Yunanistan Başbakanı Aleksis Çipras’ın iktidarı ve çabaları ve Yunanistan’ın içinde bulunduğu iktisadi-siyasi kriz de düşünüldüğünde, Ege’nin iki yakasında Türk Yunan kardeşlik köprüsü festivallerinin düzenlenmesi ve bu nev’iden adımlar, milli siyaset nitelemesini hak eder gözükmektedir.
Celal Tahir / Araştırmacı Yazar
Türkiye ile Yunanistan arasında Seyrisefain antlaşması örnek ve istinat noktası alınmak sureti ile gerçekleştirilecek iktisadi siyasi bir iş birliği Türkiye’nin Rumeli açılımının ilk adımını ve ayağını oluşturabilir. Ancak evvela Seyrisefain antlaşmasını önceleyen Balkan ittifakı teşebbüsünü hatırlamamız gerekir.
Salih Münir Paşa Yunanistan Sırbistan Bulgaristan ile görüşerek Balkanları yeniden İstanbul şemsiyesi altında bir nevi Britanya milletler topluluğu gibi toplama faaliyetinin neredeyse sonuna gelir. Salih Münir Paşa 26 Haziran 1934 Cumhuriyet gazetesinde, “Yunanistan da ittifaka girmeye razı olmuştu, fakat evvela Sultan II. Abdülhamid sonra da İttihat ve Terakki bu ittifakı tahakkuk ettiremediler” demektedir. Bu teşebbüs 1908 Jön-Türk İhtilali ile akamete uğrar. Jön Türkler ve İttihat-Terakki diğer birçok hatasının yanı sıra böyle bir süreci de akamete uğratarak Osmanlının dağılmasına endirekt vesile - vasıta olurlar.
Cumhuriyet sonrası 1930’lu yıllarda Atatürk ve Venizelos’un gayretleriyle Türk-Yunan dostluğu yeniden tesis edilir. 1929 yılında Türk-Yunan ilişkileri gergindir. Bunun nedeni Türk -Yunan nüfus mübadelesi antlaşmasının uygulanmasında ortaya çıkan pürüzlerdir. Taraflar olası bir savaş için deniz kuvvetlerini güçlendirmeye başlarlar. Çözüme yönelik olarak yapılan 1926 tarihli antlaşmadan da sonuç elde edilemez ve aradaki sürtüşme devam eder. Atatürk ve Venizelos’un karşılıklı girişimleriyle ilişkiler yumuşama sürecine girer. Bir diğer etken de İtalya’nın Doğu Akdeniz’de Türkiye ve Yunanistan’ı da içine alan dostluk ve ittifak sistemi kurma çabasıdır. 1930’dan itibaren başlayan bu yeni dönemde öncelikle mübadele ile ilgili anlaşmazlık konuları tümden çözülür ve Türk-Yunan dostluğu dönemine girilir. Bu yeni dönemde Balkan paktı da kurulur. Venizelos 27-31 Ekim 1930 tarihlerinde Başbakan İsmet İnönü’nün davetlisi olarak İstanbul ve Ankara’ya gelir ve Fener Rum Patrikliğini resmen ziyaret eden ilk Yunanistan Başbakanı olur. Atatürk ve Venizelos’un gayretleriyle tesis edilen Türk-Yunan dostluğu çerçevesinde iki ülke arasında imzalanan ve “Türkiye ile Yunanistan Arasında İkamet, Ticaret ve Seyrisefain Mukavelenamesi” olarak tarihe geçen antlaşmanın imzalanma tarihi 30 Ekim 1930’dur. Antlaşmanın TBMM tarafından onaylanıp Resmi Gazete’de yayınlanarak yürürlüğe giriş tarihi ise 15 Mart 1931’dir. Süreç çok partili siyasal hayatta da devam edecek ve iki ülke arasında Cumhurbaşkanları seviyesinde karşılıklı ziyaretler ile devam edecektir. 1952 yılı başında Yunanistan Dışişleri Bakanı İstanbul ve Ankara’ya ziyarette bulunur. Aynı yılın Haziran ayında Cumhurbaşkanı Celal Bayar’ın davetlisi olarak Yunanistan Kral ve Kraliçesi Türkiye’yi ziyaret ederler.
1950’li yıllarda ortaya çıkan Kıbrıs sorunu ve 6-7 Eylül dolayısıyla Türkiye ile Yunanistan ilişkileri bozulur. Bununla beraber 1964 yılında İsmet İnönü son başbakanlığında, Kıbrıs adasına çıkarma yapmayı düşünür. Donanmanın yetersizliğinden ziyade ABD’nin baskısıyla olsa gerek, Rumlara ve Yunanistan’a bir mukabelede bulunmak maksadı ile Seyrisefain antlaşmasını fesih eder ve İstanbul’da ikamet etmekte olan Rumları sınır dışı eder. Bu belki de ulus devlet sürecinde Türkiye’nin homojenize edilme sürecinin son merhalelerinden biridir. 1972 yılının sonuna doğru da Heybeliada ruhban okulu kapatılır. Yunanistan da Batı Trakya’daki Türk Müslüman ahalinin Lozan ile garanti altındaki haklarını kullanmalarına mani olmaktadır.
Türk ülküsü: Batı’ya yürü
Burada, Türklerin tarihi olarak kaderinin Batı’ya akmak olduğu hakikatine işaret edilmesi gerekmektedir. Kadim zamanlarda Hunların ve diğer Turanî kavimlerin batıya doğru akmaları, göçler, kavimleri göçünü ve kavimlerin iç içe geçip değişik sentezlerin, etnisite, kültür ve medeniyet açısından sentezlerin ortaya çıkmasına vesile olmuştur. Oğuz boylarının, Horasan üzerinden Anadolu’ya gelerek Selçuklu ve sonrasında Türk tarihinin zirvesi olan Osmanlı’yı inşa etmeleri de aynı bağlamda değerlendirilmelidir. Zaten Türk töresi Kızılelma Eski Türker’de öteden beri kullanılan ve daima Batıya yürüyüşü belirten Türklük ülküsüdür. Hazar Denizi’nin doğusundan gelen Oğuzların Hazar kağanının ipek çadırının üstündeki hâkimiyet sembolü altın topu (Kızılelma’yı) ele geçirmeyi hedefledikleri söylenir. Bizans tahtının üzerinde veya Ayasofya kubbesinden sarkan ve Hazreti İsa’ya ait olduğu söylenen altın top veya Ayasofya önünde İmparator Iustinianus heykelinin elindeki altın küre sebebiyle İstanbul da, Kızılelma olarak anılır. Fetihten az evvel bu küre düşer ve bir daha yerine konamaz, bu da Bizans’ın sonuna işaret sayılır. İstanbul’un fethinden sonra, Papalığa ait San Pietro Kilisesi mihrabındaki altın toptan dolayı Roma, Kızılelma’dır. Evliyâ Çelebi Kızılelma’nın cihan hâkimiyeti mefkûresini ifade eden ve Hristiyanlığın merkezi olan altı Frenk Şehri olduğunu söyler. Bunlar Kızılelma Sarayı’nın bulunduğu Budin, Kızılelma Kilisesi’nin bulunduğu Estergon, İstolni Belgrad, çan kulesinde altın top asılı Sen Stefani Kilisesi sebebiyle Viyana ve Köln gibi fetih planı içindeki şehirlerdir. İlk üçü Macar, diğer ikisi Avusturya Kralı’nın pâyitahtıdır. Budin’in fethi üzerine, padişahı Kızılelma’yı aldığı için tebrik eden şiirler yazılır.
Ancak “Kızılelma” kavramı/sembolü, Ziya Gökalp’ın 1913 yılında yayımladığı “Kızılelma” adlı manzumeyle birlikte geleneksel/asıl anlamından uzaklaşır. Artık sözkonusu olan Osmanlı’nın sahip olmak istediği Batı şehirleri ya da Osmanlı’nın cihan hâkimiyeti mefkûresi değil, dünya Türklerinin birleşmeleri, “Türklerin bir araya gelerek kuracakları, yüzyıllardır özlemini çektikleri Turan ülkesi” anlamlarında kullanır. Türkçülük anlayışı “Dünyadaki bütün Türklerin tek bir devlet halinde, tek bir bayrak altında her sahada bütün milletlerden ileri ve hepsinden üstün olmaları düşüncesi...” şeklinde olan Nihal Atsız’ın şiirlerinde “Kızılelma” kavramı, yazarın Türkçülük anlayışı ile paraleldir, yani Kızılelma Turan’dır. Tarih boyunca hep batıya doğru Türklüğün yönü, Modern Türkçülükte artık Doğu’dur/Orta Asya’dır. Bu bağlamda ve anlamda Türkçülük Türklüğün karşıtıdır. A. Vambery, Leon Cahun ve Moiz Kohen’ in Türkçülüğün ortaya çıkışındaki rolleri nedir? Sorusuna da cevap verilmesi gerekmektedir. Bundan sonra muhayyel bir Doğu’ya/Orta-Asya’ya dönüş ülküsü, siyaset realitesinde çatışan kutuplardan biri olma şeklinde tezahür edecektir. Burada Modernitenin ilahî menşeili kadim sembolleri tersine çevirme/karşıtına dönüştürme şeklindeki hususiyetine/siyasetine bir kez daha işaret etmek gerekir.
Osmanlı ordu sistemindeki Akıncı Ocağı da orta Asya Türk töresinin ve Türklerin batıya doğru akma geleneğinin ve kaderinin bir devamı, bir unsuru olarak mütalaa edilmelidir. Sadrazam Sinan Paşa’nın ihanet olarak dahi değerlendirilebilecek gafleti neticesinde Akıncı Ocağının ortadan kalkması Osmanlı askeri sistemindeki dinamizmin bitişi ve belki de Osmanlının genel olarak dinamizminin bitişinin başlangıç noktalarından biridir. Atatürk’ün batılılaşma cereyanı politik olarak eleştirilebilir, hataları ve eksiklikleri vardır. Ama Türklerin batıya dönük yüzüdür. Esasen 1960 sonrası tüm Türkiye ahalisininönce Almanya ve diğer Avrupa ülkelerine sonra dünyanın 4 bir yanına dağılması da, Türklerin batıya akma geleneğinin yakın zamanlardaki bir tezahürü olarak görülmelidir.
Seyrisefain’den bugüne
Rumeli ve Avrupa’daki Türk ve Müslümanlara dönük siyaset oluşturmak, Türklerin tarihî kaderi ile paralel ve irtibatlıdır. Sultan II. Abdülhamid’in gerçekleştirmeye çalıştığı Balkan konfederasyonu perspektifinin ve Atatürk ve Venizelos arasında imzalanan Seyrisefain antlaşmasının bugüne adaptasyonu mümkündür. Bu Türklerin ve Türkiye’nin batıya açılma geleneğinin bir uzantısı ve tezahürü olarak değerlendirmelidir. Tarihi hakikatlerle de Türklerin geleneğiyle de uygun ve uyumludur. Yunanistan’ın ve iktisadi krizle birkaç senedir boğuştuğu da göz önüne alındığında bu tür adımların atılması hem realite ile uyumludur hem de tarihi, insani siyasi açıdan imkân dâhilindedir ve gereklidir.
Ve bu yaz Yunanistan Başbakanı Aleksis Çipras’ın iktidarı ve çabaları ve Yunanistan’ın içinde bulunduğu iktisadi-siyasi kriz de düşünüldüğünde, Ege’nin iki yakasında Türk Yunan kardeşlik köprüsü festivallerinin düzenlenmesi ve bu nev’iden adımlar, milli siyaset nitelemesini hak eder gözükmektedir. Modern dünyanın temel karakteristik öğelerinden biri olan toplumu bölme, atomize etme unsurlarına ayırma parçalama ve bunun üzerinden dünyanın çeşitli ülkelerini bu temel zihniyet ve perspektifle idare etme zihniyetidir. Bunun tam aksi ise toplumun birçok unsurunu bir araya getirmek, unsurları mümkün mertebe bir sentez potasında toplamak siyasetinin kadim siyaset; kadim Osmanlı ve Roma gibi büyük medeniyetlerin siyaset tarzı olduğunu da hatırlamak gerekir. Yunanistan ile gerçekleştirilecek böyle bir sürecin ilk adımını bu yaz egenin iki yakasında gerçekleştirilecek Türk-Yunan kardeşlik köprüsü festivalleri olabilir ve olmalıdır. Çok çeşitli kişi ve grupların böyle bir sürecin içinde yer almaları sürecin başarısını daha bir kolaylaştırır. Milli siyaset ya da milli siyaset nitelemesini hak eden siyaset, toplumu oluşturan unsurların en azından çoğunluğunu belirli bir hedef istikametinde sevk ve idare etme vasıtası olabilen siyasettir. Bunları başaran ülke ve devletler yüksek ve büyük siyaset icra ediyor demektir. Kimi iç ve dış güç odaklarının gezi olaylarının ikinci tekrarını hedeflediği de malumdur. Türkiye de böyle muhtemel bir gelişmenin bir şekilde unsuru ya da payandası olabilecek kişi veya grupların bir negatif enerji ya da biriktirdikleri enerjinin negatif bir gelişmeye yönelmesi mümkün ve muhtemeldir. Bu gelişmenin önünü alabilmek, bu enerjiye sahip olan kişi ve grupları bir siyasetle istikamete yönlendirmekte mümkündür. Büyük devlet olmak, bir nevi bu siyasetleri geliştirip takip etmek demektir. Böyle bir gelişme uluslararası politikada, Türkiye’nin yeni bir açılımı/bir Rumeli açılımı olmasının yanı sıra ifade ettiğimiz gibi Türkiye de içeride yıkıcı bir enerjiye dönüşebilecek bir kısım grupları uluslararası bir siyasette bir açılımın unsurları haline getirerek ve de dönüştürerek iki yönlü bir kazanımın sebebi olacaktır. [email protected]