yu yeniden şekillendirme çabaları bölge ülkeleri tarafından ne gerçekçi, ne güvenilir ne de inandırıcı bir yaklaşım olarak görülüyor. Eski Amerikalı diplomat Chas W. Freeman'ın da belirttiği gibi ABD'nin Ortadoğu politikasında kapatılması zor büyük bir “gedik” açılmış durumda.
Mustafa Tüter/ Akademisyen, Yazar
İsrail'in Gazze işgali devam ederken geçtiğimiz haftalarda Çin'in Körfez bölgesiyle yoğunlaşan kapsamlı işbirliğinin artarak devam edeceğini gösteren yeni bir gelişme yaşandı. Çin, Katar'la 27 yıllık ikinci bir gaz anlaşması imzaladı. Çin'in Ortadoğu'da değişen dış politikası çeşitli ekonomik, güvenlik ve düşünsel boyutları içeren kapsamlı bir global stratejinin parçası. "Genişleyen çevre" anlayışı çerçevesinde Çin'in Ortadoğu'ya yüklediği önemin artması yükselen jeopolitik rekabetin diğer bölgelere doğru kayma eğiliminde olduğunun önemli bir göstergesi. Ortadoğu ülkeleriyle gelişen ekonomik işbirliğinin ötesine geçen güvenlik alanındaki işbirliği çabaları kapsamlı bir hale gelme potansiyeli taşıyor. Bir yandan Çin'in globalleşen çıkarları, diğer yandan da Ortadoğu ülkelerinin yükselen Asya ekonomilerine ilgisindeki artış bu eğilimi kuvvetlendiriyor. Çin'in Ortadoğu'ya yönelik "kapsayıcı işbirliği" yaklaşımı hem Orta Asya ve Güney Asya'daki etkinliği hem de Afrika bölgesiyle olan yoğun ilişkileri açısından son derece önemli. Bu kapsayıcı işbirliğinin geliştirilmesinde Çin'in entegre edilmiş güvenlik ve kalkınma vizyonu "aşamalı" ve "konu odaklı" uygulamaları içeriyor. Çin'in değişen Ortadoğu politikasının aşamalı oluşu "kalıcı" ve uzun dönemli bir stratejik planlama niteliği taşıdığını gösterirken, konu odaklı perspektifi bölgesel aktörlerin tamamıyla "çeşitlendirilmiş" ve "tamamlayıcı" ortaklıklar inşa etme gayretini yansıtıyor. Bu bağlamda Çin'in Körfez bölgesine yönelik önceliği İran ve Körfez İşbirliği Konseyi ülkeleri arasında güvenlik işbirliğini teşvik ederken, bu ülkelerle ikili ilişkilerinde enerji güvenliği, silah satışları ve teknoloji işbirliği gibi alanlarda Çin'in genişleyen stratejik çıkarlarının korunmasını amaçlıyor. Çin'in Körfez güvenlik işbirliğinin geliştirilmesinde oynadığı "pozitif dengeleyici" rol, Doğu ve Batı Asya arasında entegre edilmiş bölgelerarası kalkınma girişimlerinin güçlendirilmesinin önünde var olan engellerin mümkün olduğunca yumuşatılmasına yönelik.
Ortadoğu'da "yeni güvenlik mimarisi" yaklaşımı
Yaşanan global jeopolitik Kuzey-Güney eksen kaymasında Körfez bölgesinin ağırlığı giderek artıyor. Bu jeopolitik dönüşümde Körfez bölgesinin kalkınma ve güvenliği açısından bölge ülkelerinin yükselen "yeni talepleri" kritik bir önem kazandı. Biden dönemiyle beraber ABD'nin yaklaşımının Çin'le devam eden global "ekonomik rekabet"in Ortadoğu'da "güvenlik rekabeti"ne dönüşme ihtimali üzerinde durması, ABD'nin bölge ülkelerinin "taraf tutmalarını" zorlayıcı bir tutum içinde olduğunu gösteriyor. ABD'nin son on yılda sadece İsrail'in güvenliği ve "İran tehdidi"ne odaklanan diplomatik yaklaşımı, Çin'in ve Rusya'nın bölgede artan etkinliklerinin sınırlandırılması gerekliliğini işaret eden bir anlayışla yeniden tanımlanıyor. Çin'in sadece Ortadoğu'da artan etkinliğine göre değil ama aynı zamanda mevcut sorunlara çözüm üretme kabiliyetine endeksli Çin'le işbirliği veya rekabet arasında tercih yapma eğiliminde olan ABD'li karar vericilerin ikinci seçenekten yana bir tutum benimsedikleri anlaşılıyor. Fakat Çin'in bölgesel düzende değişimi sürüklemeye yetecek bir kapasiteye henüz ulaşmadığı varsayımına dayalı Ortadoğu'da Çin'le işbirliğini genişletmek yerine rekabeti tercih eden bu tutumun ne ölçüde isabetli olduğunu zaman gösterecek.
Bu noktaya gelene kadar ABD'nin büyük stratejisinde Ortadoğu'ya yönelik yaklaşımında son yirmi yılda önemli bir kayma yaşandı. 11 Eylül sonrası ABD ve Çin arasında "terörizme karşı savaş" konusunda varılan global uzlaşının sarsılmasına yol açan en önemli gelişme, İsrail'in Amerikan iç ve dış politikasında daha da artan etkinliği oldu. İsrail'in bölgesel huzursuzluğa yol açan şiddet eylemlerine ABD'nin verdiği koşulsuz destek Arap dünyasıyla tutarlı bir ilişki geliştirmesini zorlaştırırken, ABD'nin bu tutumunun "İslam düşmanlığını" artıracak etkiler doğurması nedeniyle Çin tarafından eleştiriler yöneltilmesine zemin hazırladı. Diğer yandan ABD'nin Ortadoğu politikasını şekillendiren mezhepsel ve etnik ayrımlara dayalı bölge algısının doğurduğu "felaketler zinciri", 2011 sonrası Arap isyanlarıyla beraber daha da yönetilemez bir hal aldı. Bu noktada ABD ve Çin arasında Suriye krizi ve Irak'ın geleceği konularında önemli görüş ayrılıkları ortaya çıktı. Tüm bu gelişmelerle beraber ABD açısından Ortadoğu'nun değişen jeopolitik gerçekliği ve ülkesel politika unsurlarına uygun yeni dış politika anlayışının üretilmesi gerekliliğine dair daha yüksek sesle dile getirilen farklı görüşler olmasına rağmen, Biden yönetimi İsrail'in güvenliğini öncelikli gören yaklaşımını sürdürerek Çin'le rekabette söylemsel düzeyde belki bir anlamı olsa bile bölgesel düzeyde bir karşılığı bulunmayan "otoriterleşmeye karşı demokrasi" argümanına dayalı değer temelli bir dış politika izleme yoluna gitti.
Sonuç olarak ABD'nin Ortadoğu politikasının zorlayıcı karakteri teşvik ve ikna edicilikten uzaklaştığı gibi bölge ülkelerine taahhüt ettiği "caydırıcılık"ın temin edilmesinde giderek daha fazla zorlanıyor. Güvenlik boyutunu öne çıkaran İsrail'in katkısıyla ABD'nin "büyük güç rekabeti" çerçevesinde Ortadoğu'yu yeniden şekillendirme çabaları bölge ülkeleri tarafından ne gerçekçi, ne güvenilir ne de inandırıcı bir yaklaşım olarak görülüyor. Eski Amerikalı diplomat Chas W. Freeman'ın da belirttiği gibi ABD'nin Ortadoğu politikasında kapatılması zor büyük bir "gedik" açılmış durumda.
Çin'in Filistin-İsrail çatışmasına yönelik "diplomatik arabuluculuk" arayışı, Arap devletlerinin sorunun çözümünde etkili bir eylem sergilemelerine katkı sunmaya henüz yeterli gelmemesine rağmen Arap toplumlarının Çin'e bakışını olumlu etkileyerek "artan bir sempati" kazanmasına yardımcı oluyor. Özellikle ABD'nin Arap dünyasındaki son derece olumsuz imajı düşünüldüğünde Çin'in diplomatik girişimlerinin ülkesel politika bağlamında edindiği desteğin giderek arttığını belirtmek gerekir. Çin, en başından bu yana bu gerekliliğin farkında olan bir yaklaşımla Filistin-İsrail çatışmasına paralel Körfez güvenliğinin güçlendirilmesi şeklinde formüle ettiği önceliklerine göre Ortadoğu'ya yönelik politikalarını tasarladığı için avantajlı bir diplomasi tarzı geliştirme şansı yakaladı.
Çin-Arap işbirliğinin son dönemdeki en önemli diplomatik başarısını oluşturan İran-Suudi Arabistan yakınlaşmasının Ortadoğu'da daha "büyük bir uzlaşı"ya dönüştürülme girişimleri çok taraflı bölgesel güvenlik işbirliği ve uzun dönemde kollektif güvenlik mekanizmalarının kurulması amacına yönelik. İran ve Körfez ülkeleri arasındaki ilişkilerin normalleştirilmesinin yanında, Körfez ülkelerinin Yemen ve Suriye krizleri konusundaki yaklaşımlarının uyumlu hale getirilmesi ve Körfez İşbirliği Konseyi'nin içsel bütünlüğünün güçlendirilerek "ortak güvenlik çerçevesi"nin geliştirilmesinin teşvik edilmesi çabaları Çin'in artarak devam eden Körfez güvenliği diplomasisinin en önemli boyutlarını oluşturuyor.
Körfez ülkelerinin ABD'den bağımsız stratejik özerklik arayışlarının Asya'ya doğru yeni yöneliş fırsatlarıyla birleşmesi, Çin'in diplomatik girişimlerine yönelik bölgesel desteği artırıyor. Körfez ülkelerinin beklentilerini tanımlayan ekonomik çıkarlar temelli enerji, ticaret, altyapı, finans ve teknoloji işbirliklerinin yanında bölgesel istikrarın sağlanmasında Çin'in daha aktif rol üstlenmesi yönündeki beklentileri açıkça dile getiriliyor. Çin'in geçtiğimiz yıl "Ortadoğu'da Yeni Güvenlik Mimarisinin Desteklenmesi" önerisi, bölgesel güvenlik işbirliğinin geliştirilerek Ortadoğu ülkelerinin dışsal etkinlik ve müdahaleler karşısında ülkesel stratejik özerklik ve bölgesel konumlarının güçlendirilmesini öngörüyor.
Trump döneminde ileri sürülen bir düşünce çerçevesinde İran ve Türkiye'nin dışlanarak İsrail'in güvenliğinin merkeze alındığı Ortadoğu'da "Arap NATO"su kurma planlarının bölgede yaşanan son gelişmelerle beraber uygulanabilirliğini tamamen yitirdiği çok açık. ABD'nin Ortadoğu'dan geri çekildiği algısına paralel Ukrayna Savaşı sonrası Çin'in artan diplomatik girişimleriyle beraber bölge ülkelerinin "yeniden konumlanışları"nda görülen değişim, İran'ın bölgesel rolünü güçlendirirken Körfez ülkelerinin Asya yönelimini destekleyici bir nitelik taşıyor. Oluşan bu yeni bölgesel "uzlaşı"nın BRICS'in genişlemesi ve ŞİÖ ile koordinasyonun artırılması yoluyla kurumsal işbirliği düzeyinde geliştirilmesi, Çin ve Rusya arasında derinleşen stratejik ortaklıkla destekleniyor. Batı Asya enerji kaynaklarının Asya'ya akışını kolaylaştıran genişletilmiş enerji işbirliğine Hindistan'ın da bu çerçevede dahil olması durumunda petro-dolar pazarlığına dayalı ABD hegemonyasının giderek zayıflamasının bölgesel düzenin geleceği üzerinde doğuracağı etkileri hesaplayabilmek sanıldığı kadar kolay değil.
Genişleyen enerji işbirliğinde deniz güvenliğinin güçlendirilmesi
ABD'nin Doğu Asya politikasıyla Çin'in Ortadoğu politikası arasında var olan esaslı farlılığa rağmen taktiksel düzeyde bazı benzerlikler olduğunun altını çizmek gerekir. Her iki yaklaşımda da enerji ve ticaret çıkarları açısından "Güney kapısının" açık tutulması öncelikli görülüyor. Ancak Körfez bölgesinin enerji kaynaklarına erişimde ABD askeri gücünün oynadığı güvenlik sağlayıcı rolün sürdürülebilirliği konusunda Çin'in endişelerinin arttığı söylenebilir. Bölge ülkeleriyle ortak düzenlenen askeri tatbikatlar ve Çin'in bölgede yeni askeri üs arayışı bu güvenlik gereksinimini somut bir şekilde gösteriyor. 2017 yılında Çin'in Djibouti'de konuşlandırdığı askeri üssün yanında İran, BAE, Katar ve Umman gibi çeşitli ihtimaller üzerinde durulurken Çin'in güvenlik ve ekonomik çıkarlarının korunması açısından Yemen'in en öncelikli seçeneği yansıttığı tahmin edilebilir. Fakat burada "Hürmüz Boğazı"nın güvenliğinin Çin açısından taşıdığı önem düşünüldüğünde az ihtimal dahilinde görülen Katar'ın önümüzdeki yıllarda sürpriz bir kararla Çin'e kapılarını açması İran-Suudi Arabistan yakınlaşmasından sonra bölgesel güvenlik açısından beklenmedik sonuçlar doğurabilecek yeni bir gelişme olabilir. Daha şaşırtıcı bir gelişme ise giderek reelpolitik temelli dış politika uygulamalarına yönelen BAE'nin Çin'le güvenlik alanında daha kapsamlı bir işbirliği geliştirme tercihine yönelmesi olur. Çin, Körfez bölgesi ve Irak'ın hem enerji güvenliği açısından hem de Kuşak ve Yol Girişimi'nin gelişiminde oynadığı rol bakımından taşıdığı önem nedeniyle BAE ile askeri ve güvenlik işbirliğini ilerletme gayreti içinde. Bu noktada Irak'ın istikrarının korunmasında BAE'nin bölgesel düzeyde oynayacağı olumlu rolün Çin açısından önemsendiği varsayılabilir.
Çin'in Kuşak ve Yol inisiyatifi bağlamında "Global Güney" ülkeleriyle geliştirdiği ticari ilişkilerinin güvenli bir şekilde yürütülebilmesi Körfez bölgesini de içine alan deniz güvenliği alanında geliştirilecek yeni işbirliği imkanlarına bağlı. Deniz güvenliğiyle ilgili Çin'de yapılan tartışmalara bakıldığında ABD donanmasının Ortadoğu ve Körfez bölgesindeki hegemonik üstünlüğünün yarattığı "güvenlik kırılganlığı"nın azaltılması için Çin'in bölgede daha etkin rol oynaması gerektiği vurgulanıyor. Her ne kadar Çin "ikili sirkülasyon" paradigması çerçevesinde deniz yollarından kaynaklanan kırılganlığı yeni kara güzergahları üzerinden geliştirdiği alternatiflerle azaltmaya gayret etse de, özellikle Çin'in askeri ve güvenlik bürokrasisinin mevcut güvenlik riskleri açısından ABD'nin "büyük güç rekabeti"ni Ortadoğu bölgesine taşıma eğilimi konusundaki uyarıları dikkate değer nitelikte. Çin'in askeri diplomasi yoluyla Körfez bölgesinde askeri varlığını kalıcı hale getirme arzusu, Kuşak ve Yol bağlamında Körfez ülkelerinin liman altyapılarının geliştirilmesi projelerinin bir parçası olarak algılanmaya başlandı. Özellikle ABD Savunma Bakanlığı BAE'nin Khalifa limanında Çin'in gizli bir askeri tesis inşa ettiğini belirterek uyarıda bulunma ihtiyacı hissetti.
Bununla beraber İran'ın nükleer programını da içeren daha geniş kapsamlı nükleer meselelerin Suudi Arabistan'la ele alınması, Çin'in Suudi Arabistan'la nükleer geliştirme konusunda anlaşmaya vardığı yorumlarının yapılmasına yol açtı. Son düzenlenen Çin-Körfez İşbirliği Zirvesi'nde görüldüğü gibi önümüzdeki beş yıl içinde Çin-Arap işbirliğinin kritik boyutu haline gelecek nükleer enerji işbirliği ve nükleer güvenlik konularının geliştirilmek istenen Körfez güvenlik işbirliğinin ana odak noktası haline geleceğini tahmin etmek zor olmaz.
Silah satışlarının "oyun değiştirici" potansiyeli
Çin'in Ortadoğu ülkeleriyle artan askeri işbirliklerinin en önemli boyutunu silah satışlarında görülen yükseliş oluşturuyor. Çin'in Arap ülkelerine yönelik silah satışlarında 2016-2020 yılları arasında iki kat artış yaşandı. Bu eğilimin geniş Ortadoğu bölgesinde ikinci büyük silah satıcısı konumunda bulunan Fransa'nın imajındaki gerilemeye bağlı olarak daha da artacağını öngörmek mümkün. Çin'in silah satışlarının Ortadoğu'da oyun değiştirici potansiyele sahip oluşu bölge ülkeleri üzerinde ileride doğurabileceği "güvenlik taahhütleri" beklentilerini yükseltmesi ihtimaliyle ilgili.
Suudi Arabistan, BAE ve Katar'ın son yıllarda artan askeri harcamalarıyla beraber Körfez bölgesi dünyanın en büyük silah pazarı haline geldi. Suudi Arabistan'ın global silah ithalatındaki payı yüzde 11'e yaklaştı. Körfez ülkelerinin kendi savunma ve silah endüstrilerini geliştirme eğilimi, Çin'le ilişkilerinin güvenlik boyutunu güçlendirecek önemli bir unsur. ABD'nin drone ve savaş uçağı ihracatını durdurmasıyla beraber silah pazarında oluşan arz açığı AB, Rusya, Çin ve İsrail'in silah endüstrileri tarafından doldurulmaya çalışılıyor. Çin'in son beş yıl içerisinde Suudi Arabistan ve BAE'ye silah satışları sırasıyla yüzde 290 ve yüzde 77 artış gösterdi. "İbrahim Anlaşmaları" çerçevesinde İsrail'le normalleşme karşılığında ABD'nin BAE'ye taahhüt ettiği F-35 satışlarının iptal edilmesi, Körfez ülkelerinin ABD ve Avrupa ülkelerine olan güvenlik bağımlılığının kendi çıkarları açısından "güvenilmez" olduğunu gösteren en son örneklerden biri. Buna ek olarak BAE medyasında Çin'e yönelik sempatiyle yaklaşan yayınlarda görülen artış çok kutuplu dünya düzeni içinde Ortadoğu'nun bölgesel özerkliğini elde edeceği beklentilerini yansıtıyor.
Riyad'ın Çin'le askeri ilişkilerini geliştirme arzusunun genel jeopolitik dönüşümün doğurduğu nedenler yanında pratik bir karşılığı bulunuyor. Batı'nın Suudi Arabistan'a yönelik baskıları ve Yemen savaşında uyguladıkları silah ambargosu pratik gerekçelerin en başında geliyor. Geçen yıl "yerli drone fabrikası" kurulması amacıyla Çin ve Suudi Arabistan arasında yapılan anlaşmayla Suudi Arabistan 2030 yılı itibariyle silah harcamalarının yarısını yerli üretime ayırmayı hedefliyor. Buna ek olarak daha önceki yıllarda İran'a verdiği desteğe benzer şekilde Suudi Arabistan'ın ulusal balistik füze geliştirme projesine Çin'in yardımcı olacağı da belirtildi.
Teknolojik işbirliğinin güvenlik boyutları
Çin'in Körfez ülkeleriyle geliştirdiği teknolojik işbirliğinin iki ana boyutu bulunmakta. Birincisi çift kullanımlı ve askeri teknoloji işbirliği, ikincisiyse deniz altından yapımı devam eden global telekomünikasyon ve internet projesi "Barış (Peace)".
2021 yılında Çin ve Arap Ligi ülkeleri arasında imzalanan "Veri Güvenliği İşbirliği" anlaşması Çin'in Arap ülkeleriyle çift kullanımlı ve askeri teknoloji işbirliği, siber ve dijital güvenlik ve karşı terörizm eğitimi alanlarında kapsamlı bir çerçeve sunuyor. 5G, bulut teknolojileri ve yüksek teknoloji komplekslerinin inşasını içeren Körfez ülkeleriyle gelişmiş teknoloji işbirliklerinin karşılaşacağı muhtemel risklere karşı önlemlerin alınması ve gerekli düzenlemelerin yapılması gerekiyor. Bununla beraber uzay ve havacılık alanında planlanan uydu iletişim projelerinin sivil ve askeri uygulamalarda kurulan yeni ortaklıklarla geliştirilmesi amaçlanıyor. Örneğin, İran ve Pakistan'ın erişimine açık Çin'in "BeiDou Uydu Sistemi"ne Körfez ülkelerinin de dahil edilmesi ihtimali değerlendiriliyor. Çin'in drone teknolojisi pazarındaki baskın rolü ve bu alanda gelişen işbirlikleri düşünüldüğünde Körfez ülkelerinin Çin'in bu uydu sisteminden yararlanmak istemeleri anlaşılır bir durum.
Çin'in "Dijital İpek Yolu'nun bir parçası olan "Barış (Peace)" projesinin Pakistan-Doğu Afrika-Avrupa arasında fiber-optik kablolar yoluyla kurmayı amaçladığı bölgelerarası dijital bağlantısallık Körfez bölgesini de içine alacak şekilde genişletildi. Ortadoğu ve Körfez bölgesinin Çin tarafından kurulmak istenen dijital network ağının "coğrafi düğüm" noktalarından biri olduğu söylenebilir. Dijital ekonomilerin entegrasyonunu amaçlayan "Dijital İpek Yolu"nun bir yandan Mısır'a yapılan teknolojik altyapı yatırımlarıyla diğer yandan Körfez ülkeleriyle geliştirilen finansal işbirlikleriyle daha da kapsamlı hale gelişi global teknolojik rekabetin Ortadoğu bölgesinde yoğunlaşmaya başlamasına yol açıyor. Son yıllarda Çin'in bu global dijital altyapı projesi, ABD ve Batılı ülkeler tarafından açıkça global jeopolitik rekabetin merkezi alanlarından biri haline getirildi. Bu dijital altyapının sağladığı veri akışlarının kontrolünde Huawei başta olmak üzere Çinli teknoloji şirketlerinin oynayacağı rolü kabullenmekte zorlanan ABD ve diğer ülkeler "ulusal güvenlik" kaygılarını gerekçe olarak gösteriyor. Daha genel anlamda kaygıların odaklandığı temel nokta ise Çin'in "Dijital İpek Yolu"nun doğurabileceği dönüştürücü jeopolitik etkiler.
Sonuç
Global Güney ülkelerinin Asya'yla ekonomik entegrasyonun hızlanmasıyla Ortadoğu ve Körfez bölgesinde var olan bölge içi rekabetler "yumuşama dönemi"ne girdi. Ortadoğu'nun yeniden Batı Asya'ya dönüşme sürecinde Çin'in oynadığı önemli rolü görmezden gelmek mümkün değil. Batılı ülkelerin aksine Çin'in Batı Asya'ya yaklaşımını şekillendiren bütüncül bakış açısı, bölge ülkeleriyle yürüttüğü kapsayıcı işbirliğini Körfez güvenliğini de içine alacak şekilde genişletmek istiyor. Bu açıdan bakıldığında yaşanan global ve bölgesel jeopolitik dönüşüme bağlı olarak önümüzdeki dönemde Çin'in geniş Ortadoğu ve Körfez bölgesinde askeri etkinliğinin görece artacağını öngörmek yanlış olmaz. Çin'in değişen Ortadoğu politikasında "sınırlı güvenlik sağlayıcı" rolü korunurken daha agresif bir güvenlik yaklaşımının benimsenmesinden özellikle uzak durulduğu görülüyor. Ancak ABD'nin Çin'in Ortadoğu'da artan etkinliğinin niteliğinden duyduğu rahatsızlığın halihazırda mevcut işbirliği alanlarını tehlikeye atacak eylemlere dönüşmesi durumunda Çin'in yapabilecekleri göz ardı edilmemeli. Ortadoğu, ABD hegemonyasının en güçlü fakat aynı zamanda da en kırılgan olduğu bölge. Bir yönüyle bu kırılganlık nedeniyle bölgede 60'a yakın askeri üssü bulunuyor. Çin'in ABD'yle süregiden jeopolitik ve jeoekonomik rekabette üzerinde daha fazla baskı hissetmesi durumunda kendini sınırlayan yaklaşımından daha saldırgan bir tutuma doğru geçiş yapabilir. Öncelikle yeni yarattığı çok taraflı kurumlar aracılığıyla "Global Güney" ülkeleriyle geliştirdiği finansal alandaki işbirliğini daha da hızlandırarak ABD'nin yaptırımlarına karşı doların hegemonyasını derinden sarsacak yeni eylemlerde bulunabilir. Devamında ABD'ye yönelik politikalarını daha da sertleştirmek isterse İran başta olmak üzere ABD'nin yaptırımlarına hedef olan ülkelere desteğini artırarak ve ABD tek taraflı politikalarına karşı global düzeyde bir kampanya yürüterek ABD'nin ülke dışındaki askeri varlıklarını protesto hedefi haline getirebilir. Buna ek olarak ABD donanmasının etkinliğini sınırlandırmak amacıyla "Deniz Hukuku Sözleşmesi"ni değiştirmeye dönük diplomatik bir çaba içine girebilir. Eğer bunlar da yeterli gelmezse askeri doktrininde radikal bir değişikliğe giderek ve nükleer silahlanma ve füze teknolojilerinin kontrolü rejiminden çıkarak diğer ülkelere balistik füze ihracatı yoluyla ABD üzerinde caydırıcılık yaratabilir. Bununla beraber deniz güvenliği alanında ABD'nin hiç beklemediği türde işbirliği imkanları yaratarak stratejik deniz yollarının kontrolü mücadelesi içine girebilir. Tüm bunlar detaylı bir şekilde düşünülürse Çin'in Ortadoğu'daki etkinliği sınırlı olmasına rağmen yapabileceklerinin ABD'nin sandığından çok daha büyük olduğu fark edilebilir: Çin'in sınırlandırılmış savunma harcamalarını kolaylıkla artırılabileceği, eğer istenirse donanma gücünün savunmadan saldırı pozisyonuna geçirilebileceği, eğer istenirse ulaştığı ekonomik etkinliği politik etkinliğe dönüştürmede sahip olduğu avantajları, teknolojik gelişimde dünya liderliği vizyonunun dayandığı inovasyon yeteneklerini, giderek geleceği temsil eden uluslararası imajının diğer ülkeler üzerinde yarattığı "tarafsız kalma" seçeneğini ve aslında askeri müttefiki olmamasının kendisine sunduğu avantajlı hareket kabiliyetini. Son bir not: Çin'in Ortadoğu'da yeni güvenlik mimarisi yaklaşımını şekillendiren "pozitif dengeleme" ve "kapsayıcı işbirliği" çerçevesinde oluşturmak istediği uzun dönemli "Körfez kollektif güvenlik yapılanması"nın önündeki en büyük engel, ABD-Çin işbirliğinin gelişmesini de zayıflatan ve giderek büyüyen "İsrail sorunu"dur.