OECD verilerine göre erkekler, kadınlara kıyasla daha yüksek intihar oranlarına sahip. Dünya Sağlık Örgütü'nün raporları, erkeklerin kadınlardan daha erken öldüğünü, daha fazla psikolojik rahatsızlık yaşadığını ve sağlık hizmetlerine erişimde daha büyük engellerle karşılaştığını ortaya koyuyor. UNESCO'ya göre ise erkekler, özellikle ortaöğretimde akademik başarı açısından geride kalıyor. Yani bir zamanlar güçlü ve dayanıklı olmanın sembolü olan erkeklik, artık bir kriz içinde.
Mehmet Kırtorun/ Yazar
Toplumun katmanları değişiyor, teras teras yükselen bir dönüşüm yaşanıyor. Erkekler, bildikleri dünyanın kayganlaştığını hissediyor; kurallar yeniden yazılıyor, roller çözülüyor, hayat bambaşka bir ritim kazanıyor. Richard V. Reeves'in Adamlar ve Oğullar eserinde işaret ettiği gibi, erkekler bu yeni düzenin içinde yollarını bulmakta her geçen gün daha fazla zorlanıyor.
Kadınlar eğitimde ve iş dünyasında hak ettikleri yükselişi yaşarken, erkekler aynı hızla geriliyor. Bir zamanlar güçlerini belirleyen meslekler, alıştıkları sorumluluklar, içinde kendilerini var ettikleri roller, yavaş yavaş silikleşiyor. Reeves, bu değişimi sadece bireysel bir bocalama olarak değil, derin bir toplumsal sarsıntı olarak ele alıyor. Akademik başarısı gerileyen oğullar, iş dünyasında rekabet gücünü yitiren adamlar ve evin merkezinden çekilen babalar... Erkeklerin kayıpları, sadece kendi iç dünyalarına değil, topluma da yeni bir şekil veriyor.
Batı'da bu değişim çoktan belirginleşti; sınıflardan, ofislerden, evlerden çekilen erkek figürü, bir dönemin sonunu haber veriyor. Türkiye'de de benzer bir serüven yaşanıyor. Erkek çocukları akademide geri düşüyor, iş dünyasında sarsılıyor, baba figürü giderek solgunlaşıyor. Hayatın içinde, erkekler için açılan yollar kapanırken, yeni yolların nereden geçeceği henüz belirsiz.
Bir erkek, içinde büyüdüğü bahçeyi terk ettiğinde, yeni bahçenin yollarını tek başına bulabilir mi? Reeves'in sorduğu sorular, yalnızca bireysel kaygılar değil; bunlar, toplumun hangi terasta durduğunu, hangi manzaraya baktığını belirleyen sorular. Eğer bir dönüşüm yaşanıyorsa, bu dönüşümde erkekleri kim, nasıl taşıyacak? Yeni bahçelere, yeni katlara, yeni hayatlara nasıl geçilecek? Ve en önemlisi, erkeklerin kendini yeniden tanımladığı bu dünyada, yol gösteren kim olacak?
Erkeklik, geçmişin yükü ve toplumsal dönüşüm
Tarih, kat kat yükselen bir yapı. Orta Çağ'a "Karanlık Çağlar" denmesi, o dönemde yaşayan biri için ne kadar anlamsızsa, belki de beş yüzyıl sonra tarihçiler 21. yüzyıla bakıp, "Bu insanlar kendi Karanlık Çağları'nda yaşıyordu" diyecek. Bugün, teknolojinin ve bilginin çağında olduğumuzu sanıyoruz. Oysa kendimizi nasıl tanımladığımız, yaşadığımız gerçeği değiştirmeye yetmiyor.
John Steinbeck'in Gazap Üzümleri'nde, Joad ailesi yalnızca açlıktan ve yoksulluktan kaçmıyordu; onlar, kendilerine ait bir dünya kurmanın peşindeydi. Bugünün insanı da benzer bir yolculukta. George Orwell'in Paris ve Londra'da Beş Parasız eserinde anlattığı gibi, sistemin dışına düşenler, toplumun çeperlerine itilenler giderek artıyor. Bir zamanlar toplumu elleriyle inşa eden erkekler, şimdi o toplumun değişen ritmine ayak uydurmakta zorlanıyor. Sanayi çağının yerini insan odaklı mesleklerin ve dijital becerilerin belirlediği yeni bir düzen alırken, erkekler kendilerini hızla dışarıda buluyor.
Bu yalnızca bireysel bir mesele değil. Arthur Miller'ın Satıcının Ölümü'nde Willy Loman, hayallerinin çöküşüyle sürüklenirken, bugünün erkeği de toplumsal dönüşümün içinde kayboluyor. Eğitim ve iş dünyası, erkekler için giderek daha zorlu bir alan haline geliyor. Erkek öğretmenlerin azalması, genç erkeklerin akademik başarısını etkiliyor. Bu da onların gelecekte iş dünyasında rekabet güçlerini kaybetmelerine ve toplumsal rollerinde geri planda kalmalarına yol açıyor.
Ve bu sadece kariyer ya da eğitim meselesi değil. Erkekler daha fazla intihar ediyor, daha erken ölüyor, daha fazla hastalanıyor ve psikolojik bunalımlarla boğuşuyor. OECD verilerine göre erkekler, kadınlara kıyasla daha yüksek intihar oranlarına sahip(OECD, 2023). Dünya Sağlık Örgütü'nün raporları, erkeklerin kadınlardan daha erken öldüğünü, daha fazla psikolojik rahatsızlık yaşadığını ve sağlık hizmetlerine erişimde daha büyük engellerle karşılaştığını ortaya koyuyor (WHO, 2023). UNESCO'ya göre ise erkekler, özellikle ortaöğretimde akademik başarı açısından geride kalıyor. (UNESCO, 2022)
Bir zamanlar güçlü ve dayanıklı olmanın sembolü olan erkeklik, artık bir kriz içinde. Toplum, erkeklerden geçmişte sahip oldukları rollerin dışına çıkmalarını bekliyor; ama bu dönüşüm sürecinde onları nasıl destekleyeceğini bilmiyor. İş dünyasında geleneksel rollerin yerini esnek, duygusal zekâ gerektiren pozisyonlar alıyor; ancak sistem, erkekleri bu yeni dünyaya hazırlamakta yetersiz kalıyor.
Belki de biz, bugünü "aydınlık" bir çağ olarak görüyoruz. Ama tarih, bugünü nasıl değerlendirecek? Muhtemelen, "Bu dönem, modern insanın kimlik krizinin en yoğun yaşandığı çağlardan biriydi" diyecekler. Richard Reeves'in Adamlar ve Oğullar kitabı, bu krizin kökenlerine iniyor. Eğitimin eşitsizliğinden iş dünyasındaki dönüşüme kadar pek çok dinamik, yalnızca bireyleri değil, tüm toplumu şekillendiriyor. Erkeklik değişiyor. Toplum değişiyor.
Eğitimde erkeklerin gerilemesi ve yapısal engeller
OECD verilerine göre, kadınların yükseköğretime katılım oranları erkeklerden yüzde 13 daha yüksek. ABD'de üniversite mezunlarının yüzde 60'ı kadınlardan oluşuyor ve bu oran giderek artıyor. Norveç gibi ülkelerde fark yüzde 20'ye ulaşıyor (OECD, 2023). Bir zamanlar erkeklerin hâkim olduğu akademik sahne, artık onların geride kaldığı bir alana dönüşüyor.
Bu geri çekilişin sebeplerinden biri, erkek çocuklarının prefrontal korteks gelişiminin kızlara kıyasla daha geç tamamlanması. Eğitim, planlama ve öz disiplin gerektiriyor; ancak eğitim sistemleri bu biyolojik farkı göz ardı ettiğinde, erkek çocukları başarısızlık hissine kapılarak okuldan uzaklaşıyor. Kurallara uymakta zorlanan, disiplin cezalarıyla daha sık karşılaşan erkek öğrenciler, kendilerini ait hissetmedikleri bir sistemin içinde yavaş yavaş kayboluyor.
Reeves, bu kopuşu önlemek için erkek çocuklarının okula bir yıl geç başlamasının akademik başarılarını artırabileceğini söylüyor. Ancak böyle bir ayrıcalık yalnızca varlıklı ailelerin erişebileceği bir seçenek olmamalı; devlet politikalarıyla geniş kitlelere yayılmalı (Reeves, 2023). Eğitim sistemleri, erkek öğrencilere yönelik bireysel destek mekanizmalarını artırmalı, okullarda erkek öğretmen oranını yükseltmeli ve öğrenme süreçlerini onların ihtiyaçlarına göre şekillendirmeli.
Türkiye İstatistik Kurumu'nun (TÜİK) 2022 verilerine göre, erkeklerin okullaşma oranı ilkokul seviyesinde yüzde 98,6 iken, lise seviyesinde yüzde 88,5'e düşüyor. Kadınlarda ise bu oran yüzde 98,2'den yüzde 91,3'e geriliyor (TÜİK, 2022). Erkek çocuklarının erken yaşta çalışma hayatına dâhil edilmesi, onların eğitimden kopuşunu hızlandıran en büyük sebeplerden biri. Ancak mesele sadece ekonomik yük değil; eğitim sistemindeki erkek öğretmen eksikliğiyle birleştiğinde, bu kopuş daha da derinleşiyor. Düşük eğitim seviyesine sahip erkeklerin iş bulma oranları da giderek düşmekte, iş gücünden tamamen çekilen erkeklerin sayısı artmaktadır. (İstanbul İşgücü Piyasası Raporu 2022.) Bu durum, toplumsal cinsiyet rollerinde ciddi bir değişimi beraberinde getiriyor.
Güçlü olmaya mahkûm yalnızlık
ABD'de her yıl yaklaşık 40 bin erkeğin intihar ettiği ve 2010'dan bu yana en büyük artışın genç erkekler arasında görüldüğü belirtilmektedir (Curtin & Hedegaard, 2019, Suicide rates for males and females by race and ethnicity: United States, 1999–2017). Bu veriler, özellikle genç erkeklerin ekonomik, sosyal ve psikolojik baskılar nedeniyle daha fazla risk altında olduğunu göstermektedir. Çalışma hayatındaki belirsizlikler, finansal güvencesizlik ve duygusal destek eksikliği, erkeklerin zihinsel sağlığını olumsuz etkilemektedir. Bu eğilim yalnız ABD'ye özgü değil; Avrupa'da da benzer bir tablo gözlemlenmektedir. Türkiye'de de benzer bir eğilim görülmektedir. 2002'den 2018'e kadar intihar eden yaklaşık 50.378 kişinin yüzde 70'ini erkekler oluşturmaktadır. 2018 yılında intihar eden 3.161 kişinin 2.391'i erkek, 770'i kadındır (Türkiye İstatistik Kurumu[TÜİK], 2019, Ölüm ve ölüm nedeni istatistikleri, 2018). Bu oranlar, erkeklerin psikolojik destek alma konusunda daha çekingen olmaları, ekonomik baskılar ve toplumsal beklentilerin bir sonucu olarak değerlendirilmektedir.
Geleneksel toplumsal normlar, erkeklerden güçlü, dayanıklı ve duygularını bastırmalarını beklemektedir. Ancak bu beklenti, erkeklerin duygusal sıkıntılarını paylaşmalarını zorlaştırarak psikolojik sağlıklarını olumsuz etkilemektedir. Dünya Sağlık Örgütü'nün (WHO) 2022 verilerine göre, intihar eden erkeklerin oranı kadınlara göre yaklaşık yüzde 300 daha fazladır. Bunun temel nedenlerinden biri, erkeklerin ruhsal sağlık sorunlarını dile getirme ve psikolojik destek alma konusunda daha isteksiz olmalarıdır (WHO, 2022).
Bu sorunun bir diğer önemli boyutu da psikolojik destek alma eğilimindeki cinsiyet farkıdır. Türkiye Psikiyatri Derneği'nin 2022 yılında yaptığı bir araştırmaya göre, psikolojik destek alma oranları erkeklerde yüzde 28 iken, kadınlarda bu oran yüzde 49 olarak belirlenmiştir. Toplumda yaygın olan "erkek adam ağlamaz" gibi söylemler, erkeklerin ruhsal sağlıklarını göz ardı etmelerine ve destek arayışından kaçınmalarına neden olmaktadır.
Bunun yanı sıra, toplumsal dönüşümler de erkeklerin kimlik krizini derinleştirmektedir. Geleneksel erkeklik anlayışı, erkeğin aile içinde sağlayıcı rolüyle tanımlanmasına dayanıyordu. Ancak kadınların ekonomik bağımsızlığını kazanmasıyla birlikte, bu model geçerliliğini yitirmeye başlamış, ancak yerine yeni bir model de inşa edilememiştir. Bu belirsizlik, erkeklerin toplumsal rollerini sorgulamalarına ve kendilerini yalnız hissetmelerine neden olmaktadır. Özellikle intihar oranları boşanmış erkekler için durumun daha da zorlayıcı olduğunu ortaya koymaktadır.
Bütün bunlar gösteriyor ki, erkeklerin psikolojik sağlığı yalnızca onların kişisel meselesi değil. Bu, bir toplumun içinde yükseldiği temellerle ilgili. Geleneksel erkeklik rollerinin sorgulanması ve erkeklere yönelik ruhsal destek mekanizmalarının artırılması, intihar oranlarını azaltmak ve toplumsal dengeyi korumak için kaçınılmaz bir gereklilik.
Flört dünyasında erkeklerin durumu
Gelişen toplumsal dinamikler ve değişen cinsiyet rolleri, flört dünyasında çarpıcı bir dengesizliğe yol açmaktadır. Kadınlar, genellikle kendileriyle eşit ya da daha üst seviyedeki erkeklerle ilişki kurmayı tercih ederken, erkekler farklı sosyo-ekonomik ve eğitim seviyelerindeki kadınlarla da ilişki kurabilmektedir. Ancak kadınların eğitimde ve kariyerde giderek daha başarılı hale gelmesi, geleneksel flört dinamiklerini alt üst etmekte ve yeni bir dengesizlik ortaya çıkarmaktadır (Dedeoğlu & Demir, 2021, Eğitim ve Sosyoekonomik Farklılıkların Evlilik Üzerindeki Etkileri).
Şu anki eğilimlere göre, flört havuzunda daha fazla sayıda iyi eğitimli ve başarılı kadın varken, aynı seviyede erkek sayısı daha azdır. Bu dengesizlik, kadınların aradıkları kriterlere uyan erkeklerin az olması nedeniyle rekabetin artmasına ve bazı erkeklerin tamamen göz ardı edilmesine neden olmaktadır (Nisançı, 2022, Evlilikte Eğitim Düzeyi Uyumu ve Boşanma Riski).
Çevrimiçi tanışma platformlarında da benzer bir tablo gözlemlenmektedir. Araştırmalar, kadınların büyük bir kısmının, sadece en çekici, sosyal statüsü yüksek ve başarılı erkeklere yöneldiğini ortaya koymaktadır. Bu durum, erkekler arasında keskin bir ayrım oluşmasına yol açmaktadır:
Bu ikinci grup erkekler arasında, otoriter ideolojilere, aşırı sağ gruplara ve hatta şiddet eğilimli topluluklara yönelme eğilimi gözlemlenmektedir. Sosyal olarak izole edilen bu bireyler, kendilerini anlamadıklarını düşünerek, radikal ideolojilere daha açık hale gelmektedir (Lamb, 2010, The Role of the Father in Child Development).
Sonuç olarak, erkeklerin yalnızlaşması, bireysel düzeyde ruhsal problemleri artırdığı gibi, toplumsal anlamda da tehlikeli sonuçlar doğurabilmektedir. Erkeklerin şiddete eğilimi yine hayli fazlayken, günümüzde erkeklerin, toplumdan soyutlandığı, bilgisayar oyunları ve diğer simüle edilmiş deneyimlere yöneldiği gözlemlenmektedir. Bu durum, modern flört dinamiklerinin ve toplumsal cinsiyet rollerinin yeniden değerlendirilmesini gerektiren kritik bir meseledir.
Tek taraflı yükselme sorunu
Bazıları bu meseleyi dile getirmeyi gereksiz bir telaş olarak görüyor. Erkeklerin yaşadığı zorlukları konuşmanın, kadınların haklarını küçümsemek olduğunu sanıyorlar. Oysa gerçeğin sahnesinde kazanan ve kaybeden yoktur; burada mesele, insanı var eden temel taşların yerinden oynamasıdır. Orwell'in sefaletin karanlığını anlattığı satırlarda olduğu gibi, sorun yalnızca bireysel kayıplar değil, bütün bir sistemin çatırdamasında. Erkeklerin artık görünmez olduğu mesleklerde onlara alan açmak, babasız büyüyen nesillere bir temel kazandırmak, eğitimde erkek çocuklarını desteklemek bir lütuf değil, toplumsal bir zorunluluk.
Eğer bu erimeye müdahale edilmezse, yalnızca bireysel düşüşler yaşanmayacak, toplumun kendisi de geri dönülmez bir kayba sürüklenecektir. Tom Wolfe'un A Man in Full romanında Amerikan rüyasının çöküşü, yalnızca bireysel bir trajedi değil, bütün bir sistemin iflasıydı. Erkekliğin bu sessiz kayboluşu da, eğer göz ardı edilirse, yalnızca bir cinsiyetin değil, tüm toplumun dengesini bozacaktır.
Tüm bunlara rağmen işin en acı tarafı, bu gerçeğin dile getirilmesinin bile bir tür savaş ilanı olarak görülmesi. Yıllardır toplumsal cinsiyet tartışmaları yanlış bir denklem üzerine kuruldu: Eğer kadınların haklarını savunuyorsanız, erkeklerin sorunlarını yok saymalısınız. Eğer erkeklerin karşılaştığı zorlukları konuşuyorsanız, kadın mücadelesine zarar veriyorsunuzdur. Oysa insan zihni, birden fazla gerçeği aynı anda taşıyabilir. Oğlunuzun okulda başarısız olması sizi endişelendiriyorsa, bu kadın haklarına olan desteğinizi azaltmaz. Kardeşinizin ruh sağlığıyla ilgilenmek, kadınların daha iyi bir dünya idealini reddetmek demek değildir.
Ama şu da bir hakikat: Eğer biz, insan onurunu savunan bireyler olarak erkeklerin yaşadığı sorunları görmezden gelirsek, bu boşluğu başkaları dolduracaktır. Ve genellikle, o boşluğu dolduranlar kadınları suçlayan, erkeklerin yaşadığı her şeyi kadınların yükselişine bağlayan, toplumsal nefreti körükleyen kişiler olur.