Bir ümit çağlayanı olarak Said Nursi'nin Hutbe-i Şamiye'si

Prof. Dr. Mustafa Öztürk / Mardin Artuklu Üniversitesi
20.01.2025

Said Nursi, Hicaz'a gitmek kastıyla İstanbul'dan Şam'a uğradığında henüz 34 yaşındadır. Onun Şam'a geldiğini öğrenen Şam uleması Cuma hutbesini Emevi Camisi'nde kendisinin vermesi konusunda ısrar ederler. Said, hutbesini 10 bin kişilik bir cemaate irâd ettiğinde kendisini dinleyenler arasında en az 100 şöhretli âlim vardır. Bu genç âlimin verdiği o ateşli Arapça hutbe, Şam'da bir hafta içinde iki defa basılır.


Bir ümit çağlayanı olarak Said Nursi'nin Hutbe-i Şamiye'si

Prof. Dr. Mustafa Öztürk / Mardin Artuklu Üniversitesi

Şam'ın kalbindeki Emevi Camisi, MÖ. 9. asırda Aramilerin tapınak olarak kullandığı bir alandı. Roma döneminde Jüpiter'e adanan pagan tapınağı, Bizans döneminde de Vaftizci Yahya'ya adanan bir kiliseydi. 634'te İslâm ordularının Şam'ı fethiyle beraber Müslümanlar ile Hristiyanların müşterek ibadethaneleri oldu. Yapının bugünkü formunu ve ismini alması ise Emevi Halifesi I. Velid'in 706'da burayı yıkarak yerine bugünkü binayı inşâ etmesiyle mümkün oldu. Hz. Yahya ve Hz. Hüseyin'in kesik başlarının burada olduğuna, ayrıca Hz. İsa'nın kıyamet günü buraya nüzul edeceğine inanılması, Emevi Camisi'ni hem Sünni hem de Şii Müslümanlar için kutsal bir mekâna dönüştürmektedir.

Şii hegemonyasının sembolü

Şiiler, 1979 İran İslâm devriminden sonra camide gittikçe etkinlik kazanır. Bunda Hafız Esad'ın İran'a duyduğu ideolojik ve politik yakınlığın da etkisi vardır. İran'ın maddi desteğiyle camide yeni bölümlerin açılması, Hz. Hüseyin için düzenlenen yas törenlerinin gövde gösterilerine dönüşmesi, Şii din adamlarının camide düzenli vaazlar vermeleri ve cami çevresinde İran kökenli yeni merkezlerin açılması Şii etkisinin bazı yansımalarıdır.

Asırlar boyu Sünni İslâm'ın neredeyse sembol merkezlerinden olan Emevi Camisi'ndeki Şii hegemonyası, 2000'li yıllarda doruğa ulaşır. Oğul Esad'ın Suriye'sinde Emevi Camisi'nde demografik yapı, Şii gruplar lehine iyice değişmiş, matem törenlerinde Hz. Hüseyin ve Ehl-i Beyt için ağıtlar yakan ve göğsünü döven insan sayısı iyice artmıştır.

Bu durum, hâliyle Sünnileri epeyce rahatsız edecektir. Ramazan el-Boti gibi önde gelen âlimler Beşşar Esad'a müracaat ederek Caminin tarihsel kimliğindeki Sünni karakterini bozan ve aşırıya kaçan Şii merasimlerinin durdurulması ve Şii ziyaretçi sayısının sınırlandırılmasını talep ederler; fakat Baas rejimi İran ile ilişkileri bozmamak adına bu taleplere olumlu bakmaz. 2010'lu yıllara gelindiğinde Emevi Camisi, Suriye-İran ittifakının vitrinine ve Şii birliğinin sembol mekânına dönmüştür. Sünnilerin alabildiğince dışlandığı Emevi Camisi'nin bu durumu, 2011'de başlayan iç çatışmaların sebeplerinden biri olacaktır.

Emevi Camii'nde namaz kılmak

Suriye'deki silahlı gerginlik tırmandıkça Emevi Camisi'nin taraflar için taşıdığı anlam iyice pekişir. Rejim için meşruiyetin ve ayakta kalmanın, muhalif gruplar için rejimi devirmenin sembolü olur. Muhalifler açısından bu motivasyonun söyleme dönüşmüş ifâdesi "Emevi Camisi'nde namaz kılmak" olacaktır.

Emevi Camisi'nde namaz kılma ideali ülkemizde de, muhaliflerinkiyle paralellik arz edecek biçimde, Esad sonrası özgür bir Suriye'nin inşâsı bağlamında sık sık söze konu oldu. Bu söz yıllarca Ahmet Davutoğlu'na atf edilir. Kendisi bunu red etse de "romantik bir İslâmcı" olarak eleştirilmekten kurtulamaz. Oysa bu sözün aslında 5 Eylül 2012'de Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından bir konuşmada söylendiği anlaşıldı.

... inşallah biz en kısa zamanda Şam'a gidecek, oradaki kardeşlerimizle muhabbetle kucaklaşacağız. İnşallah Selahaddin Eyyubi'nin kabri başında Fatiha okuyacak, Emevi Camisi'nde namazımızı da kılacağız. Bilal-i Habeşi'nin, İbn-i Arabi'nin türbesinde, Süleymaniye Külliyesi'nde, Hicaz Demiryolu İstasyonu'nda kardeşliğimiz için özgürce dua edeceğiz

Gerek Suriye'deki muhaliflerin ve gerek Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın Emevi Camisi'nde namaz kılma özlemi, hâlihazırda romantik olmaktan çıkıp realist bir söyleme evrilmiş durumda. Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın yakın bir süreçte o namazı kılacağına kesin gözüyle bakıldığı şu hengâmede, bu sembolik namazı ondan evvel, MİT başkanı İbrahim Kalın HTŞ lideri Muhammed Colani ile birlikte geçtiğimiz ay kıldı. Üstelik camiye Colani'nin şoförlüğünü yaptığı bir araçla gidilerek.

Said Nursi Emevi Camisi'nde

Emevi Camisi'nin gerek tarihteki ve gerek günümüzdeki sembolik değeri dikkate alındığında, Risale-i Nur müellifi Bediüzzaman Said Nursi'nin 1911 yılında Emevi Camisi'nde verdiği tarihi hutbeye ve bu hutbenin günümüze bakan yönlerine işaret etmek gerekir.

Said Nursi, Hicaz'a gitmek kastıyla İstanbul'dan Şam'a uğradığı sırada henüz 34 yaşındadır. Genç yaşına rağmen İslâm uleması arasında oldukça muteber ve meşhurdur. Onun Şam'a geldiğini öğrenen Şam uleması Cuma hutbesini Emevi Camisi'nde kendisinin vermesi konusunda ısrar ederler. Said, hutbesini 10 bin kişilik bir cemaate irâd ettiğinde kendisini dinleyenler arasında en az 100 şöhretli âlim vardır. İslâm ümmetinin içinden geçtiği o buhranlı zamanlarda Said, bir feraset örneği göstererek birkaç sene içinde insanlığa musallat olacak savaşları ve ölümleri haber verir; ama en nihayetinde İslâm âlemi için gelecek olan baharı müjdeler. Bu genç âlimin verdiği o ateşli Arapça hutbe, Şam'da bir hafta içinde iki defa basılır.

İslâm âleminin hastalıklarına Kur'an'dan devâlar

Şüphesiz o gün Emevi Camisi'nde Said Nursi'yi dinlemeye gelen cemaat, bu genç hocanın ne söyleyeceğini merak içinde bekliyordu. İslâm coğrafyasının krizlerle boğuştuğu bir dönemdi. Avrupa istikbale uçarcasına ilerlemekte, Müslümanlar ise sürekli gerilemekte, adeta orta çağa saplanıp kalmaktaydı. Said, öncelikle bu gerilemenin nedenlerini tespit edecek bu konuda genel bir çerçeve çizecekti. Âlem-i İslâm'ın düçâr olduğu sıkıntıların sebebi olarak 6 tane hastalık sıralayacaktı. Bu hastalıkları ümitsizlik, doğruluğun kalkması, düşmanca davranmayı sevmek, birlik ve beraberliğimizi sağlayan manevi bağları bilmemek, istibdat ve şahsî menfaatini düşünmek olarak teşhis edecekti. Hastalığı teşhis ettikten sonra da tedaviyi sağlayacak devaları da Kur'an'ın eczanesinden haber verecekti.

Ümitsizliğe karşı emel

Said Nursi, İslâm dünya­sının kalbine girmiş en dehşetli has­talığın ümitsizlik olduğunu söyler. İman zafiyetinden kaynaklandığını söylediği ümitsizliği, vücuda hızlıca yayılan ve bünyeyi perişan eden kansere benzetir. Ümitsizlik, Müslümanların manevi kuvvetini kırmış, İslâm coğrafyasını sömürge hâline getirmiş, ümmetin yüksek ahlakını öldürmüş, ümmet yerine kendini düşünme bencilliğine sevk etmiş ve İslâmiyet'e hizmet etmeyi terk ettirmiştir. Zamanında, Doğu'nun bir ucundan Batı'nın en uç karakollarına kadar az bir kuvvetle dev orduları mağlup ederek üç kıtaya yayılan Müslümanları, küçük bir kıtada yer alan üç dört devletin sömürgesi durumuna düşüren de yine ümitsizlik hastalığıdır. Ümitsizlik hastalığının çaresinin emel olduğunu söyler.

Said Nursi, Batı'nın her şeyini olduğu gibi almayı savunan ve geri kalmışlığımızın sebebi olarak İslâm'ı gösterenlere şiddetle itiraz eder. Bunların ümitsizlik hastalığına yakalandığını savunur. İslâm'daki hakikatlerin madden ve manen terakki etmeye son derece müsait olduğunu anlatır. Müslümanların tarih boyunca İslâm'a sarıldıklarında yükselişe geçtiklerini, dinde zaaf gösterdiklerinde ise bela ve musibetlere düştüklerini örnekleriyle ortaya koyar.

Doğruluk ve uhuvvet

Said Nursi verdiği hutbede sıdk (doğruluk) ile kizbi (yalancılık) mukayese eder ve bu konuya geniş bir parantez açar. İslâmiyet'in te­meli ve esası doğruluk ile düğümlenir. Doğruluğun karşısındaki riyakarlık ve dalkavuk­luk alçakça bir yalancılıktır. Doğruluk imandan gelen bir hastalık iken yalancılık açıkça Allah'a bir iftiradır. Hatta Nursi, sıdk meselesinde öyle hassastır ki "maslahat için" bile yalana geçit vermez. Kizb ve sıdkın arasında şark ve garb kadar sonsuz bir mesafe vardır. Müslümanın hayatında bu ikisinin nâr ve nur gibi birbirinden ayrışması lazımdır. Öyle ise hayatımıza musallat olan yalan ve riyakarlık gibi manevi hastalıkların doğruluk ile tedavi edilmesi gerekir.

Ona göre sıdk'ın en fazla zayıfladığı alanlardan birisi siyasettir. Siyasi tarafgirlik, bütün cemiyeti esir almış vaziyettedir. İnsanları kendilerine çekmek ve rakiplerini saf dışı bırakmak için, insaniyetteki hırs damarıyla hareket eden kişi ve kurumlar; yalan söyleyerek, zan oluşturarak, beklentiye sokarak veya vehim vererek sıdkın cemiyet hayatından çekilmesine sebep olmaktadır. Oysa Asr-ı Saadet'te doğruluk vasıtasıyla Hz. Peygamber alâ-yı illiyyine çıkmıştır. Doğ­ruluk anahtarıyla iman ve kâinatın ha­kikatlerini keşfetmiş, sahabe de bu doğ­ruluğun müşterisi olmuştur.

Nursi; Türk, Kürt veya Arap, hangisi olursa olsun, hepsinin İslâm âlemindeki tek bir aşiret olduğunu, bunların kutsal İslâm kalesinin birer nöbetdârı oldukları görüşündedir. Türkler, İslâm'a bayraktarlık ettikleri için şeref kazanmış, kıtaları fethetmiş, ümmetin yegâne incisi olmuştur. İslâm taifeleri, aşiret fertleri gibi uhuvvet-i İslâmiye gibi nurani bir rabıta ile birbirine bağlı ve birbiriyle alâkadardır.

Müslüman milletlerden bu tür güzel hasletleri alıp götüren ecnebilerdir. Ecnebiler, türlü fitne ve fesat hareketleriyle veya zındıka komiteleri marifeti ile yüksek ahlâkımızdan doğan ve sosyal hayatımıza temas eden seciyelerimizin bir kıs­mını alıp kendi terakkîlerine araç kılmışlardır. Bunun bedeli olarak bize verdikleriyse kötü ahlaklarıdır.

Mesela onlarda bir adam, bizden aldığı bir hususiyet ile şöyle der: "Eğer ben ölsem, milletim sağ olsun. Çünkü milletimin benliğinde sonsuz bir hayatım olacak." Böylesine bir düstur ancak hak bir dinden sadır olabilir. Hâlbuki ecnebilerden içimize giren pis ve fenâ huy ile bizden olan bencil bir adam da şöyle der: "Ben susuzluktan ölürsem, dünyaya bir daha yağmur yağmasın."

Said Nursi, Hutbe-i Şamiye'de, İslâm ümmetinin düçâr olduğu hastalıkları ve çözümlerini sunarken istikbal ile ilgili bir hayli umutludur:

Ey Cami-i Emevi'deki kardeşlerim ve yarım asır sonraki âlem-i İslâm camiindeki ihvanlarım! Acaba baştan buraya kadar olan mukaddemeler netice vermiyor mu ki, istikbalin kıt'alarında hakikî ve mânevî hâkim olacak ve beşeri dünyevî ve uhrevî saadete sevk edecek yalnız İslâmiyet'tir ve İslâmiyet'e inkılâb etmiş ve hurafattan ve tahrifattan sıyrılacak İsevîlerin hakikî dinidir ki Kur'ân'a tâbi olur, ittifak eder.

[email protected]