Tasarım, uzun yıllar boyunca sadece 'görüntü' ile özdeşleştirildi. Oysa günümüzde tasarım, bir toplumun vizyonunu, markasını ve hatta dış politikasını şekillendiren en stratejik alanlardan biri hâline geldi. Endüstriyel tasarımdan grafik kimliğe, mimariden teknoloji ürünlerine kadar geniş bir yelpazede artık “tasarlanmamış” hiçbir şey yok. Ve bu tasarım bilinci, üretimi sadece çoğaltma değil, yeniden düşünme ve değer katma sürecine dönüştürüyor.
Serhat Kula/ KÜME Genel Sanat Yönetmeni
Dünya hızla değişiyor. Dijitalleşmenin, yapay zekâ temelli üretim modellerinin ve yeni nesil iş gücünün etkisiyle üretim kavramı her zamankinden daha hızlı dönüşüyor. Küresel ekonomiler artık sadece sanayi gücüyle değil, tasarım zekâsıyla da rekabet ediyor. Ürün değil; fikir, estetik değil; strateji, işçilik değil; vizyon konuşuluyor. Tasarım artık sadece bir meslek değil, bir düşünme biçimi, bir çözüm aracı ve bir sosyal dönüşüm pratiği olarak görülüyor. Türkiye tam da bu eşiğin kenarında duruyor: Zanaatten gelen becerisiyle, üretim kapasitesiyle, yaratıcı genç kuşağıyla...
Peki ya tasarım? Bu potansiyel doğru stratejilerle yönetilirse, sadece ekonomik değil, aynı zamanda kültürel bir dönüşümü de beraberinde getirebilir. Bugünün dünyasında rekabetçi olmanın yolu, anlam üretebilmekten ve estetikle stratejiyi birleştirebilmekten geçiyor.
"Son yıllarda yer aldığımız birçok yaratıcı platformda, atölyelerde, tasarım odaklı toplantılarda hep aynı soruyla karşılaşıyoruz: 'Üretiyoruz, ama kim için ve nasıl?' Bu soru artık sadece sanatçının değil, sanayicinin, öğrencinin, hatta yatırımcının bile zihnini meşgul ediyor."
Sistem kurma becerisi
Bugün gelinen noktada, artık tasarımı sadece bir çıktı olarak değil, bir süreç olarak tanımlamalıyız. Tasarım süreci; problem tanımlamadan çözüm bulmaya, uygulamadan değerlendirmeye kadar geniş bir düşünsel eylem alanını kapsar. Bu süreç sadece ürünle sınırlı kalmaz; hizmet, deneyim, mekân ve hatta strateji tasarımı gibi çok katmanlı alanlara yayılır. Bu nedenle, tasarımı sadece estetikle ilişkilendirmek yetersiz kalır. Tasarımın en güçlü hali, sistem kurma becerisiyle ortaya çıkar.
Tasarım, uzun yıllar boyunca sadece 'görüntü' ile özdeşleştirildi. Oysa günümüzde tasarım, bir toplumun vizyonunu, markasını ve hatta dış politikasını şekillendiren en stratejik alanlardan biri hâline geldi. Endüstriyel tasarımdan grafik kimliğe, mimariden teknoloji ürünlerine kadar geniş bir yelpazede artık "tasarlanmamış" hiçbir şey yok. Ve bu tasarım bilinci, üretimi sadece çoğaltma değil, yeniden düşünme ve değer katma sürecine dönüştürüyor.
Türkiye, üretim kabiliyetiyle bölgede eşsiz bir konuma sahip. Tekstil, mobilya, seramik, beyaz eşya ve son dönemde de savunma sanayi gibi alanlarda ciddi bir hacim var. Ancak aynı ölçüde güçlü bir 'tasarım ekosistemi' kurmakta geciktiğimiz de bir gerçek. Tasarımcılar hâlâ yeterince teşvik görmüyor, patent ve fikir hakları konusunda kırılganlıklar devam ediyor. Hukuksal düzenlemeler ancak emsal davalar üzerinden iyileştirilmeye gidilebiliyor. Tasarımcı sektörde hak ettiği konumu bulamayınca, özgün üretim çabasından uzaklaşıyor. Bu durum da bölgesel, kimlik sahibi imza işlerin üretilmesini engelliyor.
İşlevin tasarımı
İyi haber şu ki yeni kuşak bu tabloyu dönüştürüyor. Üniversitelerde yetişen genç tasarımcılar, dijital dünyayla entegre, küresel trendleri okuyan ve yerel dokuyu evrensel dile çevirebilen bir kuşağı temsil ediyor. Sadece form değil, işlev de tasarlanıyor artık. Sadece ürün değil, deneyim üretiliyor. İstanbul'un yaratıcı ofislerinden Anadolu'daki küçük atölyelere kadar bu dönüşümün izleri görünür hâlde. Bu girişimlerin sektöre uyguladığı baskı dönüşümü getirecek elbette. Fakat gözden kaçırmamamız gereken en önemli husus; "özel üretim". Global saha, açık kaynak imkanları, yapay zeka ve görsel içerik platformları her şeyi aynileştirerek üretmeyi de desteklemiş oluyor. İlham almak için kullanılan kaynaklar, tıpkılaşan bir tasarım fikrini de beraberinde getiriyor. Beslenilmesi gereken kaynaklara erişim ise hala çok kısıtlı. Özellikle güzel sanatlar fakültelerinde öğrencilerin teknik eğitime yakın bir kaynak edinim ve araştırma metodları hakkında perspektif kazandırılması gerekmekte.
Türkiye; tasarım ve üretim gündemini ileri taşıyacaksa üç şeye ihtiyaç var: İlki, eğitim. Tasarım odaklı düşünme, erken yaşta eğitim sistemine entegre edilmeli. İkincisi, ekosistem. Tasarımcı ile üretici, yatırımcı ile fikir sahibi arasında organik bağlar kurulmalı. Üçüncüsü ise vitrin. Türkiye'nin tasarımı, küresel vitrine taşınmalı; uluslararası fuarlarda, bienallerde, dijital platformlarda görünürlük artırılmalı.
Türkiye'nin kültürel çeşitliliği ve tarihsel derinliği, tasarımda özgünlüğü besleyen güçlü kaynaklardır. Ancak bu kaynakların çağdaş tasarım diliyle buluşması için; eğitim kurumlarının, yerel yönetimlerin ve özel sektörün iş birliği içinde çalışması gerekir. Bir şehrin sokak mobilyasından, bir bankanın kurumsal kimliğine kadar tasarım, ortak bir bilinç ve sorumlulukla ele alınmalıdır.
Vizyon, irade ve iş birliği
"Eğer bugün tasarımı bir kalkınma aracı olarak görmekte samimiysek, elimizi taşın altına koymalıyız. Bizler, sanayinin tasarımla kurduğu ilişkiyi dönüştürme gücüne sahibiz. Bu, sadece estetik değil, etik bir sorumluluk da taşıyor." Bu toprağın tasarımını, bu insanın ihtiyacı olan yaşam alanı ve ergonomiyi ortaya koymak gibi.
Yarın ne giyeceğimizden, neyi nasıl kullanacağımıza kadar her şey tasarlanıyorsa; neden bu tasarımların merkezinde üreten ve geleceği planlayan bir Türkiye olmasın?
Sonuç olarak, Türkiye'nin tasarım ve üretim ekseninde daha güçlü bir konuma gelmesi için bütünsel bir yaklaşıma ihtiyacı vardır. Bu yaklaşım; eğitimi, girişimciliği, yerel potansiyelin uluslararası pazarlarda değerlendirilmesini ve estetik anlayışının stratejik bir araca dönüştürülmesini kapsamalıdır. Kurumlar, şehirler, üniversiteler ve bireyler; her biri bu dönüşümde rol alabilir. Kültürel mirasımızla geleceği kucaklayan bir tasarım dili oluşturmak, Türkiye'yi sadece üreten değil, tasarlayan ve yön veren bir aktöre dönüştürebilir. Bu dönüşüm için gerekli olan sadece kaynak değil; aynı zamanda vizyon, irade ve iş birliğidir. Türkiye bu potansiyele sahip. Şimdi bu potansiyeli hayata geçirme zamanı.