Birleşip yok olmamayı, bölüşüp tok kalmayı, tortulardan arınarak direnmeyi, ataletten sıyrılmayı, cehalete hasım olmayı varlık yokluk mücadelesinin temeline koyup yozluğa ve yobazlığa karşı durmayı, o ve onun gibi haslarda görmüştür seferberlik nesli. Bu bakımdan Âkif, milletimizin millî ilhamı bir ruh adamdır.
Burhanettin Kapusuzoğlu/ Yazar
Âteşîn bir imanla fikir kılıcını kuşanmış, eseri ve hayatı birleşmiş, keskin zekânın kabına sığmayan kâşifliği ile toplumu peşinden sürüklemiş yüksek karakter sahipleridir ufukları kuşatıp zamanı aşanlar. Akleden kalp sahipleri olarak, her şart altında dengeli hareket eden bilge ve büyük ruhlu bu insanların varlıkları hiç şüphesiz insanlık için ilâhî bir ikramdır. Geçmişten geleceğe akan bir hat üzerinde yapılan zaman yolculuğunda, has adamların birer lütuf olan varlıklarının lâzımesi olarak geleceğin inşâsı adına verdikleri harikulâde hizmetleri, yolcuların selâmetini temin eden bir emniyet kemeridir. Vâkıa, yaptıkları mehabetli bekâ işçiliği, gönül ocağından çıkarılan erdem taşlarını örerek yükseltilen abidelerle mülkü donatmaktan ibarettir. İşte, varlık ve oluş hisarını yapmakla kalmayıp, gerektiğinde yenileyip tahkim eden ve marifet odasının duvarlarına anlam haritasını resmeden ustalardan biri de Mehmed Âkif'tir.
Âkif, hayatı boyunca büyük mücadeleler vermiş, idealleri uğruna feleğin her cefâsına katlanmış bir hicran-zededir. Mücadelesi, ülkesi ve kardeş coğrafyaların selâmeti için ahlak, birlik, dirlik ve insan/lık adına olmuştur her zaman.
Cehalete hasım
Âkif, ruh akınlarına çıkan akıncı cengâverlerden biridir. Birleşip yok olmamayı, bölüşüp tok kalmayı, tortulardan arınarak direnmeyi, ataletten sıyrılmayı, cehalete hasım olmayı varlık yokluk mücadelesinin temeline koyup yozluğa ve yobazlığa karşı durmayı, o ve onun gibi haslarda görmüştür seferberlik nesli. Bu bakımdan Âkif, milletimizin millî ilhamı bir ruh adamdır.
Âkif, ebedî vatan Rumeli'den, Hüdavendigâr'ın istirahatgâhı Kosovalı Arnavut bir müderris ile hem annesi hem babası Buharalı bir Türk annenin oğlu olarak Fatih'te dünyaya gelen ve İstanbul'un temsil ettiği ulvî mânâya doğan kutsal gönüllü bir hakikat eridir.
Âkif, kadim medreseyi ve moderni birleştiren bir eğitim görmüştür. Mahalle mektebinden Mülkiye Mektebi'ne ve nihayet Halkalı Baytar Mektebi'ne uzanan ilim yolculuğunda; Arapça, Farsça ve Fransızcayı ileri derecede öğrenmiş, fevkalâde geniş bilgili, ilmî disiplin sahibi, üstelik bir kısmı Avrupa'da eğitim görmüş hocaların rahle-i tedrisinden geçmiştir. Eğitim teşkilâtının farklı okullarında bilgi ve görgüsünü arttırmak için çabalarken, oğlunu en iyi şekilde yetiştirmek için çaba sarf eden ilmiye mensubu babası özel olarak oğluna ilahiyat alanında ilerleme yolunu da açmıştır. Başta babası olmak üzere ehil hocalardan ders okuyup yetişmiştir. İlmi konulara kuvvetli bir şekilde hakim olmuştur. Resmi tahsilinin dışında, Fatih dersiâmlarından ve Huzur Hocalarından olan babası İpekli Mehmed Tahir Efendi'nin (İpekli Mehmed Tahir Efendi'nin hocası da, Yozgatlı Müderris İpekzâde Hacı Mahmud Efendi'dir.) yanı sıra Fatih Camii Baş İmamı Arap Hoca, Filibeli Mehmed Rasim Efendi, Mevlevî meşhurlarından Selânikli Es'ad Dede, Hâlis Efendi, Mehmed Zihni Efendi ve Hersekli Ali Fehmi Cabic Efendi gibi değerli isimlerden klasik usûlde dersler almıştır.
Sinesi yangın yeri
Âkif, uzun asırların olanca ihtişamını ve ağırlığını sırtında taşıyan ve sinesi yangın yerine dönmüş bir zattır. Zor bir zamanda yaşamanın, yenilenip kıyama durmanın hayat demek olduğunun farkında olarak hikmetle milletinin huzur kürsüsüne çıkıp hitap eden bir aşk çağlayanıdır. Gökkubbenin altında akl-ı selime çağırıp yeniden fikir hisarına burçlar inşâetmek için çabalayan bir mânâ mimardır. Balkan bozgununun ve I. Cihan Harbi'nin beşerin tâkatinden aciz kaldığı korkunç felâketi yaşayan bir mütefekkir ve hikmet ehli bir şair olarak, neslinin, içinde bulunduğu şartlar karşısında çare için çırpınanların yolbaşçılarındandır. Hayatı da yazdığı eserleri de şuurun en üst seviyedeki tezahürüdür.
Tecdid, inşâ ve ihyânın şiir vadisinde ve fikir caddesindeki hocalarından birisi olarak gönül mülkünde silinmez iz/lerbırakmış, sessiz yaşamasına rağmen nesillerin bildiği bir bilge olmuştur. Uçurumun kenarında yürüdüğünü gördüğü milletine, çıkmaz sokakların kasvet dolu hâline dikkat etmesini ve esasen pek değerli oluşunun ruh köklerine bağlılığından kaynaklandığını hatırlayarak akıl azığı ve gayret zırhı ile yolları tutması gerektiğini haykırmıştır.
Âkif Bey, kıtaları tutmuş İslam dünyasını uçuruma sürükleyen en önemli hususlar arasında başta gelen sorumsuzluk, samimiyetsizlik ve tembellik illetinden arınmasını yazılarında, şiirlerinde ve hitaplarında bıkmamacasına söyleyip durmuştur. Yeryüzünde onurlu yaşamanın gerek şartının ilimde yükselmeye bağlı olduğunu, çalışmayı, yardımlaşmayı, ahlakı, dini doğru anlamayı, ilme yönelmeyi öğütleyerek dilindekini fiilinde samimiyetle gösteren bir hakikat eri olmuştur.
Âkif'in sanatı ve fikrî verimleri hep bu kararın ciddiyetle tatbikinden başkası değildir. İyi yetişmiş, dört dili edebiyatına vâkıf olacak kudrette bilmenin imkânı ile ilmiyenin hikmet ehli mehabetli sîmalarının dostlukları ile tarihteki yerini almıştır.
Yetiştiği vahiy merkezli dünyanın Nebevî bahçedeki güllerinin rayihası ile mest olarak İmam-ı Gazalî, Hazreti Mevlânâ, Ferîdüddin-i Attar, Şâh-ı Nakşibend Efendimiz diye derin ihtiramla andığı Hazreti Pîr Şâh-ı Nakşibend-i Buharî, Şeyh Sa'dî Şirazî, Kâdî Beydâvî, Sadüddin Taftazânî, Seyyid Şerif Cürcânî, İmam Suyûtî, Fuzûlî, Hazreti Şârih İsmail Ankaravî gibi güzîdelerle azıklanmıştır.
Sadrazam Said Halim Paşa, Abbas Halim Paşa, Allâme Muhammed İkbal, Ömer Ferid Kam, "Hazreti Buhârî" dediği Allâme Babanzâde Ahmed Naim Bey, Hoca Kadri Efendi, Şair-i Hakîm Hersekli Arif Hikmet Efendi, Abdülaziz MecdîEfendi, Süleyman Nazif Bey, Allâme Elmalılı Hamdi Efendi, Balıkesirli Hasan Basri Efendi gibi haslarla can-beraberi olmuştur.
Büyük milletinin millî mutabakat metni hükmündeki İstiklâl Marşı'nı yazmak O ermiştir. Hamiyet-i milliye ve hamiyet-i diniye sahibi bir zat olarak mücadelesinin büyüklüğü ve ders yüklü hizmetinin doygunluğu ve heybeti ile Türk'ün en büyük evlâtlarından birisi olmuştur.
Cihan yıkılırken seyretmenin, bakakalmanın ezilmişliğini görmediğimiz Âkif, yaşadığı hayatın farkında, devrinin bütün ağırlığına karşı, yılgınlık nedir bilmeyen bir hisli yürektir. İkbâl güneşinin battığı bir demde ardı arkası gelmez savaşların, tarifsiz acıların, ekonomik darlığın, ilim ve fende taşra düşmenin, yoksulluğun ve yoksunluğun tetiklediği ruh bozgununa karşı diklenen bir mehabet abidesidir.
Âkif, yılmamayı, yıkılmamayı, mücadeleyi bırakmamayı, geçmişten ibret alarak geleceğe ibret olmamayı, hurafeler çöplüğünün keyifli sakinliği olan yobazlığa karşı durmayı talim ettiren adamdır. En zor zamanda derin köklerden beslenerek çağını anlayan, aydınlatan bir diriliş mürşididir. Sırat-ı Müstakim'in, dosdoğru yolun hakikatle yürüyen yol göstericisidir. Gündüzü geceye çeviren dalkavuklardan olmamıştır bir vakit bile. Alabildiğine vatanperverdir.
Gâzî Âkif, utanç verici Balkan bozgunu karşısındaki âteşin, feryadın dağladığı sînelerle, Cihan Harbi'nin külleri arasından alevlenen Millî Mücadele'nin can pazarındaki söz sahibi hatibidir. Büyük Millet Meclisi Reisi Mustafa Kemâl Paşa'nın bizzat davetiyle İstanbul'dan Ankara'ya gelmiş, Millî Mücadele'yi veren mücahidlerin açtığı sancağın altında saf tutulması için memleketi dolaşmış, Tâceddin-i Velî Tekkesi'nin meşrutasında kaldığı sırada da bir zuhuratın ardından İstiklâl Marşı'nı yazmıştır.
Âkif, lehdarının da aleydarının da daima dikkat nazarlarından bir an bile eksik olmayan bir değerdir. Geçtiğimiz iki asrı kapsayacak şekilde bir hüküm vermek gerekirse; onun kadar gündem olan, seveninin de sevmeyeninin de alâkasına muhatap ikinci bir fikir ve ahlâk abidesi yoktur.
Âkif, omuzlarına koca bir tarihi ve yangın yerine dönen muazzam bir coğrafyayı yüklenmiş, yeniden kıyamın şart olduğunu haykırmış bir insandır. Şairdir fakat küllerin ortasında açmış güllerden ibaret bir umut manzumesini okutan bir fikir adamıdır, mütefekkirdir. Batı'nın her türlü kepazeliğine karşı cesur bir yürektir, bu mülkün kılıçtan keskin kalemidir. Emperyalizm onun kadar mehabetli ikinci bir düşman tanımamıştır.
Âkif, değerler dünyasında kurulu tefekkür hisarındaki nöbetinde göz kırpmadan teyakkuz hâlinin idrâki içinde, feleğin her türlü cevr u cefâsına rağmen ideallerinden vazgeçmeyen, meselelere neşter vurup tedavi yolları gösteren sabit-kadem bir Dârülfünûn hocası ve Dârü'l-hikmeti'l-İslâmiyye azâsıdır.
Âkif, İstanbul'un tasavvuf neşvesi ile yoğrulmuş bir çevrenin içindedir. Tasavvufa değil, hakikatini katbetmiş ve yolundan sapmış tasavvuf erbabına karşı durur. Ney üfler. Mûsıkîye kapısı açıktır. Nakşî bir babanın derviş gönüllü oğludur. Hazreti Şârih İsmail Ankaravî'nin Mesnevî Şerhi'niokumaktadır. Savaş şartları gereği gönül dünyasının inceliğini sütre gerisine alıp kalemini kılıç eylemiştir.
Toplumun ve bilhassa okumuşların kapıldığı ruh buhranına karşı adeta bir fecr-i sâdık olmuştur Âkif ve Sırat-ı Müstakim/Sebilürreşad hocaları. Başyazarı olduğu mahfilin verdiği fikir mesaisinde, yenilenip yeni şeyler söylemenin türlü tecellilerine her öncü gibi mazhar olunmuş, bilhassa Âkif birlik harcını taşıyan lokomotifi çalışır hâlde tutmak için elinden geleni yapmıştır.
Âkif'in, ne sanatı ne de edebiyat tarihimizdeki yerinden ziyade, ömür verdiği gayesidir onu değerliler arasında yazdıran ve andıran. Bu bakımdan o, İbni Sinaların, İbni Rüşdlerin, İmam-ı Gazâlîlerin, Râzîlerin, Taftazânîlerin, Mevlânâların dünyasında, engelleri bertaraf ederek el ele gönül gönüle vermenin ve toplu vuran bir sîne ile yek-vücut olmanın talimini yaptıran bir akıncı beyidir.
Âkif, milletimizin en sevgili evlâtlarından birisi olmak bakımından, millî mutabakat beyannâmemiz İstiklâl Marşı'mızı yazma şerefi kendisine nasip olan bir bahtlıdır. "Kahraman Ordumuza" ithaf ettiği İstiklâl Marşı, Türk milletinin ruh/mânâ köklerine ait unsurları bünyesinde barındıran son ve ebedî destandır. Ârif bir zât olarak, İstiklâl ve istikbâl beyannamesini; "Allah bu millete bir daha İstiklâl Marşı yazdırmasın!" duasıyla mühürlemiştir. Öylesine mehabetli bir tecellî olmuştur ki, İstiklâl Marşı'nı değiştirme teşebbüsleri, Hazreti Âkif'in duasına yenilmiştir.
Osmanlı Cihan Devleti'nin yorgunluğu arttıkça artmıştır XIX. yüzyılın sonunda. Büyük savaşlar, ardı sıra ödenen ağır tazminatlar, en ağırı da tükenen insan kaynağı ve beraberinde hücum eden halli müşkül meseleler tarihin en uzun yolculuğuna nokta konacağını vaz ediyordu adeta. Doksan Üç Harbi, Balkan felâketi ve Cihan Harbi milletin baht güneşini batırmak üzereydi. 1908'den sonra devletin sadece adı vardı. Saatin zembereğini kuranlar başka akıllardı. Zorluğun, ciltler dolusu külliyatı sanki bir zorunlulukmuş gibi kanla yazılıyor ve bütün millet fertleri boğulurcasına ezberliyordu. Artık, arif bilgeler kahırdan lütuf doğacağı umuduyla bekleşmede idiler.
Buhranlar, savrulmalar ve gelmekte olan ağır yıkıma karşı, büyük ruhlu diriliş önderleri varlık meydanında gözükmekte gecikmedi. Onlar, derin bir kahırla; "Büyük ruhlu insanda büyük büyük dert olur/Mert olan insanların tâlihi namert olur" nağmesini dillerine pelesenk edip köşelerine çekilmediler. "Eğil dağlar eğil üstünden aşam" demeyi yakıştırdılar kendilerine. Hayatın her neyi varsa şahidi olarak, bilgi, hikmet ve âteşîn bir imanın aydınlattığı dosdoğru yolda, değerlilerden olmanın verdiği özgüvenle istiklâlin ve istikbâlin hakikat hatibi oldular. Uyanış, diriliş, derleniş, kurtuluş ve kuruluş saye-i devletleri ile ferahlattı tabiî.
Bu kâmillerden biri, hiç şüphesiz, soylu er kişilerden olan Mehmed Âkif Bey'dir. İlim, irfan, edep ve karakter bakımından iyi yetişmiş bir millet bülbülü olarak, Hakk'ın hatırını gözettiği için zillete asla tahammülü olmayan, devrinin farkında olarak fikir çareleri sunan, din gayreti ile ahlâkî değerlerden taviz vermeyen ve dâvâsını devası bilen saygın bir önderdir.
Âkif, kendi fildişi kulelerinde oturmayı tercih edip dilsiz pespayelerden olmayı kendilerine yakıştıranlara inat, millî selâmet için çırpınan divanelerden olma bahtına eren bir mütefekkir ve şair olarak temayüz etmiştir.
Ümit rehberi
Âkif, tam bir ahlâk adamı olarak bilgi, şuur ve gayretten ibarettir. Altmış üç yıllık bir ömre asırların ağırlığını sığdırmış, İslâmlaşma serlevhasının şârihi olarak suskunluğa yanaşmamış, karamsarlığı ve tembelliği dünyasına yaklaştırmamış, medeniyet krizine karşı sözünü rasyonel bir netlikte söylemiş bir ümit rehberidir. Felâket zamanlarının kaçınılmaz sonucu olan ahlâkî çözülmelere, geri kalmışlığın inişli çıkışlı nizamsız yürüyüşüne yol vermemek için bir akıncı çevikliği ile ince işçiliğin titizliğinde kalemini kullanmıştır.
Âkif'in hayatı, imparatorlukla yaşıttır adeta. Nakşibendiyye'ye müntesip ulemadan temiz bir babanın oğlu olarak, demir hâfız olmanın zihin diriliği ile tertemiz bir ömür sürmüştür. Şarkın en sevgili sultanı Şehid Alparslan Han'ın, Gâzî Osman Han'ın, Gâzî Orhan'ın samimiyet, gayret ve asaletinin hak edilmiş münâdisi olmuştur. Baba yurdu Rumeli'nin elden çıkışına ve ana yurdu Türkistan'ın, Buhara'nın, Semerkand'ın içinde düştüğü duruma ciğeri yanmış ve feryad etmiştir.
Hâsılı:
Âkif, istikameti kıbleye ayarlı, ağyara karşı dikkatli, vatan diye kalbi çarpan devletli, ahlâk bakımından kuvvetli, fenâfi'l-mille ve'd-devle olmuş bir millet mistikidir.
Yalnız yaşamış, ıstırabıyla yanarken bile yakınmamış, yanmış ama tütmemiş ve hep aydınlatmış bir Süreyya Yıldızı'dır.
Âkif, milletin sevdiği, sürekli saydığı kıymetlisi olarak; yakın arkadaşı Allâme Ahmed Naim Bey'in yanında sırlandığı Edirnekapı'da, millî beka nöbetini tutmaya ve nesillere rehberlik etmeye devam etmektedir.