Barış anlaşması imzalanırsa, Ermenistan tarafı yeni durumdan daha kazançlı çıkacak. Türkiye ile ilişkileri normalleşecek, tüm komşuları ile istikrarlı ilişkiler kurabilecek. Ancak bu rasyonel değerlendirme Ermeni şovenizminin hırsları karşısında kendiliğinden baskın çıkma imkânına sahip değil. Hatta Ermenistan'daki ve diasporasındaki aşırıcı çevreler için manzara; gelecekte olabilecek Üçüncü Karabağ Savaşı için hazırlanmak ve uluslararası kamuoyunu da bu doğrultuda gütmekten ibaret.
Mehmet Yahya Çiçekli/ Yazar
2025 yılının ilk çeyreği, Dünyanın süregelen uzun vadeli ihtilaflarından olan Azerbaycan-Ermenistan sorununda bir barışa varılma ihtimalinin somut olarak ortaya çıkışına sahne oldu. Yaklaşık bir aydır iki devlet arasında barış anlaşması metninde mutabakata varıldığı konuşuluyor. Bu bilginin başlıca kaynağı iki devletin resmi makamlarının açıklamaları. Bununla birlikte barış anlaşmasının mutabakata varılan metni kamuoyuna duyurulmuş değil. Metne hâkim bazı yetkililerin isim vermeksizin oldukça sade bir metin hazırlandığı şeklindeki yorumları basında yer buldu fakat bunların kesin olarak teyit edilmesi mümkün değil.
Barış anlaşmasında sona gelinmesi genel olarak uluslararası camiada olumlu karşılandı. Tek kalan belirsizlik imza yeri ve zamanından ibaretmişçesine bir algı hâkim. Aslında, anlaşmanın imzalanması noktasında tarafların nihai eğilimleri oldukça karmaşık. Barış anlaşması kulağa hoş gelse de, konunun öznesi olan taraflar için barışın ötesinde anlamlar ifade ediyor.
Uzlaşının belirsiz noktaları
Barış anlaşmasının nerede imzalanacağı sorusu ve Azerbaycan'ın muteber bir barışın mütemmim cüzü (tamamlayıcısı) olarak gördüğü bazı konular, barış görüşmelerinin nihayete ermesine dair meydandaki belirsizlik veya pürüzler olarak ortada duruyor. Uluslararası ilişkilerde ateşkes ve barış gibi ağırlıklı anlaşmaların imzalandığı yerler de son derece önemlidir. Bu doğal hassasiyetin yanında, Azerbaycan'ın barış anlaşması ile bütün olarak gördüğü bazı çetrefilli konular da çözüme muhtaç. Bu bağlamda başlıca iki meseleden bahsedilebilir.
Birincisi, SSCB döneminde Ermenistan içinde yer almakla birlikte Azerbaycan'a bağlı "eksklav" niteliğindeki köylerin Azerbaycan'a iadesi ve buralara Azerbaycanlıların geri dönüşü konusu, Ermenistan kamuoyunda bir toprak kaybı algısı oluşturuyor. Bu köylerin yasal sahibi ve egemeni Azerbaycan olsa da, Ermenistan sınırları arasında kalan bu köylerin yutulmuş olması Ermenistan halkı için büyük ölçüde tarihsel bir hatanın düzeltilmesi veya bir hak gibi değerlendiriliyor. Karabağ'ı "kaybeden" büyük Ermenistan davasının kendi sınırlarından da taviz veriyor görülmesi, Ermeni Şovenizmi için oldukça ağır bir durum.
İkincisi, Ermenistan'ın SSCB'den bağımsızlık ilanında yer alan Karabağ ile birleşme idealine mevcut Ermenistan Anayasasının atıf yapıyor olması. Azerbaycan, toprak bütünlüğünü hedef alan böyle bir ifadenin barış için engel olduğunu vurguluyor. Bu iki husus dışında, SSCB döneminde Ermenistan'da yerleşik Türklerin (ekslavlar dışında yaşamış olanların) bugünkü Ermenistan sınırları içinde kalan kendi yurtlarına dönmeleri ve burada hayatlarını sürdürebilmeleri için gerekli düzenlemelerin yapılması veya Zengezur koridoru gibi konular da gündeme geliyor.
Uluslararası camianın sorunları
Başta Fransa gibi, konuya nesnel yaklaşmayan, hatta ahlaki dayanaklardan bile yoksun tavır takınan bazı ülkeler Azerbaycan'ın toprak bütünlüğünü kayıtsız şartsız kabullenmeye yanaşmıyor ve Ermenistan'ı da bir uzlaşıdan kaçınmak için destekliyor. Burada destek ifadesi aslında yetersiz, ortada açık bir kışkırtma olduğu da söylenebilir. Ermenistan'ın makul çizginin ötesinde böyle körü körüne desteklenmesi, Birinci Karabağ Savaşında şahit olunduğu gibi SSCB geleneği içinde Rusya'nın payına düşerken, 2020'li yıllar Rusya'nın konumunun değiştiğini açığa çıkardı. Rusya'nın yerini ise, beklenen en güçlü aday olarak, geçmişten beri Ermeni diasporasının oyuncağı gibi bir tavır sergileyen Fransa doldurdu.
Ateşkes sürecinde Ermenistan'a askeri destek veren bazı devletler bir anlamda İkinci Karabağ Savaşının bir rövanşına dair hülyaları Ermenistan halkına yaymaya hizmet ediyor. Askeri yardım sağlayan veya silah satışı yapan bu devletler Avrupa ile de sınırlı değil. Ancak üçüncü bir devletin somut müdahalesi olmaksızın Ermenistan'ın demografik ve sosyoekonomik göstergeler itibarıyla bugünkü Azerbaycan karşısında varlık göstermesi de muhtemel değil. Buna rağmen, 30 yılı aşkın süre komşusunu işgal eden bir ülkenin tam da bu kriz tarih kitaplarına havale edilecekken silahlandırılması barış sürecine katkı sağlamadığı gibi, ateşkes sürecinde sağlanan ahengi de bozma riskini getiriyor.
Tarafların barış için motivasyonu
Mevcut ateşkes durumu iki ülke arasında en azından büyük ölçüde istikrarlı bir sınır olduğunu sergiliyor. Bu noktada tarafları barış anlaşmasını imzalamaya sevk edecek motivasyonlar tartışmaya açık. Azerbaycan açısından bakıldığında; kendi toprakları üzerinde hak iddia eden ve topraklarının küçük de olsa bazı parçaları ilhak eden, üstüne soydaşlarını sürgün eden ve bu tavırlarını değiştirme iradesi göstermeyen bir komşu devlet ile barış anlaşması imzalamak çok da cazip değil. Ermenistan açısından bakıldığında, kaybettiği bir savaşta yenilgiyi kabullenmesi, kan davası güttüğü düşmanının meşruiyetini tanıması ve sınır konusunda savaş ile değiştirmeye çalıştığı eski sınırları kabul etmesi başlı başına zor bir adımken, üstüne bir de uğruna savaştığı davasından vazgeçtiğini ikrar etmesi daha da zor bir adım. Yaşananlara Ermeni şovenizmi çerçevesinden bakıldığında, kendi kaderini tayin eden soydaşlarını silah zoruyla zapturapt altına alan ve Ermenistan sınırları içinde de alan kazanmak isteyen hasmının taleplerini kabul etmek büyük psikolojik bir ağırlık taşıyor. Aslında Ermenistan'da karar alıcılar reel politik çerçevesinde gündeme ve geçmişe nesnel bakma baskısı altında Ermeni şovenizminin çıkmazından kurtulabilseler de, iç siyaset dengeleri ve kamuoyu baskısı da onların önünde büyük bir engel.
Mevcut durum, iki devlet arasında güven arttırıcı başka adımlar atılmadan barış anlaşması imzalanmasının çok da kolay ve muhtemel olmadığını gösteriyor. Üstelik, saldırgan taraf olan ve Birleşmiş Milletlerce kesin olarak haksızlığı tescil edilmiş bulunan Ermenistan, barışın taşıdığı olumlu hava ve getireceği bütün avantajlara rağmen gitgide barış anlaşmasından uzaklaşmaya müsait görünüyor. Bu durumun iç politikaya dair kaynakları olduğu gibi, uluslararası camiada bazı devletlerin de bu süreci zora sokacak tavırları açık şekilde görülüyor. Barış anlaşmasının imzalanmaması taraflara elbette uluslararası dengeler bakımından belirli olumsuzluklar getirecek olsa da, imzalanmayan bir barış anlaşmasının dar anlamda taraflar için çok büyük bir kayıp olacağını söylemek mümkün değil. Ancak bölgesel barış ve istikrar ile uluslararası camia için bu barış daha büyük önem taşıyor ve görünüşe göre iki devlet de barış anlaşmasını istemeyen taraf olmamayı barış anlaşmasını imzalamaktan daha çok önemsiyor.
Barış anlaşması imzalanırsa, Ermenistan tarafı yeni durumdan daha kazançlı çıkacak. Türkiye ile ilişkileri normalleşecek, tüm komşuları ile istikrarlı ilişkiler kurabilecek. Ancak bu rasyonel değerlendirme Ermeni şovenizminin hırsları karşısında kendiliğinden baskın çıkma imkânına sahip değil. Hatta Ermenistan'daki ve diasporasındaki aşırıcı çevreler için manzara; gelecekte olabilecek Üçüncü Karabağ Savaşı için hazırlanmak ve uluslararası kamuoyunu da bu doğrultuda gütmekten ibaret. Azerbaycan – Ermenistan barışı imkânsız olmasa da, büyük belirsizlikler içinde bir ihtimal olarak var olmaya devam ediyor. Eğer Güney Kafkasya'da kalıcı barış gerçekten isteniyorsa, uluslararası camianın da bu doğrultuda daha fazla katkı sağlaması ve tarafgirliği bırakıp yönlendirici olması gerekiyor.