Sokağın altındaki bakkal yani köprü başındaki bakkalımız. Kendisi, “...bakkal olunca mutsuz olacağım...” diye bir söz mü vermişti hayata karşı bilmiyorum. Ama o kadar bezgin, bitmiş görünürdü ki anlatamam. Zaten yaşı epey vardı. Bunun da sakalı vardı. Ama diğer bakkalınki bir tercih sakalıydı da bununki bir bezginlik sakalı gibiydi.
Mustafa Çiftçi / Yazar
Bakkalları anlattığımız bu yazıda gerçekle, kurgu arasındaki sınır pek muğlaktır. Üç bakkal arasında büyüdüm ben. Bakkal demek çocuk için mezar kadar soğuk ya da gül bahçesi kadar şenlikli bir yer olabilir. Üç bakkalımızın da bir gün olsun çocuklara iyi davrandığını görmedim şükür. Yukarıdaki bakkalın sahibi çok çalışkan bir adamdı. Sürekli bir şeylerle uğraşırdı. Uzun sakalları vardı. Belki de çok becerikli ve saygı duyulan bir isimdi. Ama çocuklara hiç iyi davranmazdı. Bir keresinde babamla beraber o bakkala gittik. Babam “Haydi seç bakalım kendine bir şeyler” deyince heyecanlanmış, epeyce bir bakınmış ve kutusu çok güzel olan ve çikolataya benzettiğim bir şeyi seçmiştim. Meğer o seçtiğim tıraş bıçağı, jilet takımıymış. Babamla bakkal bir olup güldüler bana. Çok mahcup olmuştum.
Dert toprağı
Ayrıca bu bakkalın kapısının önünde çuval içinde fıstıklar dururdu. Haylaz sıpalardan üç beş tanesi bir olup bakkalı oyalamış, diğerleri de fıstık aşırmışlardı. Bakkal o hadiseden sonradır ki kapıya yanaşan ne kadar çocuk varsa potansiyel hırsız olarak görüp naralar atarak dışarı fırlıyor ve kaçışan sıpaları kovalıyordu. Ben o bakkala pek gitmedim. Her gidişte fıstık hırsızı muamelesi görmek ve tıraş bıçağını çikolata zannetmem sebebiyle bana gülmeleri beni o bakkaldan soğutmuştu anlaşılan. Yıllar sonra o bakkalın oğlu avukat olmuştu. Babamın avukatlığını yapmıştı. “Baban tıraş bıçağını çikolataların arasına koymasaydı rezil olmayacaktım.” diyemedim tabii. Avukat eski günleri gülerek, şen, şakrak anlatıyordu. “Keşke baban da biraz gülseydi.” demek isterdim onu da diyemedim. Öylece seyrettim bakkalın avukat oğlunu... İnsan çocukken biriktirdiği şeyleri gün gelir söyler rahatlarım zannediyor ama anladım ki içine attığınla kalıyorsun. Zamanında söylemediğin şeyler içinde taş olup katılaşıyor ve öylece dert topağı olarak kalıyor.
Peki. bakkalımızın yaptıkları bu kadar önemli mi? Yıllar sonra bir yazıya konu olacak kadar mühim mi? Şimdiki çocuklar ne hisseder bilmiyorum ama evvelden bakkal, çocuğun hayatında pek önemli bir kişiydi. Bir de benim hassas bir çocuk olduğumu düşünürseniz, çikolata yerine tıraş bıçağı kutusuna sarılmış bir çocuğa bakkal ve babanın bir olup gülmesinin sebep olduğu mahcubiyeti anlarsınız.
Sokağın üst tarafındaki bakkalımız ise muhtar idi. Seçimde, bakkal olmasını avantaja çevirmiş olmalıydı. “Adresim, yerim belli işi olan beni bulsun bakkalda...” der gibi otururdu. Bakkalı mahalle çeşmesiyle duvar duvaraydı. Çeşmeye gelen bakkala uğruyordu. Müşterisi çeşmeden akan sular kadar bol idi. Ama bakkal pek kirli bir yerdi. Küçük bir dükkandı. Camlarında sinek ölüleri ve bir parmak toz vardı. Sattığı gıda ürünleri özensiz, pasaklı bir düzen ile raflardaydı. Püskeviti bayat, çikolatası, çekirdeği kurtlu idi. Püskevitle aram pek iyi değildir zaten ama çikolatanın bu kadar berbat olması canımı sıkardı. Almancı çikolatasını tatmış, her yaz mevsiminde poşetler dolusu çikolataya kavuşmuş olduğum için iyi çikolatayı biliyordum. Bakkalın sattıkları ise çikolata diye verilen kahverengi garip şeylerdi. Bu kadar kötü olmasını aklım almıyordu. Annem de her fırsatta oğlum yenir mi şunlar diye itiraz kaydı düşerdi.
Cennet meyvesi gibi
Bir de çekirdek meselesi var. Çocukken de çekirdek yemekten ayrı bir haz duyardım. Hele aç karnına tuzlu çekirdek yemek, bilmiyorum ama cennet meyvesi gibi lezzetlidir benim için. Ama muhtar bakkalın çekirdeği o kadar bayat o kadar kötüydü ki benim gibi bir bağımlı için bile çekilmez şeydi. Ama insan çocukken hiç umulmadık şeylere hiç umulmayacak kadar çok tahammül edebiliyor. Ben de o bayat çekirdeklere öyle sabır ederdim. Sonunda elime bir geçmese de bu sabır da bir çocukluk alameti olarak aklımdadır. Ha bu arada yukarıdaki sakallı bakkalın da çekirdeği hatır sayılır miktarda bayat olurdu. Demek ki bakkaldan kuru yemiş alınmaz efsanesi o zamanlar bütün hakikatiyle yaşanıyordu.
Sokağın altındaki bakkal yani köprü başındaki bakkalımız. Kendisi, “...bakkal olunca mutsuz olacağım...” diye bir söz mü vermişti hayata karşı bilmiyorum. Ama o kadar bezgin, bitmiş görünürdü ki anlatamam. Zaten yaşı epey vardı. Bunun da sakalı vardı. Ama diğer bakkalınki bir tercih sakalıydı da bununki bir bezginlik sakalı gibiydi. Ama hakkını yemeyelim üç bakkal içinde en temizi buraydı. Yaşlı ve bezgin bakkal dükkanını temiz tutuyordu. Zaten tek müşterisi ev hanımları ve çocuklar olan diğer bakkallardan farklı olarak erkek müşterisi pek fazlaydı. Çünkü dükkanın önünde oturulacak bir yer vardı ve mesaiden dönen erkekler orada mola verir. Birer kola açtırır soluklanırlardı. Dükkan dibinde kola içmek bir çeşit büyük adam, yetişkin insan olmak alametiydi. “Ben de büyüyünce böyle edeceğim...” derdim. O zaman kola açtırmak düğünde para saçmak gibi bir cömertlik nişanesiydi. Paran varsa ve büyük bir adamsan işte böyle bir kola açtırır kurulursun bakkalın önüne, gelen geçen selam verir. Sen de selamlarını aldığın ahbaplarına kola teklif edersin onlar “Yok” der sen ısrar edersin böylece eş dost, akraba buz gibi kola eşliğinde yarenlik edersiniz.
Bakkal nostaljisi
Yaşlı bakkalımızın uzun boylu bir de oğlu vardı. Hem kocaman bir adamdı hem de uzun boyluydu. Çekinirdim ondan. O da hiç gülmez ve hiç oturmazdı. Ben oturan bakkalları severim ayakta dururlarsa her an beni kandıracak gibi aşırı uyanık gelir gözüme. Bu bakkal da hep ayaktaydı. Zaten uzun bir adamdı ayağa kalınca ben yanında ne kadar ufak kalırdım hesap edin. Sonradan uzun bakkalın dayımın arkadaşı olduğunu ve çok iyi bir adam olduğunu öğrenecektim. Demek ki çocukların yaptığı gözleme pek itibar edilmez. Aklı ile arası pek hoş olmayan çocuk kısmı uydurmaya meyillidir. Ben de uzun bakkalı bir masal canavarı gibi görüp neler uydurmuştum kendimce. Şimdi bakkalların üçü de tarih oldu. Sakallı bakkaldan sonra kimse devralmadı işini ve kapattı. Muhtarın bakkalı kendi gibi kayboldu gitti. Çeşmenin yerini değiştirdiler. Kirli sakallı ve uzun oğlu olan bakkal ise yaşının hükmünce amel etti. Yani çok yaşamadı öldü. Uzun adam bir zaman daha sürdürdü bakkalı... Bu haftalık bakkal nostaljisi yaptık biraz. Başkaca anlatacaklarım da vardı ama bu haftalık yeter olsun da sonra devam ederiz bakkal meselesine. Kalın sağlıcakla