Son dönemde bazı siyasî partilerin göçmen karşıtlığı üzerinden popülist siyaset üretme girişimleri iyice arttı. Bu durumun ortaya çıkmasında seçimlerin yaklaşmasının etkisi büyük. Kısa vadeli oy hesaplarıyla girişilen bu hareketler, ne insanî ne de ahlakî. Aslında bu yaklaşımın kendine örnek aldığı model Batı ülkelerindeki, Müslümanlar başta olmak üzere yabancı düşmanlığına dayalı hareketler.
Prof. Dr. Hamit Emrah Beriş/ Ankara Hacı Bayram Veli Üniversitesi İİBF Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü
Son dönemde bazı siyasî partilerin göçmen karşıtlığı üzerinden popülist bir siyaset üretme girişimleri iyice arttı. Bu durumun ortaya çıkmasında seçimlerin yaklaşmasının etkisi büyük. Aslında bu yaklaşımın kendine örnek aldığı modelin Batı ülkelerindeki, Müslümanlar başta olmak üzere yabancı düşmanlığına dayalı hareketler olduğu söylenebilir. Avrupa'da aşırı sağ oluşumların bu yönde bir dil kullanmasının, hatta merkezdeki siyasî partilerin de bunlara eşlik etmesinin Türkiye'deki muhalefete de ilham verdiği anlaşılıyor.
Beklenmedik sonuçlar
Ancak kısa vadeli oy hesaplarıyla girişilen bu hareketler, ne insanî ne de ahlakî. Reel politik düzlemden bakıldığında bunların kendi iç tutarlılığı ya da önerilen politikaların uygulanabilirliği bulunmuyor. Üstelik bu yaklaşımın Türkiye'nin çıkarlarına ne derece hizmet ettiği de oldukça tartışmalı. Suriye İç Savaşı'nın beklenmedik sonuçlarından biri, Türkiye'ye yönelik göç dalgası oldu. Savaşın uzaması ise güvenliklerini sağlamak için Türkiye'ye göç eden Suriye vatandaşlarının ülkede kalış sürelerini artırdı. Daha bu sürecin neden olduğu sorunlar ülke gündemini meşgul ederken Afganistan merkezli, yeni ama ilkinden çok daha dar kapsamlı bir göç dalgası daha ortaya çıktı. Afrika ve başka yerlerden çeşitli göçler de buna eşlik etti. Dolayısıyla Türkiye açısından göç giderek daha fazla düşünülmesi gereken bir mesele hâline geldi.
Burada mevzuyu daha en baştan alarak birkaç soruya cevap vermeye çalışacağız. İlk sorumuz "İnsanlar neden göç ediyor?" olacak.
İnsanlar neden göç ediyor?
1. Göç, tarihteki en eski sosyolojik olgulardan biri. Burada olgu tabirinin altını çizmek gerekiyor. Göçe karşı olmak herhangi bir doğa olayına, mesela yağmurun yağmasına karşı çıkmaktan çok farklı değil. Geçmişte olduğu gibi günümüzde de insanlar farklı nedenlerle bulundukları yeri terk edip başka bir yere gidiyorlar. İnsanlığın içinde bulunduğumuz aşamaya gelmesinde göç hareketlerinin oldukça büyük bir rolü var. Günümüzde ise göç olgusu, geçmişteki tüm örnekleri aşan bir mahiyete sahip. Her şeyden önce iletişim imkânlarının artmasıyla birlikte insanlar dünyanın başka yerlerinde daha iyi şartlarda yaşayabileceklerini görüyorlar. Bunun yanında farklı yerlere gitme imkânları yine geçmişle karşılaştırıldığında çok daha kolay. Teknolojinin gelişmesiyle göç edilmesini sağlayacak araçların sayısı hem artıyor hem de bunları kullanmanın maliyeti düşüyor. Kendileriyle aynı durumda olan başkalarının göç ettiğini görmek de insanlar için motive edici oluyor. Dahası, önceden göç edenler, yeni ülkelerinden, akrabaları başta olmak üzere farklı kişilere kendilerine katılmaları için destek veriyor. Dolayısıyla süreç, kartopu etkisi yapıyor ve her bir göç dalgası yenisini beraberinde getiriyor.
2. Dünyadaki gelir dağılımı adaletsizliği ve sosyo-ekonomik sorunlar bazı ülkelerde yaşanmasını giderek zorlaştırıyor. Ancak yaşanan sorunlar bunlarla da sınırlı değil. İç savaş, terör ve kamu düzenini sağlayacak bir devlet otoritesi olmaması insanların kendi ülkelerinde hayatlarını devam ettirmelerini zorunlu kılıyor. Bunlara, iklim krizi, kuraklık, nüfus artış hızının temel ihtiyaçları karşılanmasını imkânsız kılması gibi başka faktörler de eklenebilir. Dolayısıyla yeryüzündeki insanların önemli bir kısmı kendilerini yaşadıkları ülkeden başka bir yere göç etmeye mecbur hissediyor. Küresel ölçekte işbirliği mekanizmaları kurulup bu insanların kendi topraklarında yaşamaları için gerçekçi yollar bulunamazsa bu akın devam edecek.
3. Yaşadıkları ülkede etnik ya da dini azınlık durumunda olan, bu nedenle güvenlik endişesi yaşayan insanlar göç etmeleri de sıklıkla karşılaşılan bir örnek. Nitekim tarihteki göç dalgalarının altında yatan en önemli faktörlerden biri de bu sorunlar. İnsanlar, katliam, soykırım ya da sistematik baskı yaşadıkları durumda kendilerini himaye edecek ya da aidiyet hissettikleri bir ülkeye geçiyorlar.
Elbette bu sebeplere, eğitim, sağlık, kariyer gibi daha çok bireysel nitelikli başka başlıklar da eklenebilir. Sonuçta göç, yalnızca günümüzün değil, tarihin her döneminin sorunu. Ancak gerçekçi çözüm önerileri geliştirebilmek için göçe neden olan faktörleri doğru anlamak gerekiyor. İnsanlar, kendilerini daha rahat ve konforlu hissettikleri şartlarda yaşamak isterler. Doğal olarak bu şartları sağlayan temel coğrafi mekân da doğup büyüdükleri, dilini konuşabildikleri, aidiyet duydukları, kendilerine istihdam imkânı sağlayan vs. ülkelerdir. Nitekim yeryüzünde insanların çok büyük çoğunluğu doğdukları ülkelerde yaşıyor. Uluslararası Göç Örgütü verilerine göre günümüzde 281 milyon insan doğduğu ülke dışında bir yerde hayatını sürdürüyor. Başka bir ifadeyle, 30 kişiden yalnızca biri göçmen. 1970'lerde bu oran 40 kişiden biriydi. Yani göçmenlerin yalnız sayısı değil, oranı da giderek artıyor. Bu rakamlara ikinci kuşak göçmenler dâhil değil. Dolayısıyla göç mevzuunu önümüzdeki yıllarda da sıklıkla tartışacağız. Ama günümüzde yaşananları anlamak için göç nedenlerini burada bırakalım. İkinci sorumuz "göç gerçekten de tam manasıyla engellenebilir mi? olacak. Bunu takiben "engellenmeli mi?" ifadesine de bir parantez açacağız.
Göç engellenebilir mi?
1. Burada öncelikle Suriye'de rejimin sivillere yönelik saldırılarının başladığı günleri hatırlayalım. İlerleyen günlerde rejimin baskısına DEAŞ ve YPG gibi terör örgütlerinin katıldığını da aklımızdan çıkarmayalım. Kısa süre içinde yalnızca ve yalnızca kendilerinin ve ailelerinin hayatlarını kurtarmak için her şeylerini geride bırakarak komşu ülkeye akın eden bir kitleye sınırları kapatmanın asgarî insanî veya ahlaki ölçütlere sığmayacağı açık. Üstelik bu durum reel politik açıdan da kabul edilebilir değil.
2. Göçmenlerin önemlice bir kısmının her şeyi göze alarak ülkelerini terk ettiklerini de unutmamak gerekiyor. Güvensiz şekilde kapasitesinin çok üstünde insanın bindiği teknelerde ya da yaya olarak yapılan uzun kara yolculuklarında insanların hayatta kalmaları bile neredeyse mucize. Daha açık bir ifadeyle, bu insanlar, göç etmek için her türlü risk, hatta ölümü göze alıyorlar. Bu durum hem içinde yaşadıkları şartları hem de sınırların kapatılmasının zorluğunu gösteriyor. Bu konuda alınacak maddi tedbirlerin insanların karşılaşacakları akıbetin doğuracağı manevî yükün gerisinde kaldığı söylenebilir. Nitekim çok sayıda göçmen teknesi, açık denizde batıyor veya Batı ülkelerinin kıyılarına yaklaştığında bilinçli olarak batırılıyor. Her ne pahasına olursa olsun göçmenleri ülkeye sokmamak için yürütülecek bir topyekûn mücadele politikasının varacağı nihai nokta da bu.
3. Meselenin ikinci kısmı göçün her yönüyle gerçekten mutlaka engellenip engellenmesinin gerekmediği. Herkesin beyin göçünden şikâyet ettiği bir ortamda Türkiye'nin bu potansiyeli kullanması oldukça makul bir yol gibi görülüyor. Aynı durum, işgücü piyasasının ihtiyaç duyduğu arzın karşılanması için de gerekli. İyi yönetildiği takdirde göçün sağladığı dinamizmden yararlanılmasının hedef ülkeye bir avantaj sağlayacağı açık.
Son sorumuz "Türkiye'nin uluslararası alandaki iddiaları ve politikaları açısından göç ne anlam taşıyor?" olacak. Burada göç meselesinin popülist bir tavırla tartışılmasının Türkiye'nin dış siyasetine etkileri üzerinde duracağız.
Göç ve dış politikaya
1. Bir imparatorluk bakiyesi olan Türkiye'nin çok sayıda ülke ve toplumla geçmişten gelen bağları var. Bu bağlar, aslında Türkiye'nin uluslararası alandaki etki gücünün de temelini oluşturuyor. Geçmişte de pek çok kişi için başları sıkıştığında sığınakları, "anavatan" olarak gördükleri Türkiye'ydi. Ancak artık Türkiye'nin uluslararası görünürlüğü yalnızca Balkanlar veya Kafkaslar değil, dünyanın farklı yerlerinden insanlar için cazibe merkezi olmasını sağlıyor. Göçmen karşıtlığına dayalı söylem, Türkiye'nin küresel düzlemdeki tüm iddialarından vazgeçip içe kapanmasını ima ediyor.
2. Türkiye'nin son dönemde insanî diplomasi ve diplomatik arabuluculuk konularında ciddi bir mesafe kat ettiği biliniyor. Adı geçen alanlarda elde edilen saygınlık, göçmen politikaları konusunda izlenen tavrın tüm dünyaya güven vermesiyle de yakından ilişkili. Geri gönderme eksenli bir dilin siyasete yerleşmesi, şimdiye kadar tuğla tuğla inşa edilen bu yapının çökmesi gibi bir sonuç doğurabilecek.
3. Ülkemizde Suriye başta olmak üzere farklı ülkelerden gelen insanların bir kısmı, ekonomiye, bilim hayatına ve işgücü alanına ciddi katkılarda bulunuyor. Bu insanların tamamının ülkenin kamu kaynaklarını tükettiği yönünde oluşturulmaya çalışılan algı ciddi bir haksızlık. Göçmenleri ötekileştiren bu yaklaşım, söz konusu kesimin başka ülkelere gitmesi yönünde bir etkiye neden olabilir. Bu durumda, Türkiye, üstelik göçle ilgili diğer tüm sorunlar masada dururken ekonomik kayba uğrayabilecek.
Kuşkusuz Türkiye'ye yönelik göçün ekonomiden toplumsal hayata kadar pek çok alanda ortaya çıkardığı belirli sorunlar var. Ancak bunlarla mücadele edilmediği yönünde bir algı yaratmak hiç de hakkaniyetli değil. İçişleri Bakanlığına bağlı Göç İdaresi Başkanlığı başta olmak üzere farklı kamu kurum ve kuruluşları, en baştan itibaren göçün neden olduğu sorunları çözmek için ciddi çalışmalar yürütüyor. Kolluk birimleri, düzensiz göçle mücadele amacıyla, Batı ülkelerinde yaşananların aksine göçmenlerin de temel haklarını gözeterek sahada insanüstü çaba harcıyor. Diplomatik girişimlerle sürecin mümkün olan en barışçı ve insanî yollarla aşılmasına gayret ediliyor. Ülke içindeki göçmenlerin uyum sorunlarının çözülmesi için sivil toplum kuruluşları da işin içine katılarak farklı programlar uygulanıyor. Bu noktada aklımızdan çıkarmamamız gereken gerçek, düzenli ve özellikle de düzensiz göçün, hâlihazırda yalnızca Türkiye'nin değil, tüm dünyanın belki de en önemli siyasî sorunu olduğu. Dolayısıyla tüm devletlerin sorunun çözümü açısından ortak politikalar belirlemeleri ve işbirliği yapmaları gerekiyor. Türkiye'nin bu süreçteki aktif rolünü ve kazanımlarını koruması için ise popülist siyasetin açmazlarına karşı somut, gerçekçi ve uygulanabilir politikalar izlemeye devam etmesi önem taşıyor.
@heberis