İsrailli taraftarlar maç sonrası Amsterdam sokaklarında Filistin bayrakları asılmış evlere ve işyerlerine yönelerek, sloganlar eşliğinde Filistin bayraklarını indirmeye çalışmış, Filistin'e ve Filistinlilere yönelik ağır hakaretler içeren ifadelerde bulunmuşlardır. Yurtdışı menşeli haber kanalları ise ilginç bir şekilde vakanın hemen sonrasın odaklanıp “Arapların/Müslümanların” İsrailli holiganlara tepki eylemlerini büyük bir sokak olayı olarak göstererek, medyatik çarpıtmanın nasıl gerçekleştiğini bir kez daha ispatlamıştır.
Prof. Dr. Celalettin Yanık/ Bursa Uludağ Üniversitesi
Futbol birçok zaman, sahadaki müsabakanın saha dışı tezahürleri ile gündeme gelmiştir. Müsabaka esnasındaki gerginlik, saha dışına da taşabilmektedir. Futbol, kuralları ve sınırları dâhilinde biz ve öteki kimliğinin yaratılmasında fonksiyonel içeriğe sahip olmuştur. Çoğu zaman bu kimlik vurgusu, politik gerilimlerin yaşanmasına da neden olabilmektedir. Bugün birçok futbol müsabakası, adeta birer kimlik savaşları gibi algılanabiliyor. Her ne kadar futbol takımlarındaki futbolcular hibrit kimliklere sahip olsa dahi durum bu şekilde gelişebiliyor. Peki ya futbolun o yeşil çim sahalarının dışında durum nedir? Aslında durum, müsabakanın sona ermesi ile netlik kazanmaktadır. Fakat üzerinde durmak istediğimiz esas olay, İsrailli taraftarların Hollanda'da gerçekleştirdikleri provakatif eylem üzerine olacaktır.
Malum olduğu üzere, Hollanda'da geçtiğimiz günlerde yapılan bir futbol maçı sonrasında İsrailli taraftarların taşkınlığı, üzerinde durulması gereken bir vakadır. Zira bu taraftar güruhu, maçın hemen sonrasında Amsterdam sokaklarında Filistin bayrakları asılmış evlere ve işyerlerine yönelerek, sloganlar eşliğinde Filistin bayraklarını indirmeye çalışmış, Filistin'e ve Filistinlilere yönelik ağır hakaretler içeren ifadelerde bulunmuşlardır. Yurtdışı menşeli haber kanalları ise ilginç bir şekilde vakanın hemen sonrasına odaklanıp, "Arapların/Müslümanların" İsrailli holiganlara tepki eylemlerini büyük bir sokak olayı olarak göstererek, medyatik çarpıtmanın nasıl gerçekleştiğini bir kez daha ispatlamıştır.
Medyadaki yansımalar şimdilik bir tarafa bırakılırsa, aklımıza gelen ilk soru şu şekilde olmalıdır: Neden Hollanda'da bu olay meydana gelmiştir? Zira İsrailli futbol takımı farklı ülkelerde de müsabaka yapmış ve bu ülkelerde herhangi bir olay vuku bulmamıştır.
Hollanda, birçok Avrupa Birliği ülkesi gibi çokkültürcülük uygulamalarında gergin hatları barındıran bir ülkedir. Ancak tarihsel süreçte Birlik üyesi ülkelerden çok daha önceki yıllarda Hollanda, çokkültürcülüğü bir politika olarak başlatan ve bunu uygulama merhalesine getiren ilk ülkelerden biridir. Fransa'da onyedinci yüzyılda dini kimlikleri nedeniyle baskı ve zorlamaya maruz kalan dini cemaatlerin ilk rotası Hollanda olmuştur. Bunun yanı sıra Hollanda, sömürge döneminde kolonize ettiği ülkelerden kendisine doğru birçok göç akımına uğramış, farklı etnik ve dini kimliklere sahip olan bu nüfusları ülkesinde iskân etmiştir. Bu göç cereyanı, ilk dönemlerde Hollanda'da Müslüman kimliğe sahip topluluklara dair "Müslüman" kelimesi özelinde ılımlı bir politik vizyonun gelişme imkânını bulabilmesine neden olmuştur. Bu ılımlı "Müslüman"lıkla ilişkilendirilen sosyal ve politik tavır, 11 Eylül sonrasında İslamcı nitelemesi ile bir anda yıkıma uğramış, dolayısıyla kelimelerin zihinsel yaratımlarından sosyal ve bedensel kimliklendirmelere ve damgalamalara uzanan sürecin ideolojik dönüşümü hâsıl olmuştur. Kavramın dönüşüme uğraması, aslında, operasyonelliği de ihtiva etmesidir. Zira Hollanda, göçmenliğe dayalı pratiklerinde uyum testi ve mülakatlarında zorunlu tuttuğu sorularla bu soruların kime yönelik olacağı hususunda belirgin hatları meydana getirmiştir. Özellikle bu sorular, "Doğululara" uygulanmaktadır. Doğu, her ne kadar coğrafi bir tanımlama olsa dahi, özünde ideolojik arka plana sahiptir. Japonya ve Güney Kore'den gelenlerin Hollanda'da vatandaşlık almak istemesi halinde bu uyum testinin yapılmaması, bu ideolojik arka planın nasıl olduğunu bizlere gösterebilmektedir. Bununla birlikte bu uyum testlerine cevap vermeden önce vatandaşlık alabilmek adına izletilen video ise başka bir mistifikasyonun tezahürüdür. Hollanda'dan vatandaşlık almak isteyenlerin izlemek zorunda olduğu videoda tasvir edilenlerin burada teferruatlı bir şekilde anlatılmasına gerek yoktur. Ancak burada özellikle üzerinde durmamız gereken husus, bir video ile dahi olsa Doğulu/Müslüman bireylere yönelik uygulanan kimliksel yaptırımın hem görsel hem de zihinsel olarak nasıl kodlandığını, damgalamanın nasıl işler hale getirildiğini vurgulamaktır.
Hollanda, sonraki dönemlerde de birçok göç akınına maruz kalmıştır. Başta sahra ve sahra altı bölgelerden olmak üzere "Doğulu" göçmenler aileleri ile birlikte Hollanda'ya yoğun bir şekilde göç etmiştir. Kesintisiz devam eden bu göçe meydan okuma adına farklı yıllarda göçmenlik politikalarındaki uygulamalarda farklılığa gidilmiş olsa dahi, benzer uyum testleri ve mülakatları "Doğudan" gelenlere zorunlu tutulmuştur. Hollanda'da aşırı sağcı politik partilerin de kuruluşu aynı döneme rastlamıştır. Bu partilerin ağırlıklı politikaları, gettolaşmış haldeki göçmenlerin ülke için bir "güvenlik" problemi haline geldiği temel tezine dayanmıştır. Bu temel tezden yola çıkarak aşırı sağcı partiler, dolaylı yollardan Müslüman kimliğe sahip bireyler üzerinde baskı politikalarının uygulanmasına yönelik ideolojik bir kutuplaşmanın ve gergin hatların oluşumuna neden olmuştur. Geert Wilders, bu konuda verilebilecek en iyi örneklerden biridir. Kurduğu "Özgürlük" partisi ile devamlı surette bu aşırı sağcı uygulamaların yaygınlık kazanmasını ve belirli kitlelerin de bu şekilde yönlendirilmesini sağlamıştır. Bu açıdan bakıldığında Hollanda'daki politik ve sosyal şartlar, Müslüman kimliğinin ötekileştirilmesi ve damgalanması için müsait hale gelmiştir. Böylelikle İsrailli taraftarların hâlihazırda aşırı gergin hatlarla yüklü bir sosyal ve politik ortamda Filistin bayraklarının yer aldığı evlere ve işyerlerine yönelik teşebbüslerinin bir nedeni açıklığa kavuşmaktadır. Zira göçmen ve göçmenliğin Müslüman kimliği ile özdeşleştirilmesi, sosyal ve politik hayatta göçmen karşıtlığının da Müslüman karşıtlığına dönüştürülmesi, aşırı sağcı partilerin gerek Hollanda'da gerekse de Birlik üyesi ülkelerde politik oy oranlarını arttırmasında kullanışlı bir aparat haline gelmiştir. Bu dönüşüm, dolaylı bir şekilde de olsa, "İslamcı ya da İslamafobi" kelimesi üzerinden pejoratif bir anlamın devamlılık kazanmasında belirgin bir hat oluşturmuştur.
Hollanda'da, İsrailli taraftarların gerçekleştirdikleri taşkınlıklara yönelik yapılan eylemler, nihayetinde Müslümanların Yahudilere yönelik eylemleri şekline dönüştürüleceğinden, medyatik dilde hem propagandanın hem de mistifikasyonun terennümleri sadece kulaklarımıza değil, zihnimize de kazındırılacaktır. Medya aracılığıyla İslamafobi söyleminin, futbol zemininden daha hızlı ve kışkırtıcı bir şekilde geliştirilebilir olduğunu Hollanda'daki bu olay ile görme imkânımız bir kat daha artmıştır. İsrailli taraftarların Hollanda'da bu provokatif eylemi gerçekleştirmesi hem Avrupa'da dizginlenemeyen aşırı sağcı partilerin yükselişinin engellenmemesine hem de Müslümanlara yönelik ayrımcı politikaların daha da artmasına neden olacaktır. Şu halde nasıl ki futbolda farklı stratejiler, müsabakanın gidişatını etkileyebiliyorsa, politik stratejilere dayalı propagandalar da kimliklere ve damgalamalara o kadar etkide bulunuyor. Nihai durumda, gelecekte İslami kimliğe Avrupa'da gösterilecek pratiklerin nasıl olacağına dair ipuçları şimdiden belirli oranlarda da olsa açıklığa kavuşmaktadır.