Bir Türkiye hikayesi: Turkuaz halıdaki Sarı Mercedes

Emin İleri/ Yazar
16.04.2025

İmamoğlu'nun, geçersiz bir yazıyla ve ‘ince' bir hamleyle İstanbul Üniversitesine yaptığı geçiş, yıllar sonra Türkiye'nin en büyük şehrine başkan olmasının ilk basamağı olmuştur. CHP'nin İstanbul'u kazanmak için seferber olduğu süreçte, dönemin CHP İstanbul İl başkanı Canan Kaftancıoğlu gibi isimlerin emeğiyle yükselmiş, ancak sonra o isimleri siyasi kulislerde bir bir tasfiye etmiştir.


Bir Türkiye hikayesi: Turkuaz halıdaki Sarı Mercedes

Emin İleri/ Yazar

"Ne garip insanlarız! Her şeyin bizde olmasını isteriz: Servet, saadet, fazilet, şeref... Fakat hiçbirinin icap ettirdiği şeyleri yapmak istemeyiz. Şarklı kurnazlığıyla her nimeti, külfetsiz elde etmek isteriz." – Ahmet Hamdi Tanpınar.

Adalet Ağaoğlu'nun Fikrimin İnce Gülü romanından, Sarı Mercedes (1992) adıyla beyaz perdeye uyarlanan ve yönetmenliğini Tunç Okan'ın yaptığı film, Türkiye'nin son yüzyılında kırsaldan kente, imajdan itibara uzanan yolculuğunun sembolik bir temsili gibidir. Filmdeki Bayram (İlyas Salman) karakteri, yalnızca Almanya'ya gidip Mercedes'le dönen bir gurbetçi değil; sistemin açıklarını kurnazca kullanarak yükselmeye çalışan "bize has bir zekanın" çarpık bir yansımasıdr. Bugün, Ekrem İmamoğlu'nun hikâyesiyle yan yana koyduğumuzda, Bayram'ın hayalleriyle İmamoğlu'nun siyasi senaryosu arasında rahatsız edici benzerlikler belirginleşiyor.

Bayram'ın raporu, İmamoğlu'nun diploması

İbrahim (Menderes Samancılar), Almanya hayaliyle babasının tarlasını satar, kooperatife katılır, evraklarını tamamlar. Ancak bir tek sağlık raporu kalmıştır. Bayram, işte tam burada devreye girer: Sağlık raporunu İbrahim yerine kendisine alarak Almanya'ya gider. Bu bir çalma değildir sadece, bir kader gaspıdır. Bayram, dostunu yolda bırakır; hem de hiç hissettirmeden.

Bayram, öksüzdür ve onu amcası büyütmüştür. Zaten köye dönme sebebi de amcasının hastalığıdır. Bayram, yıllar sonra sarı Mercedes'le köy yollarına dönerken zihninde hayaller taşır: Köy onu bağrına basacak, sevdiği kız Kezban ile evlenecek, eski ezikliklerini zaferle telafi edecektir. Ama Mercedes köy yolunda kaza yapar. Perte çıkmış araçla köyün girişine varan Bayram'a çoban bir çocuk acı haberi verecektir: Amcası ölmüştür ve köyde herkes Bayram'dan nefret etmektedir. Bayram'ın Almanya'ya gitmek için çevirdiği dolaplar herkesin dilindedir. Arkeolojik kazılar sebebiyle köy boşaltılmıştır. Sevdiği evlenmiştir. İbrahim ise perişandır. Bayram gerçeğe çarpar. Şatafatlı Mercedes'in içi boştur, hayalleri gibi.

Ekrem İmamoğlu'nun İstanbul Üniversitesi'ne geçişinde kullandığı sahte içerikli belgeyle başlayan siyasi hikâyesi de Bayram'ınkine benzer bir kurnazlığın izlerini taşır. İmamoğlu'nun İstanbul Üniversitesine kontenjan dışı kayıt yaptırdığı, yatay geçiş işlemini okuduğu Girne Amerikan Üniversitesi yerine Doğu Akdeniz Üniversitesi adıyla yaptığı belirlendi. İmamoğlu bu geçişle acaba hangi İbrahim'in kaderine çomak sokmuştur? Ayrıca Kıbrıs'ta okuduğu bölüm İşletme Yönetimi. Bu bölüm iki yıllık. Dört yıllık bir bölüme geçiş sağlamak için yatay değil dikey geçiş yapılması gerekirdi. Ama bu konu üzerinde de pek durulmadı.

İmamoğlu'nun, geçersiz bir yazıyla ve 'ince' bir hamleyle İstanbul Üniversitesine yaptığı geçiş, yıllar sonra Türkiye'nin en büyük şehrine başkan olmasının ilk basamağı olmuştur. CHP'nin İstanbul'u kazanmak için seferber olduğu süreçte, dönemin CHP İstanbul İl başkanı Canan Kaftancıoğlu gibi isimlerin emeğiyle yükselmiş, ancak sonra o isimleri siyasi kulislerde bir bir tasfiye etmiştir.

İddialar burada bitmiyor. Parayla küçük partileri lehine yönlendirme, medyada kendisine yakın bir "parlatma ağı" kurma, parti içinde kendisini gölgelemeyecek figürleri yukarı taşıma... Dönemin CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu'nun desteğini arkasına alarak, CHP'yi içeriden örgütleyerek devralması ve Özgür Özel'i "noter" kılığında parti başkanı yapması, Bayram'ın Mercedes direksiyonundaki yalnızlığına benzer bir kontrol illüzyonudur. Kendi partisinin kurultayını şaibeli hale düşürmesi de bu illüzyonun bedeli.

Saraçhane'de sergilenen turkuaz halı yürüyüşleri, zabıta mangası eşliğinde yapılan protokol gösterileri; hepsi birer "cumhurbaşkanlığı provasıydı". Ama tıpkı Bayram'ın hayalleri gibi, bu ihtiraslı senaryoların temeli de çürüktü.

İkinci İBB döneminde, hakkında açılan soruşturmaları öğrenince, 'tek adaylı' bir şekilde CHP'yi cumhurbaşkanı adayını belirlemek için 'ön seçim'e götürdü. Kendisine rakip çıkmasını istemedi. Ama ne var ki, tam da bu dönemde, geçmişteki sahte belge hikâyesi tekrar gündeme geldi. Diploması iptal edildi. Akabinde suç örgütü kurmak ve yönetmek, irtikap, rüşvet almak, ihaleye fesat karıştırmak, hukuka aykırı olarak kişisel verileri kaydetmek ve terör örgütüyle iş birliği yapmak suçlamalarıyla gözaltına alındı ve terör örgütüne destek dışındaki diğer suçlamalardan suçlu bulunarak tutuklandı.

Bir kahramanlık hikayesinin çöküşü

CHP'ye yakın medya, İmamoğlu'nun başına gelen yargı süreçlerini Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın 1999'daki şiir okuma gerekçesiyle aldığı hapis cezasına benzeterek bir mağduriyet hikayesi yazmaya çalışıyor. Ancak bu kıyaslama hem tarihi gerçeklikle hem de ahlaki ölçüyle çelişiyor. Bu karşılaştırma yüzeysel bir okumanın, hatta bir algı mühendisliğinin ürünüdür.

Erdoğan, dönemin iktidarına karşı durduğu, özgürlük söylemi üzerinden halkla temas kurduğu bir dönemde, "Minareler süngü, camiler kışlamız..." dizelerini okuduğu için mahkûm oldu. Toplumsal bellekte bu olay, bir fikir suçuna verilen tepki olarak kodlandı. O dönem Erdoğan, siyaseten güçsüzdü, devletin vesayet organları karşısında yalnızdı ama temizdi. Şiirden dolayı mahkûm edilmesi, toplum vicdanında "temiz bir mağduriyet" olarak yer etti. Üstelik Erdoğan o süreçte herhangi bir kişisel menfaat sağlamış, başkasının hakkını gasp etmiş ya da kendi çevresini tasfiye etmiş bir profil çizmedi.

İmamoğlu ise bugün, sahte belgeyle üniversiteye geçişten, yolsuzluk ve usulsüzlük iddialarına; belediyede çıkar ilişkilerine kadar birçok karmaşık sürecin ortasında. Üstelik sadece yargıyla değil, kendi partisindeki kadrolarla da ciddi ayrışmalar yaşanıyor. Özel'in yangından mal kaçırır gibi yaptığı olağanüstü kurultayla CHP'deki suların durulmayacağı görülüyor. CHP'nin kimi kadrolarında ve tabanında dahi hâlâ "neden?" sorusu açıkta duruyor.

Bu nedenle İmamoğlu, Erdoğan gibi bir kahraman değildir. Çünkü mağduriyet için sadece ceza yetmez; mazlum olmak için temiz bir geçmiş gerekir. Erdoğan'ın şiiri, bir fikir ifadesiydi. İmamoğlu'nun yargılandığı belgeler ise bir kariyer mühendisliğinin sessiz tanıklarıdır. Kamuoyunun bir kişiyi mağdur olarak görmesi için sadece yargı süreci yetmez; o kişinin ahlaki ve siyasi geçmişinin de temiz olması gerekir.

Şark kurnazlığının anatomisi

Bayram da İmamoğlu da sistemin ödüllendirdiği zihinlerin ürünleridir. Türkiye'de yükselmek, çoğu zaman meritokrasiyle değil, belge manevrası, bağlantı kurma ve görüntü yönetimiyle olur. Liyakat veya sadakati olan değil, manevra kabiliyeti yüksek olan ilerler.

Bu yüzden ne Bayram suçludur ne de İmamoğlu tek başına sorumludur. Asıl suç, bu tür zihinleri yükselten sistemdedir. Yani Bayram'ın Mercedes'ine bakmasını hayal ettiği köy halkı ile İmamoğlu'nun turkuaz halısına methiyeler dizen medya arasında büyük bir fark yoktur.

İmamoğlu'nun da siyasi yolculuğu, gün geçtikçe Bayram'ın yalnızlığına benzer bir duruma evrilmektedir. İttifak ortakları geri çekilmiş, medya desteği zayıflamış, parti içi güven sarsılmıştır. Tüm bunlar olurken o, hâlâ direksiyonu tutar gibi yapmaktadır. Ama o direksiyon, çoktan kırılmıştır. Tıpkı Bayram'ın Mercedes'i gibi.

Gündem sapması ve tarihi fırsat

Diğer taraftan kimileri bu yargı sürecini İmamoğlu'nun Cumhurbaşkanlığı adaylığına karşı bir operasyon olarak sunmaya çalışıyor. Güya Erdoğan'a rakip olabilecek en güçlü figür olduğu için hedef alınmış.

Fakat bu, siyasi gerçeklikten uzak, dar çerçeveli bir okuma. Zira Türkiye, 1 Ekim 2024'te MHP lideri Devlet Bahçeli'nin DEM Parti grubu ile tokalaşmasıyla başlayan; 22 Ekim'de PKK lideri Abdullah Öcalan'a yönelik "örgütü feshet ve Umut hakkından yararlan" çağrısıyla devam eden ve 27 Şubat'ta Öcalan'ın açıkça örgütü feshetme çağrısı yapmasıyla yeni bir faza giren, tarihi bir Türk-Kürt ittifak sürecine yönelmiş durumda.

Böylesi bir dönüşümün ortasında, İmamoğlu'nun Erdoğan'a rakip olabilmesi zaten söz konusu olamaz. Hele ki bu süreç başarıyla nihayete ererse, Erdoğan yalnızca "Suriye'nin Fatihi" olarak değil, aynı zamanda "PKK'yı bitiren lider" olarak da tarihe geçecek(tir). Bu da yetmezmiş gibi, Cumhurbaşkanlığı seçiminde DEM Parti'nin kendi adayını çıkarması ihtimali oldukça yüksek. Bu durumda, CHP içinden kim aday olursa olsun, sadece İmamoğlu değil, hiçbir figürün kazanma ihtimali kalmaz.

Buradan bakıldığında, İmamoğlu hakkında başlatılan yargı sürecinin zamanlaması elbette tartışmaya açıktır. Zira bu operasyonun kamuoyunun dikkatini çözüm süreci gibi tarihi bir meseleden uzaklaştırdığı da ortada. Belki de tam bu nedenle, 14 Nisan'da Devlet Bahçeli bir açıklama yaparak İmamoğlu'na yönelik davadaki iddiaların süratle değerlendirilmesi gerektiğini; ceza ise ceza, beraat ise beraat şeklinde net bir kararla bu konunun gündemden düşürülmesi gerektiğini söyledi.

Zamanlamanın daha önce mi, yoksa çözüm süreci nihayete erdikten sonra mı yapılması gerektiği elbette tartışılır. Ancak ortada açık bir gerçek var: Bu dava, Türkiye'nin ana gündemi olması gereken büyük çözüm sürecini gölgede bırakıyor. Oysa dünyada ve Orta Doğu'da statükonun yeniden kurulduğu, güç dengelerinin değiştiği bir dönemde Türkiye'nin de bu değişime odaklanması gerekiyor.

Bu nedenle, İmamoğlu çevresinde dönen kısır iç çekişmelerin, medya parlatmalarının ve iç hesaplaşmaların bir an önce gündemden çıkması, ülkenin selameti açısından elzemdir. Çünkü bu yolun sonunda yalnızca bir siyasi figürün düşüşü değil, ülkenin zaman ve dikkat kaybı vardır. Tıpkı Bayram'ın Mercedes'inin direksiyonunu çevirmesi gibi: Direksiyon var gibi görünür, ama aslında çoktan boşta dönmektedir.