Bir diriliş tasavvuru olarak Türkiye'de yerli bir eğitim anlayışının inşası

Prof. Dr. Bayram Özer/ Ondokuz Mayıs Üniversitesi Eğitim Fakültesi
25.04.2025

Türkiye'de eğitimin evrensel normlar dışlanmadan yerlileşmesinde en önemli engel Batı'dan ithal edilen ve evrenselmiş gibi sunulan kavramların hâkimiyetidir esasen. Psikoloji, pedagoji, sosyoloji gibi disiplinlerle ilgili tarihe mal olmuş onca yerli kaynak ve bilginin reddedilmesi aslında bu disiplinlerin sadece Batı literatürüyle mümkün olabileceği yönündeki sığ bir inancın ürünüdür.


Bir diriliş tasavvuru olarak Türkiye'de yerli bir eğitim anlayışının inşası

Prof. Dr. Bayram Özer/ Ondokuz Mayıs Üniversitesi Eğitim Fakültesi

Günümüz dünyasında eğitim meselesi yalnızca bilgi aktarma ya da beceri geliştirme değil, aynı zamanda bir medeniyet, kimlik ve anlam meselesi haline gelmiştir. Türkiye'de süregelen eğitim tartışmalarının en can alıcı noktası ise eğitimin yerliliği ve özgünlüğüdür. Ancak yerli bir eğitim sisteminden söz edebilmenin ön koşulu, öncelikle ilim arzusunun toplumda yeniden canlandırılmasıdır. Çünkü bugün eğitim, öğretime indirgenmiş, öğretim ise sınav başarısı, skor ve gösterge odaklılık üzerinden şekillenmiştir. Böyle bir ortamda ne derinlikli düşünce gelişebilir ne de entelektüel bir gelenek oluşabilir. İşte bu yazı Türkiye'de yerli bir eğitim anlayışının inşasını merkeze alan, kavramlar, kurumlar, düşünce sistemleri ve ilim geleneği üzerinden şekillenen bir diriliş çağrısıdır.

Bugün Türkiye'de eğitim sistemi bireyin bilgiden bilgeliğe doğru derinleşmesini, anlam üretmesini ve hakikate ulaşmasını amaçlayan ilim geleneğini terk etmiş, onun yerine sonuç odaklı bir öğretim anlayışına dönüşmüştür. Okullarda, üniversitelerde, hatta yüksek lisans ve doktora düzeyinde bile yapılan çalışmalarda amaç bilgiye ulaşma değil, var olan bilginin sınanması ve yorumlanması üzerine yoğunlaşılmaktadır. Bilimsel çalışmalar yeni bir bilgi bulmak ve bir yöntem geliştirmek yerine, bulunan ve geliştirilen bilgi ve yöntemleri denemekten öteye geçemiyor. Ancak gerçek anlamda bilimsel gelişme ve araştırma-geliştirme aslında bilgiyi keşfetmek ve yeni ve özgün yöntemler ortaya koymakla mümkündür.

Evreni anlamaya yönelik bir arayış

İlim bir insanın kendisini ve evreni anlamaya yönelik samimi arayışıdır. Bilimsel çalışma bir nevi insanın dünyayı ve varlık alemini anlama çalışmasıdır. Bu arayış herhangi bir meslek edinme ya da sınav kazanma çabasıyla karıştırılmamalıdır. Bu bağlamda ilim arzusunun uyanması bireyin kendisine, topluma ve varlığa dair sorduğu sorulara cevap araması ile mümkündür. Ne var ki bugünkü eğitim anlayışı, bu türden varoluşsal ve derinlikli soruları değersiz görmekte, standardize edilmiş sınav sistemleri ve başarı ölçütleri üzerinden bireyleri değerlendirmektedir. Bu anlayışın sonucunda ise eğitim öğretime, ilmi çalışmalar ise belli iş ve mesleklerin edinilmesi sürecine dönüşmektedir. Bu anlayış değişikliğinin sonucunda ise günümüzde olduğu gibi öncü ve yön gösterici bilimsel ve ilmi çalışmalar ortaya konulamamaktadır.

Yaşadığımız eğitimsel kısır döngü zihinsel bir kuşatmayı temsil etmektedir. Tıpkı önüne çizilen kurşun kalem çizgisini fiziksel engel zannedip duraksayan böcek gibi, eğitim sistemimizdeki bireyler de görünmeyen sınırların dışına çıkamamakta, dairesel bir döngü içinde dolanmaktadır. Bu döngüyü yaratan en önemli unsur ise bilgiye nasıl ulaştığımız değil, bilgiye neden ulaşmak istediğimize dair zihinsel berraklığa sahip olmamamızdır.

Kavramlara sahip bir toplum

Birileri bizim için zihinsel sınırlar belirlemiş, bu sınırlar içinde hareket ederek kendimizi özgür zannetmemizi sağlamıştır. Fakat eğitimde gerçek özgürlük bu dairenin dışına çıkmak, kendi hakikatimizi aramak ve kendi bilim evrenimizi kurmakla mümkündür. Bunun için de bilgiye sadece ulaşmak değil, onu üretmek gerekir. Üretilen bilginin temeli ise kavramdır. Kavramların sahibi olmayan bir toplum, bilginin de sahibi olamaz.

Bu tartışmalar doğrultusunda Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli'nde (TYMM) kullanılan kavramlarla ilgili yapılan eleştiri ve tartışmalara baktığımızda sorun daha iyi anlaşılacaktır. TYMM'de kullanılan kavramların anlaşılmaması ve eleştirilmesi, Türkiye'nin eğitim tarihine ve kültürel mirasına uzak bir bakış açısıyla değerlendirildiğini göstermektedir. TYMM de kullanılan kavramlar ve benzer şekilde bu literatürde benzer kavramlar kullanmak istediğinizde karşılaştığınız eleştiriler, eleştirileri yapanların merkeze kültür ve medeniyetimize ait olmayan bazı eğitim ve düşünce modelleri koyduğunu ve eğitim sistemimizin ona göre şekillendirilmesi gerektiğini düşündüğünü göstermektedir. Ancak unutulmamalıdır ki her medeniyet kendi kavramlarıyla düşünür, üretir ve inşa eder.

Bu açıdan maarif, mefkure, belagat gibi kavramlar yalnızca nostaljik bir çağrışım değil, aynı zamanda eğitimin anlamına dair anlamlı ve yerli bir anlayışla birlikte arka planında bir yaşayışı ve kavrayışı ifade etmektedir. Günümüzde eğitim bilim literatüründe kullanılan ve "anaakım kavramlar" olarak ifade edilen ve bu alanda kullanılması gerektiği konusunda ısrar edilen kavramlar ise esasen modern eğitim biliminin son 50 yıl içerisinde ürettiği, çoğunlukla Batı düşüncesine yaslanan, bireyi merkeze alan ve toplumsal bağlamı dışlayan bir bilgi birikiminden doğmaktadır. Bu kavramların evrensel olduğu iddiası, sorgulanamaz bir bilimsel hakikat gibi sunulmakta, böylece yerli kavramların oluşturulması çabası anlamsızlaştırılmaktadır. Temel sorun da burada başlamaktadır.

Yerli bilginin reddi

Türkiye'de eğitimin evrensel normlar dışlanmadan yerlileşmesinde en önemli engel Batı'dan ithal edilen ve evrenselmiş gibi sunulan kavramların hâkimiyetidir esasen. Psikoloji, pedagoji, sosyoloji gibi disiplinlerle ilgili tarihe mal olmuş onca yerli kaynak ve bilginin reddedilmesi aslında bu disiplinlerin sadece Batı literatürüyle mümkün olabileceği yönündeki sığ bir inancın ürünüdür. Oysa bizim de asırlardır geliştirdiğimiz ruh bilimi, insan terbiyesi ve toplum ilmi gibi kavramsal temellerimiz bulunmaktadır. Ancak bu kavramlar modern akademik dilin dışına itildiği için yok sayılmakta, eğitimin anlamı dar bir çerçeveye hapsedilmektedir.

Bir eğitim modelinin başarılı olabilmesi için sadece psikoloji, sosyoloji gibi bilim dallarının güncel ve seküler diliyle değil, bu dilin insanın doğasıyla uyumlu bir anlam diliyle birleştirerek inşa edilmesi gerekir. Bu yüzden de kendi medeniyet köklerimize dayanan ve oradan ilham alan, geçmişi günahı ve sevabıyla bilen ve kabul eden, mevcut zamanı doğru anlayan ve geleceği doğru okuyan bir bakış açısıyla kendimize ait bir eğitim dili inşa etmemiz gerekmektedir. Çünkü kavramlarımızı ve değerlerimizi merkeze alarak yeni bir eğitim dili inşa etmek, eğitimi yalnızca öğretim olmaktan çıkararak hakikate ulaşma yolculuğuna dönüştürebilir.

Eğitim insanı inşa eden, toplumu şekillendiren, ahlaki ve kültürel değerleri yeniden üreten kurucu bir alandır. Eğitim yalnızca bireyin bilgi edinmesini değil, aynı zamanda o bireyin toplumla, kültürle, hakikatle ilişkisini kurmasını sağlamalıdır. Bu noktada Türkiye'de eğitimi toplumsal alanın dışına çıkaran ve sanat sanat içindir mantığına benzer şekilde, eğitim eğitim içindir şeklinde bir söylem geliştiren bir aydın kesimiyle karşılaşıyoruz. Bu söylemi ise genel olarak gelenek karşıtlığı ve bilimsel bilginin gelenekten bağımsız düşünülmesi gerektiği düşüncesi ile açıklamaya çalışmaktadırlar. Türkiye'de gelenek karşıtlığı çoğu zaman entelektüel bir erdem gibi sunulmaktadır. Bu aydınlar gelenekle eğitimin bağını kuramayacak kadar zihinsel olarak Batı'nın akademik sınırlarına teslim olmuş olanlar, geleneksel bilginin varlığını kabul etse de hâlâ Batılı metodolojilerini tek geçerli yol olarak görenler ve kendi toplumunun değerlerini aşağılayıp, Batı değerlerini mutlaklaştıran, eğitimde her yerli kavramı "gericilik" olarak damgalayanlar şeklinde farklı gerici düşünceleri temsil etmektedirler. Bu üç grup da istemeden veya isteyerek aynı zihinsel kuşatmanın devamına hizmet etmektedir. Çünkü kendi değerlerimizle eğitim inşa etmeyi her seferinde "geri kalmışlık" olarak algılamaktadırlar.

Yerli felsefeye dayalı kuramlar oluşturulmalı

Bir milletin eğitim sistemini dönüştürebilmesi için sadece müfredatı değil, aynı zamanda bu müfredatı taşıyan kavramları, kurumları ve kültürel referansları da dönüştürmesi gerekir. Yeni kavramların sadece terminolojik değil, aynı zamanda zihinsel bir uyanışın da işareti olması gerekir. Bu yüzden "maarif" gibi eğitimin arkasındaki zihniyetin, gayenin ve idealin de anlamını günümüze taşıyan eski ve eskimeyen kavramların tekrar kullanılması ya da benzer kavramların üretilmesi gerekmektedir. Bu anlayışın kurumsallaşması yeni eğitim fakültelerinin kurulması, öğretmen yetiştirme modellerinin değişmesi ve pedagojik literatürün yerlileştirilmesiyle mümkündür. Eğitimin sadece sonuç değil, aynı zamanda süreç, anlam ve hikmet olduğunu benimseyen modeller kurulmalı ve yerli felsefeye dayalı kuramlar oluşturulmalıdır.

Eğitimde diriliş kavram temelli bir bağımsızlıkla başlar. Yerli bir eğitim sistemi ancak bilgiye yaklaşımın, kavramların ve değerlerin bize ait olmasıyla mümkündür. Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli bu bağlamda kavram temelli, anlam merkezli ve medeniyet odaklı bir eğitim anlayışının ilk adımı olarak değerlendirilebilir. Bu adımın gerçek bir dirilişe dönüşebilmesi için hem akademik hem de toplumsal düzeyde zihinsel bir bağımsızlığa ihtiyaç vardır.

Zihinsel bağımsızlık Batı'nın bize sunduğu kavramlara karşı olarak değil ama dışına çıkarak, kendi geleneğimizin içinden gelen, bize ait anlam dünyasına dönmekle mümkündür. Gelenek sadece geçmiş değil, geleceği kuracağımız zemindir. Bu nedenle eğitim sistemimizi yeniden düşünürken, o geleneğin ruhunu, ahlakını, yöntemini ve kavramlarını merkeze almalıyız.

Kendimize ait bir eğitim sistemi, ancak kendimize ait bir düşünce dünyasıyla mümkündür. Ve bu dünya ancak kavramların yerli ve anlamlı bir şekilde yeniden ihyasıyla kurulabilir.

[email protected]