Dr. M. Mücahit Küçükyılmaz / Yazar
Tarihin gördüğü en geniş sınırlara sahip imparatorlukların başında gelen Büyük Selçuklu Devletinin yıkılışı aslında bir adamın, onun karizmatik ve kudretli hükümdarı Sultan Sencer’in de yıkılışının hikâyesidir. Öyle ki, Sencer devletin başına geçtiği zaman bir kriz yaşamakta olan Büyük Selçuklu ayağa kalkmış, o yorulup pes edince de henüz bir devlet için çocukluk dönemi sayılabilecek olan bir asrı ancak aşmış olan Büyük Selçuklu kendiliğinden dağılmıştır. 1040’da Tuğrul ve Çağrı Beyler tarafından kurulan ve 1157’de Sencer yalnızlık ve keder içinde öldüğü zaman kendiliğinden çözülen bu dev imparatorluğun sınırları, yıkılırken bile 10 milyon kilometrekareyi buluyordu. doğuda Çin sınırındaki Issık ve Balkaş göllerine, batıda Marmara denizindeki İznik ile Ege ve Akdeniz sahillerine, Kuzeyde Aral gölünün yukarı kısımlarına, güneyde Arabistan yarımadası dâhil Umman denizi ve Hint okyanusuna uzanan devasa topraklar, deyim yerindeyse, Sencer’in toprağa gömülmesiyle birlikte tarihe karışıp gitmiştir.
Kanlı oyuncak
Selçuk Bey’in Kınık obasıyla birlikte Müslümanlığa geçmesi ve Şamanist Oğuz Yabgu devletine Cend şehrinde isyan etmesiyle temelleri atılan Büyük Selçuklu, onun torunları Tuğrul ve Çağrı bey kardeşlerin ahenkli yönetiminde gerçek anlamda bir devlet olmuştu. Abbasi Halifesi Kâim’in ünlü âlim Mâverdi’yi elçi olarak gönderip Şii Büveyhoğullarından kurtulmak için yardım istemesi ve Tuğrul Bey’in 1055 yılında ordusuyla Bağdat’a girmesi aynı zamanda Türklerin İslam’ın kılıcı ve koruyucusu olmasının da başlangıcı sayılır. Bağdat’ı ve halifeliği kurtarıp Halifenin kızı ile evlenen Tuğrul Bey 1063’te vefat ederken, ardında evlat bırakmadığı için kardeşi Çağrı Bey’in oğlu Alp Arslan hükümdar oldu. 1071’de Doğu Roma ordusunu Malazgirt’te büyük bir hezimete uğratan Alp Arslan, 1072’de, henüz 43 yaşındayken Karahanlı bir kale komutanının suikastıyla öldüğünde Büyük Selçuklu Devleti, doludizgin koşmaya hazır, şevk ve heyecan dolu bir kısrak gibiydi. Onu Alp Arslan’ın adil ve kudretli oğlu Melikşah ile âkil ve dirayetli veziri Nizamülmülk, 20 yıl boyunca hem sınırları genişleterek, hem de devlet sistemi ve bürokrasisini sağlamlaştırarak mükemmel bir şekilde idare ettiler. Ne var ki, 1092’de önce 14 Ekim günü Nizamülmülk’ün bir Haşhaşi suikastçi tarafından katledilmesi, ardından 19 Kasım’da da Melikşah’ın bir av sonrası zehirlenerek şaibeli bir biçimde ölmeleri üzerine devlet büyük bir krize girdi. O sırada Melikşah’ın büyük oğlu Berkyaruk 12, Muhammed Tapar 10, Ahmed Sencer 6, Mahmud ise 5 yaşındaydı. Henüz 37 yaşındaki Melikşah’ın ölümü üzerine Büyük Selçuklu tahtı tabiri caizse, bir anda küçük çocukların elinde kanlı bir oyuncağa dönüştü.
Terken Hatun’un hırsı
Melikşah Bağdat’ta öldüğünde yanında bulunan ve Karahanlı prensesi olan eşi Terken Hatun, 5 yaşındaki oğlu Mahmud’u tahta geçirmek amacıyla Sultan’ın öldüğünü gizlemiş ve cenazeyi de saklamıştı. Terken Hatun’un devlet yönetimini ele geçirebilmek için yaptığı entrikalar neticesinde taziye âdeti gerçekleştirilemedi, hatta öyle ki Melikşah’ın cenaze namazı bile kılınamadı. Bu sırada büyük âlim ve Bağdat Nizamiye Medresesi Başmüderrisi İmam Gazali, reşit olmayan çocuktan sultan olamayacağı fetvasını vermişti. Ancak Terken Hatun burada durmadı; aynı zamanda kızının kocası olan Halife Muktadi’den, yerine başka birini halife ilan etmekle tehdit ederek, oğlunun sultanlığı için fetva almayı başardı. Aynı zamanda, Musul emiri Gürboğa’yı da İsfahan’da bulunan Berkyaruk’u tutuklamakla görevlendirdi. Gürboğa, İsfahan’a varıp rahatça saraya girdiğinde babasının ölümünden haberi olmayan Berkyaruk’u gafil avlayıp hapse attırdı. Fakat Melikşah’ın öldüğünü öğrenen Nizamülmülk’ün adamları Berkyaruk’u hapisten kaçırıp Rey şehrinde sultan ilan ettiler. Terken Hatun ve küçük oğlu Mahmud İsfahan’a gelip idareyi ele aldıklarında, Berkyaruk, 17 Ocak 1093’te büyük bir orduyla Isfahan üzerine yürüyerek şehri kuşattı. Çaresiz kalan Terken Hâtun, 500 bin dinarlık yüklü bir para ödeyerek Berkyaruk’un hâkimiyetini kabul etmek zorunda kaldı. Anlaşmaya göre, Berkyaruk Büyük Selçuklu Sultanı olacak; İsfahan ve Fars eyaletleri de Terken Hâtun ile oğlu Mahmud’a bırakılacaktı. Ancak Terken Hâtun bununla da yetinmedi; oğlunu tekrar iktidara geçirebilmek amacıyla bu sefer Berkyaruk’un dayısı Azerbaycan Emiri İsmail bin Yakutî’ye haber gönderip, Berkyaruk’a karşı beraber savaşması şartıyla kendisiyle evleneceğini bildirdi. Böylece, gönlüne Büyük Selçuklu tahtı düşen Emir İsmail bin Yakutî, yeğeni Berkyaruk ile Şubat 1093’te Kerec’te amansız bir savaşa tutuştu ve yenildi.
Tabii Terken Hatun yine pes etmedi; bu kez Berkyaruk’un amcası, Suriye Selçuklu Sultanı Tutuş’a evlenme vaadiyle işbirliği teklifinde bulunarak onu Berkyaruk ile karşı karşıya getirdi. 26 Şubat 1095’te Rey yakınlarında yapılan muharebe sonunda Tutuş savaş meydanında ölürken, Terken Hatun da öncesinde hastalanarak büyük bir hırsla bağlandığı dünyadan göçüp gitmişti. Bütün bu taht kavgalarına pek karışmayan Melikşah’ın üçüncü oğlu Sencer, Horasan Meliki olarak büyük bir güce erişmişti ve ağabeyi Berkyaruk’a destek vermekteydi. Mesela Berkyaruk, isyan eden amcası Arslan Argun ile Çağrı Bey’in torunlarından Muhammed b. Süleyman’dan Sencer’in yardımıyla kurtulmuştu. Diğer isyankâr amcası Şihâbüddevle Tekiş’i de 1097 yılında ortadan kaldırarak ülkenin her tarafında hâkimiyet kurdu.
Tapar isyanı
Tam ortalık duruldu derken, bu kez Berkyaruk’un kenarda bekleyen ikinci kardeşi Gence Meliki Muhammed Tapar isyan etti ve Büyük Selçuklu 1104 yılı başına kadar devam eden kanlı bir iç savaş sürecine girdi. Onlarca savaş, on binlerce can kaybı, çöken devlet düzeni ve iktisadi sistemden sonra iki kardeş, Berkyaruk’un ardından Muhammed Tapar’ın hükümdar olması şartıyla anlaştılar. Ancak bütün Selçuklu topraklarında devlet otoritesini yerleştirip huzur ve sükûnu sağlamaya başladığı sırada vereme yakalanan Berkyaruk, bir sedyede İsfahan’dan Bağdat’a götürülürken yolda ağırlaştı. Hayatından umut kesince de emirlerini yanına çağırıp beş yaşındaki oğlu Melikşah’ı 22 Aralık 1104’te veliaht ilan etti. Böylece, vaktiyle can düşmanı olan Terken Hatun’un 12 yıl önceki hatasını kendisi de tekrarlamış oluyordu!
Zaten Berkyaruk öldüğünde Muhammed Tapar, yeğeninin taht için yaşının küçük olduğunu söyleyerek kendisini sultan ilan etti. Tapar, 1118 yılındaki ölümüne kadar isyancı emirler, hanedan mensupları, atabegler, Anadolu Selçuklu Sultanı I. Kılıç Arslan ve Bâtıniler ile çarpışmaya devam etti.
Selçuklu birbirini yerken…
Şimdi bıktırıcı ve kanlı taht kavgalarına kısa bir ara verip bu esnada yaşanan daha önemli olaylara göz atalım.
1096’da I. Haçlı Seferi başladı. 17 Haziran 1097’de İznik Haçlıların eline geçti ki, İznik’in Türkler tarafından tekrar fethi tam 234 yıl sonra 1330’da, ancak Osmanoğlu Orhan Gazi eliyle mümkün olacaktı. 10 Mart 1098’de Urfa’yı ele geçiren Haçlılar burada bir kontluk kurdular.
Yine Haçlılar 3 Haziran 1098’de Antakya’yı ele geçirerek bir üsse çevirdi ve buradan Kudüs’e yürüme imkânı buldular. Aralık 1099’da insanlık tarihine kara leke olarak geçen bir yamyamlık hadisesi yaşandı; Haçlıların kendi kroniklerindeki kayıtlara göre, İdlib’in Maarratünnuman beldesinde 20 bin masum Müslüman ahaliyi öldüren aç Haçlı askerleri, bu kişilerden bazılarını kazanlarda kaynatıp yediler. Ne yazık ki, bu sırada Büyük Selçuklunun “küçük” sultanları Berkyaruk ile Tapar da birbirini yemekle meşguldü! Ve nihayet 15 Temmuz 1099’da Haçlılar Kudüs’ü işgal ederek günlerce süren bir Müslüman ve Yahudi katliamı gerçekleştirdiler.
Sencer ile uyanış
Sultan Sencer 11 yaşında başladığı ve 1097-1118 tarihleri arasında 21 yıl süren Horasan melikliği döneminde iyi bir eğitim almaya fırsat bulamamış, ama devlet idaresinde büyük bir tecrübe edinmişti. 1118 yılında 32 yaşındayken Büyük Selçuklu Sultanı olduğunda, Irak, Suriye, Anadolu bölgelerinde bulunan melikleri itaat altına aldıktan sonra Karahanlılar, Gurlular, Harezmşahlar gibi büyük toplulukları kendine bağladı. 1113’te Semerkant’a, 1114’te Gazne’ye seferler düzenledi. Böylece, Irak, Azerbaycan, Taberistan, İran, Sistan, Kirman, Harezm, Afganistan, Kaşgar ve Mâverâünnehir topraklarında birliği kurarak devletin iç düzenini sağladı. Melikşah’tan sonra ikinci imparatorluk devri sayılan sultanlığının 23 yıllık ilk döneminde imar ve inşa faaliyetlerine girişerek ülkeyi kalkındırdı, devlet teşkilatını Büyük Selçuklu tarihindeki en ileri seviyesine getirdi. Sultan Sencer, başta İmam Gazali olmak üzere, âlimler ile sanatçılar, şairler ve tüccarlara itibar gösterip onları himaye ederdi. Hatta Selçuklu ahalisi ve kalem erbabı onu Sultan Alp Arslan ve Melikşah ile kıyaslıyor, devleti ayağa kaldırdığı için minnetle anıyordu.
Katvan’da kapanan baht
1141 yılına gelindiğinde Selçuklulara bağlı Batı Karahanlılar ile onların topraklarında yaşayan Karluklar arasında baş gösteren anlaşmazlıklara, Karahanlıların çağrısı üzerine Sultan Sencer de dâhil oldu. Karluklar da Moğol asıllı Karahıtaylılardan yardım alarak Karahanlılara saldırmıştı. Karahıtay Hükümdarı Yehlü Taşi, Karlukların affedilmesi amacıyla Sultan Sencer’e başvurduysa da, himayesindeki bir devlete saldırılmasına çok kızan Sencer, bu talebi olumsuz karşılayarak ordusuyla birlikte hareketine devam etti. İki ordu arasında Semerkant’ın kuzeyindeki Katvan bozkırında yapılan savaşta Selçuklu ordusu 30 bin civarında ağır kayıp vererek dağılmış, Sultan Sencer savaş alanından kaçmak zorunda kalmıştı. Daha da kötüsü, en kıymetli emirleri ile eşi Türkan Hatun da düşmanın eline geçmişti. İşte bu tarihten sonra Büyük Selçuklunun ve Sencer’in bahtı tersine döndü. Katvan hezimeti sonrası itibarı sarsılan Sultan Sencer, etrafındakilere sertlikle muamele eden, istişareye artık önem vermeyen ve eskiden beri yanında olan beylerin sözünü dinlemeyen bir hükümdara dönüşmüştü.
Nisan 1153’te Belh civarında, başta Yazırlar olmak üzere Yörük Oğuz boyları ile Sencer’in etrafındaki bazı yeni emirler arasında vergilerden kaynaklı anlaşmazlıkların derinleşmesi üzerine, emirler sultanı Oğuzlara karşı sefere çıkmaya teşvik ettiler. Sencer’in bizzat sefere çıktığını duyan Oğuzlar af dilediler ve çatışmalarda öldürülenlerin diyetini vereceklerini bildirdiler. Ancak eski Belh emiri Kamaç’ın torunu olan Emir Müeyyed Ayaba onların affedilmesine karşı çıktı ve sultanı savaşmaya ikna etti. Bir yanda göçebe bir topluluk, diğer yanda dev bir düzenli ordunun savaşından umulmadık biçimde Oğuzlar galip çıktı. Üstelik talihin cilvesi, mağrur Sultan Sencer, büyük büyük dedesi Selçuk Bey’in kendilerinden koparak bağımsızlığını ilan ettiği Oğuzların eline esir düşmüştü.
Oğuzlar Sencer’e hürmet gösterip “Sen hükümdar soyundansın, bize karşı savaşmaktan vazgeç, yine sultan sen ol” deseler de, gururu kırılmış ve öfkeye kapılmış olan sultan bunu kabul etmedi. Onlar da Sencer’i gündüzleri tahta oturtup gece de demir bir kafese koymaya başladılar.
Sencer, Oğuzların elinde üç yıl esir kaldıktan sonra Nisan 1156’da Müeyyed Ayaba tarafından kurtarıldı. Büyük Selçuklu Devleti’ni yeniden toparlamaya çalıştıysa da emirler arasındaki çekişmeler ve nüfuz mücadelesi yüzünden başarılı olamadı. Artık 70 yaşına gelmiş, yorulmuştu; ne sultanlık yapmayı canı istiyor, ne de buna takati yetiyordu. Nisan 1157 tarihinde arkasında herhangi bir erkek evlat da bırakmadığı halde vefat etti, böylece kendisiyle birlikte Büyük Selçuklu Devleti de tarih sahnesinden çekilmiş oldu.
Kudüs ile buluşamadı
21 yılı Horasan melikliği, 39 yılı ise Büyük Selçuklu Sultanlığı olmak üzere, toplam 60 yıl hükümdarlık yapan Sultan Sencer hep doğuya önem verdi ve yine korktuğu doğudan gelen Karahıtaylar ile Oğuzlar gibi iki düşman tarafından, hem de en kudretli zamanında mağlup edilerek ortadan kaldırıldı. Oysa batıda Peygamber müjdesine mazhar olacak fatihini bekleyen Konstantiniye ile Haçlılara esir düşüp Selahaddin’inini bekleyen Kudüs vardı. Sencer’in de onları fethedecek ve kurtaracak kudreti vardı. Ne acıdır ki, o kudret Kudüs ile buluşamadan harcanıp gitti.