‘Barbar Türk' algısı iftiralarla oluşturuldu

S.Koray Er / Hartford Seminary
6.08.2021

Filippo da Rimini, Fatih`in, son Bizans imparatoru XI. Constantine`nin kızına Ayasofya`da tecavüz ettiği iftirasında bulunur. Oysa XI. Constantine evli değildir. Yani imparatorun kızı yoktur. Gürcü kralı VIII. George`un kızı o dönemde evlilik için imparatora uygun görülmüştür ancak gelin adayı İstanbul kuşatma altında olduğundan şehre ulaşamamıştır.


 ‘Barbar Türk' algısı iftiralarla oluşturuldu

S.Koray Er / Hartford Seminary

Osmanlı askerleri taşkın bir nehir misali şehre akmaya başlayıp, sancakları surlardan yükselince Konstantinopolis sokaklarında panik başlamıştı. Hedefsizce sağa sola kaçışanlar korku dolu ses tonuyla "Şehir düştü!" diye bağırıyordu. Şehrin savunmasından sorumlu Cenevizli Giovanni Guistiniani yaralanmış, adamlarına geri çekilin emrini çoktan vermişti bile (Kaynaklar Guistiniani`nin iki defa yaralandığından bahsederken, görgü tanığı Nestor-İskender birisinin Murad isminde bir yeniçerinin eliyle olduğunu belirtmektedir). Düşen cephe hattından Haliç'teki gemilere kaçanlar ile cephe hattına takviyeye gidenler birbirine karışmıştı, şehirde benzeri az görülür bir kaos yaşanmaktaydı.

Beklenen yardım gelmedi

Türk askeri gücü karşında Konstantinopolis`in düşmesi beklenen bir sonuç idi ancak yine de son bir umut, Tanrı inayeti ile yardımlarına koşabilirdi. Lakin, şehrin Yunanlı halkının ve Katolik muhafızlarının bekledikleri maddi ve ilahi yardım gelmedi. Ekim 1452`de papa V. Nicholas, Kardinal İsidore`yi 200 kişilik bir kuvvet ile şehrin savunmasına göndermişti ama bu yardım daha çok Katolik kilisesinin Ortodoks kilisesine üstünlüğünü gösteren sembolik bir yardımdı. Zaten İsidore şehrin Ortodoks ahalisi tarafından sıcak karşılanmamış, Ayasofya`da icra ettiği ayin de protesto edilmişti. Halk arasında iki asır önceki Katolik işgali unutulmamış, birçok Yunanlı, Katolik hegemonyası yerine Türk idaresi altında yaşamayı seçmişti. İsidore`nin ayinine düşük katılımın perde arkasındaki sebep de aslında bu propagandaydı: Eğer bir güç tarafından idare edilmemiz kaçınılmaz ise bu Türk olmalıydı, zira Katoliklere güvenilmezdi. Zaten Türk askerleri şehrin sokaklarında sancaklarını yükselttiklerinde Katoliklerin çoğu Haliçteki gemilerine kaçıp, şehrin Yunanlı sakinlerini kaderleri ile baş başa bırakıp egedeki kolonilerine doğru yelken açtı. Bu yazımız hayatta kalıp, İstanbul`un fethi haberini Latin dünyasına ulaştıranların raporları üzerinedir. Aynı zamanda hikayelerinin de kısa bir analizini yapmaya çalışacağız.

Surlarına güvendiler

9 Haziran 1453`te Girit Limanı'na üç gemi ulaştı. Yolcuları arasında Konstantinopolis'te son savaşı verenler de vardı. Perişan ve bitap haldeki bu yolcular Hristiyan dünyasını sarsacak acı bir haber de beraberlerinde getirmekteydi. Chalkis ve Methoni gibi Venedik kolonilerine can havli ile ulaşanlar da aynı haberi taşımaktaydı: Doğudaki Hristiyanlığın son kalesi düşmüştü. Batı Avrupa Hristiyanlarını derinden sarsacak şehrin düştüğü haberi 29 Haziran`da Venedik`e ulaştı. Konstantinopolis`in Hristiyanlığın en büyük düşmanı Türklerin eline geçtiği haberinin diğer Hristiyan milletlere ulaşması ise çok uzun sürmedi. Kötü haber çabuk ulaşır kaidesi gereği o dönem şartlarında görülmemiş bir hızda bilgi yayılmış, Batı Avrupa şehirlerinde, saray koridorlarında artık Türklerin muzafferiyeti konuşulur olmuştu. Büyük bir şok yaşanmaktaydı. Konstantinopolis`in öldürücü bir tehlike ile karşı karşıya olduğunu muhakkak biliyorlardı ancak tehdidin şiddetini kestirememiş olmalılar ki inanmakta zorluk çektiler, belki de şehrin ün salmış surlarına güvenmişlerdi.

Batı Avrupalı dini, seküler ve entelektüel çevreler vakit geçirmeden İstanbul'un fethi hakkında bilgi edinme arayışına girdiler. Doğal olarak da ilk önce görgü tanıklarının ifadelerine müracaat etme yolunu seçtiler. Kendi içerisinde birçok çelişkiler taşıyan bu ifadeler, gelecek yüzyıllarda Batı Avrupa`da oluşacak Türk imajına olumsuz anlamda önemli katkı sağladı. İlaveten, görgü tanığı raporları ikincil kaynaklar ile karıştı. Bu durum modern tarihçilerin bu kaynakların güvenilirliğini sorgulamasına yol açtı. İstanbul'un fethi (Batı kaynaklarında düşmesi) hakkındaki en önemli kaynaklardan birisi Venedikli bir doktor olan Niccolo Barbaro`nun günlüğünden derlenmiş eseridir. Nicollo, Giornale dell'assedio di Constantinopoli başlıklı eserinde Batı yakası surlardaki askeri hareketlikler ile alakalı önemli bilgiler vermekle birlikte Venedikli savaşçılar, askeri zayiatlar ve Türklere esir düşenler hakkında detaylı bir liste sunmuştur. Lakin, eser kendi içerisinde çelişkiler barındırmakta ve içerdiği bilgilerin güvenirliği hakkında şüpheler oluşturmaktadır. Mesela, Zacaria Grioni hakkında kullandığı ifadeler bu şüphelere güzel bir örnek teşkil etmektedir. Eserin bir kısmında Grioni`nin Türklere esir düştüğü daha sonra fidye ödenerek serbest kalıp Venedik`e döndüğünden bahsederken eserin başka bir kısmında ise Türkler tarafından öldürülen asilzadelerin ismini zikrederken Grioni`in ismini de saymaktadır. Çelişkili ifadeler kaynaktaki bilgilerin ne kadarının Niccolo`ya ait olduğu, esere dışarıdan ilaveler yapılıp yapılmadığı sorusunu da beraberinde getirmektedir.

Kaçmaya fırsat bulamadı

Bir diğer önemli kaynak Piskopos Leonardo Giustiani`ye aittir. Papa V. Nicholas'ın Kardinal İsidore`yi Konstantinoplolis`e gönderdiğinden bahsetmiştik. İsodore, Konstantinoplolis yolculuğunda Sakız Adası'na uğrar ve burada Leonardo ile tanışmıştır. Kardinalin etkisinde kalan Leonardo onunla şehrin müdafaasına katılmak gayesi ile beraber yolculuk yapmaya karar vermiştir. Şehir Türkler tarafından fethedilince kaçmaya fırsat bulamayanların arasında o da bulunmaktadır. Leonardo`nun anlatımları da tıpkı Nicolo Barbaro gibi çelişkiler içermektedir, hatta bazılarımız için trajik-komik mantıksal hatalar barındırmaktadır. Mesela Leonardo, Türklerin eline nasıl esir düştüğünü anlatırken onların (Türklerin) barbarlık ve vahşiliğine vurgu yapmak gayesiyle yaralı halde dövüldüğünü anlatırken, eserin diğer kısmında fidye yoluyla serbest kaldıktan sonra Türklerden savaş ganimeti olan kitaplardan satın aldığını anlatmaktadır. Başından okla yaralanmış olan Leonardo`yu üstüne bir de dövecek kadar acımasız ve barbar olan Türkler, onun Konstantinopolis ve Pera`da rahatlıkla dolaşarak kitap satın almasına ne hikmetse müsaade etmişlerdi! Bu çelişki Leornardo için çok önemli olmamalıydı neticesinde hikâyesinin ilk kısmındaki barbar ve zalim Türk imgesine inanıp- dikkatini o kısma vererek- kitap hadisesini umursamayacak hazır bir okuyucu kitlesi mevcuttu. Türk, Avrupa'nın yüzleşmekte olduğu "yeni Barbar" idi ve ona uygun bir resim çizmekte hiçbir sakınca yoktu. Kaderin bir garip cilvesi olarak Leonardo`nun Türkler ile imtihanı İstanbul`un fethi ile bitmemiş, Midilli Adası'na yerleştikten sonra 1462 yılındaki Türk akınında tekrar esir düşmüş ve yine fidye ile serbest bırakılmıştı.

Görüldüğü üzere birincil kaynak olarak sınıflandırabileceğimiz bu raporlardaki çelişkili ifadeler, metinleri okumada ve yorumlamada dikkatli olmamızı gerektiğini bizlere ihtar etmektedir. Haliyle, ikincil kaynaklara olan yaklaşımlarımızda çok daha fazla hassasiyetle yaklaşmamız gerektiğini hatırlatmak isteriz. Hem misal teşkil etmesi hem de yazımızın başındaki başlığa açıklama olması gayesi ile bu kısma bir örnek vermek istiyoruz. Raporlarda bahsi geçen hadise Fatih Sultan Mehmed`in son Bizans imparatoru XI. Constantine`nin kızına Ayasofya`da tecavüz ettiği iftirasıdır. İddia sahiplerinden birisi Korfu Adası'nın Venedikli idarecisi Filippo da Rimini'dir. Filippo, Fatih'in bu cürüm sonrasında Pallas tapınağında kirletilen Truvalı bakirenin intikamını aldığını söylediğini iddia etmektedir. Yani Fatih antik çağdaki Truvalıların intikamını almak istemiştir. Çokça bilinen hikâyeye göre Truva prensesi Cassandra, Yunanlıların Truva'yı talanında tapınakta tecavüze uğramıştı. İftiranın Mathias Doring ve Leonardo Bevoglienti tarafından atılmış başka versiyonları da vardır.

Nereden baksan tutarsızlık

Bu anlatı ve raporların hepsi birbirinden abartılı ve aynı zamanda çelişkilidir. Ancak bunların ötesinde çok önemli bir sorun daha bulunmaktadır o da son Doğu Roma imparatoru XI. Constantine'nin evli olmamasıdır. İmparatorun çocuğu da yoktur. Evet yanlış duymadınız! Katolik yazarlar XI. Constantine`e hem kraliçe icat etmişler hem de onu çocuk sahibi yapmışlardı. 1453 yılında Konstantinopolis`te bir kraliçe bulunmamaktaydı. O sıralarda XI. Constanine'in yakın arkadaşı ve diplomatı George Sphrantez imparatoru için uygun bir eş aramakta idi. Seçenekler arasında Gürcü kralı VIII. George`un kızı uygun görülmüş ancak gelin adayı İstanbul kuşatma altında olduğundan şehre ulaşamamıştı.

Bu kadar bariz tarihsel gerçeklikten sonra akıllara Batılı Hristiyan yazarların böylesi bir yalan ve iftirayı neden attıkları sorusu gelebilir. Bunun ilk nedeni Batı Avrupa Hristiyan dünyasında hali hazırda mevcut olan vahşi Türk imajını perçinlemektir. Yaklaşan ve önlenemeyen Türk tehlikesine karşı Hristiyan halkı şuurlu ve diri tutmak hedeflenen bir gayeydi. Yine buna paralel olarak dini ve siyasi otoriteler varlıklarını ve güçlerini Türk tehdidi üzerine muhafaza etmekteydiler. Onlara göre Türk barbar ve acımasızdır ve Hristiyan tebaayı bu tehditten ancak kilise ve seküler otoriteler koruyabilir.

Bir diğer neden ise Katolik dünyasında mevcut bulunan Ortodoks-Yunan düşmanlığı ile ilintilidir. Bu görüşe sahip yazarlara göre Yunanlılar, antik çağda Truvalılara yaptıklarından dolayı Türklerin eliyle cezalandırmaktaydı. Yine onlara göre Fatih, Cassandra`nın intikamını bu şekilde almaktaydı. Bir başka ifadeyle, Ortodoks Yunanlılara olan nefretlerinin şiddeti Fatih Sultan Mehmed`e atılan iftiranın üretilmesindeki sebeplerden birisidir.

[email protected]