18-24 yaş aralığını kapsayan erken yetişkinlik döneminin başat unsuru "yakınlığa karşı izolasyon"aşamasının çözümlenerek aşılmasıdır. Bu dönem, genç yetişkinin sağlıklı bağlar kurmakla izole olup yabancılaşma yaşamak arasında git gel yaşadığı bir süreçten oluşur. Erik Erikson'a göre, bu dönemdeki en önemli psikolojik görev, sağlıklı ve tatmin edici ilişkiler kurabilmektir.
Rabia Yavuz/Uzman Klinik Psikolog
Şair İsmet Özel'in Münacaat şiiri tekrar dilime dolandı son günlerde. Bu zamansız şiirin belleğimden tekrar dilime gelmesi ise karşımda duran büyük bir soruyla ilgiliydi. Bir annenin sorusu. Hepimizin sorunlarından biri. Yeni ismiyle ev gençliği. Yanlış anlaşılmasın, evdeki işgücüne katılan gençler değil kastedilen. Evdeki gençlerimiz. Ne yapmak istediğini bilmeyen, evde amaçsız ruhlar gibi dolaşan, ekranların karşısında geçen zamanlarının damarlarındaki canlılığı soldurduğu gençlerimiz.
Bu yaşa erdirdin beni, gençtim almadın canımı
ölmedim genç olarak, ölmedim beni leylak
büklümlerinin içten ve dışardan
sarmaladığı günlerde
bir zamandı
heves ettim gölgemi enginde yatan
o berrak sayfada gezindirsem diye
Hevesle başladığı üniversite eğitimini tamamlamasına yakın bir zamanda okula devam etmekten vazgeçip evde ekran başında zamanını tüketen evladına üzülen tek bir anne yok. Günümüzde gittikçe artan sayıda gençler ellerini ayaklarını hayattan çekmiş gibi görünüyor. Sanal ağların içinde gezinen, çoğu zaman bilgisayar oyunlarından gözlerini ayıramayan bunca gencimiz neler yaşıyor? Ne oldu da hem fiziksel hem de zihinsel olarak hayatlarının en canlı bu dönemlerinde hayat yorgunu oldular? Pes etmiş gibi görünen gençlerimizin içinde ne savaşlar veriliyor?
Şahsiyetini kurma zamanı
Bana kalırsa, şiirin ilham ettiği işaretlerden biri de "genç olmak" meselesinin sadece fiziksel bir yaş olmayıp bir ruh halinin ifadesi olmasıdır. Berrak sayfalara kayıtlar düşecek, hevesle yaşamın hakkını veren bir ruh halinin. Gençlik canlılığın, direnişin ve toplumsal gerçekliklere karşı meydan okuyarak kendi şahsiyetini kurmanın zamanıdır. Sadece şair değildir gençliğin biyolojik bir durumu aşan, düşünsel ve duygusal bir yenilenme hali olduğunu düşünen. Psikoloji kuramcılarından Erik Erikson da kendi geliştirdiği gelişim teorisinde 18-24 yaş aralığına denk gelen erken yetişkinlik dönemini ayrı bir yere koyar.
Genel olarak, Erik Erikson'un psikolojik gelişim teorisi insanların yaşamları boyunca çeşitli aşamalardan geçtiklerini ve her aşamanın, kişisel gelişim üzerinde belirleyici etkiler yarattığını öne sürmektedir. 18-24 yaş aralığını kapsayan bu erken yetişkinlik döneminin başat unsuru ise "yakınlığa karşı izolasyon"aşamasının çözümlenerek aşılmasıdır. Bu dönem, genç yetişkinin sağlıklı bağlar kurmakla izole olup yabancılaşma yaşamak arasında git gel yaşadığı bir süreçten oluşur. Erikson'a göre, bu dönemdeki en önemli psikolojik görev, sağlıklı ve tatmin edici ilişkiler kurabilmektir. Bu ilişkiler gençlerimizin kendileriyle, bilgiyle, eğitimle, gelecekleriyle, aileleriyle, arkadaşlıklarıyla, toplumlarıyla da bağlarını da içermektedir. Kendini önündeki cesur yeni dünyaya açabilenler güven duygusu geliştirebilir ve kendi şahsiyetleriyle toplumsal yaşama kendilerini hazırlayabilir.
Gençtim işte şehrin o yatık raksından incinen yine bendim
gelip bana çatardı o ruh tutuşturucu yalgın
Eğer ilişkilerinde kendi yerini bulamazsa gençler izolasyon yaşar. Yalnızlık, duygusal mesafe ve sosyal ilişkilerde güçlük çekme gibi sorunlar yaşamaya başlayabilir. Bu izolasyon sadece gündelik hayatlarını da ele geçirmez, geleceğe bakışlarını da etkiler. Koca dünyada kendilerini yalnızlık hatta dışlanmış hissetmelerini pekiştirir. Yabancılaşılan koca dünya gençlerin üretim süreçlerinden kopmasına neden olur uzun vadede. Zygmunt Bauman'ın da dediği gibi modern iş piyasasının belirsizliği ve güvencesiz çalışma koşullarının tekinsizliği ise gençlerin giderek kendi geleceklerine de karamsar bakmalarına neden olmakta.
Öğrenilmiş çaresizlik
Bir yandan kendi kimlik krizlerini çözmeye çalışan bazı gençlerimiz için yaşadıkları dünya olasılıklardan çok kayıplardan oluşmakta. İklim krizleri, çatışma dilini benimsemiş olan siyaset dünyası, ekonomik çalkantılar, eşitsizlik, sosyal medyadan izlenen kurgu mahsulu gösteri toplumu, rehberlikten yoksun yetersiz eğitim sistemi, geçici ve güvensiz iş piyasalarına ek olarak, "her şey torpille oluyor zaten" inancıyla hayatlara sızan öğrenilmiş çaresizlikler. Böyle bir manzaraya bakıp da karamsar olmamak da kolay değildir. Gençlerimizin hayata karşı isteksizliği sadece onların bireysel bir tercihi de değildir. Tüm bu travmatik değişimler, sosyal eşitsizlikler ve duygusal yoksunluklar da gençliğimizi etkilemekte.
Bunca belirsizliğin göbeğinde güçlü olmak mümkün mü? Belki güçlü de olmamız gerekmiyordur. Genç olmak bir yanıyla kırılgan da olmaktır. Bu kırılganlık potansiyelinin öte tarafında ise esneklik vardır. Kırılganlığın yan etkisidir esneklik. Bu sayede birçok şeye daha kolay adapte olabilir gençler. Her şeyin zıddıyla kaim olduğu bir hayatta genç olmak acemi de olmaktır. Bu sayede ustalaşmanın daveti bize ulaşır. Davete icabet edenler ise acemilikleri sayesinde gelişir. Genç olmak cevapların değil, soruların peşinde koşmaktır.
Şimdi tekrar ne yapsam dedirtme bana yarabbi
taşınacak suyu göster, kırılacak odunu
kaldı bu silinmez yaşamak suçu üzerimde
bileyim hangi suyun sakasıyım ya rabbelalemin
tütmesi gereken ocak nerde?
Ne eğitim hayatında ne de üretim hayatında henüz yer almayan gençlerimizin meseleleri sadece onların meselesi değildir. Hepimiz birbirimize göremediğimiz sayısız bağlarla bağlıyız. Bu meselede de yalnız olmadıklarını hatırlatmalıyız gençlerimize. Toplum olarak gençlerimize sadece başarı ve gelir üzerinden değer biçtiğimizde sadece kaybeden onlar olmayacak, hep beraber kaybedeceğiz. Gençlerimizin henüz tüttürecekleri ocakları bulamamış olmaları onları 'işe yaramaz' ya da 'kayıp' olarak görmemiz anlamına geliyorsa ihtiyaçları olan rehberlik ve destekten yoksun kalacaklardır. Dünyamızın geleceği sadece ekonomik sistemin ihtiyaçlarına göre değil, insan ruhunun ihtiyaçlarına göre şekillendirilmelidir.
Evet, gelecek belirsiz. Hepimiz farklı düzeylerde zaman zaman ne yapacağımızı bilmez halde hissediyoruz. Lakin gelecek tam da budur. Belirsiz olan. Belirsiz olması birçok olasılığı da hayatımıza davet eden şeydir aynı zamanda. Geleceğimizin bazı bölümlerinin henüz fazlaca belirsiz olması, geleceğimizin değerinden bir şey eksiltmez. Kendimizi başkalarının hızına ve beklentilerine göre değerlendirmeye başlarsak kendimize sadık kalmış olmayız. Eğer henüz yaşamınızın yönünü bulamadıysanız bu bir eksiklik değil de belki başka başlangıçları ortaya çıkaracağınız boşluklardır. Bazen en büyük değişimler de bu boşluk anlarından ortaya çıkar.
Hata yapmak
fırsatını Adem'e veren sendin
bilmedim onun talihinden ne kadar düştü bana
gençtim ve ben neden hata payı yok diyordum hayatımda
gergin bedenim toprağa binlerce fışkını saplar idi
haykırınca çeviklik katardım gökyüzüne
bir düşü düşlere dalmaksızın kavrayarak
bulutu kapsayarak açmadan buluta içtekini
tanıdım Ademoğlu kimin nesiymiş
ter döküp soru sormak nereye sürüklermiş kişiyi.
Ter dökmek pek de sevilmez. Ki, sevilmek zorunda da değildir. Yine de yeni başlangıçların yolunu açan yaratıcı gerilimlerin doğduğu yerlerin alameti farikasıdır. Ter dökmeden aldığımız her şey bize verilmiştir. Her vakit geri alınabilir de. Lakin ter dökerek kazandığımız şeyler bizi değiştirir, dönüştürür ve bizden geri alınamaz. Bu nedenle, kendi yolunu henüz bulamamış olanları yol da kendi yolculukları da beklemektedir. Yola çıkmak umursamaktır. Yola çıkma gücü ise ironik bir şekilde kırılganlıklarımızdadır. Acemiliklerimizdir bizi ustalaşma yoluna taşıyan. Acemi olmak için kendinize izin verin. Ücretli ya da ücretsiz stajlara katılın, kendinizi ait hissettiğiniz yeri bulana kadar önceliğiniz para değil tecrübe olsun. Ucuz iş gücü olun demiyorum. Amacınız kendi yeteneklerinizi keşfetmek olsun. Kendi yerinizi bulduğunuzda geliriniz de sizi bulacaktır. Sevdiğiniz şeyi henüz bulamamış olmanız aramamın keyfinden vazgeçmeniz anlamına gelmesin.
Kendi hayatımdan bir örnek paylaşmak isterim sözün sonunda. Başörtüsü yasağı yüzünden eğitim hayatına devam edemeyen birçok öğrenciden biri de bendim. Yasak kalktığında tekrar üniversiteye dönmek istedim ve bir dershaneye gittim. Yeni sınav sistemi hakkında bilgi almak ve durumumu değerlendirmek istiyordum. Dershanede rehberlik hizmeti veren hoca bana eğitim hayatına dönmek için geç kaldığımı ve benim için umut olmadığını söyledi. Eve döndüğümde moralimin bozuk olduğunu fark eden annem, neler olduğunu dinledikten sonra "Hz. Muhammed (sav) 40 yaşında peygamberlikle görevlendirildi. Allah dileseydi daha genç birine ya da o daha genç olduğu bir dönemde ona bu görevi verebilirdi. 40 yaşından sonra yüklendiği bu misyon ile dünyayı değiştirdi. Mühim olan vazgeçmemektir. Sen azmettiğin işte kararlı ol" dedi. Ben de annemin verdiği bu nasihati dinlemeyi seçtim ve azim ile sınava hazırlandım. Girmemin hata olacağı söylenen bu sınavın neticesinde iyi bir derece ile Türkiye sıralamasına girdim ve Türkiye'deki dilediğim her üniversitenin bana kapısını açabilecek bir sonuç aldım. Şimdi hem kendime hem de yaşadığım dünyaya iyi gelen mesleğimi aşkla ve ahlakla yapabiliyorum.
Benim hikayemde olduğu gibi, bir insanın umudunu bir rehberlik hocası söndürmeyi deneyebilir ya da bir anne bu umudu tekrar canlandırabilir. Bu nedenle, gençlerimizi dinlemek, ne hissettiklerini duymak bazen en büyük adımın atıldığı yerdir. Bir kişi bile olsa gerçekten duyulduğunuzu, önemsendiğinizi ve desteklendiğinizi hissettiğinizde zaten sahip olduğunuz merak ve azim sizleri hiç ummadığınız yerlere götürebilir. Bu yüzden elimizdeki yegane şey olan şu anı bilinçli bir şekilde yaşamayı seçersek geleceğimizi yeniden inşa edebileceğimize hem inanıyorum hem de biliyorum. Bunun mümkün olmadığına ikna olup yeni bir yol açamayacağımızı bize söyleyenlere inanmayı seçecek olursak da yine başarılı olacağız başaramayacağımız konusunda. Çünkü iki durumda da haklı çıkmamızı sağlayacak bir hazineye sahibiz: Nefes aldığımız sürece gelişen ve genç kalan beyinlerimize.