Avrupa savaş bitirecek güçte mi?

Doç. Dr. Bekir Gündoğmuş/ Siyaset Bilimci/USKAM Başkan Yardımcısı
9.03.2025

Ekonomisi yıllardır durgunluk seviyesinden kurtulamamış, NATO desteği olmadan anlamsızlaşan zayıf ordulara sahip, savaşma cesaretinden ama çok daha önemlisi politik alanda güçlü lider profilinden yoksun bir Avrupa'nın Ukrayna'da ya da herhangi bir yerde bir savaşı bitirmesini beklemek beyhude bekleyiştir.


Avrupa savaş bitirecek güçte mi?

Doç. Dr. Bekir Gündoğmuş/ Siyaset Bilimci/USKAM Başkan Yardımcısı

Oval Ofis'ten dünyaya servis edilen tartışma görüntüleri, yakın dönem siyasi tarih olayları arasında kendisine unutulmaz bir yer açarak hafızalara kazınmayı başardı. Olayın içerik itibariyle bir ilki muhteva etmesi elbette önemli. Bununla birlikte küresel siyasetin sağ-sol popülizmin kıskacına nasıl mahkûm edildiğinin esaslı bir örneği olması bakımından da oldukça manidar bir enstantane olarak kayıtlara girdi. Bu fotoğrafın bir yanında asıl mesleği tiyatroculuğu dahi başarısızca siyasete uyarlayan Zelensky, diğer yanında ise öncülleri gibi Hak ölçüsünün kuvvet, çoğunluk, menfaat ve imtiyaz olduğunu rahatsız edici bir hoyratlıkla aşikar eden Trump ve yönetimi yer aldı. Öyle ki, basın mensuplarının bile düelloya (belki de kimilerinin iddia ettiği gibi iyi kurgulanmış bir tiyatroya) dahil edildiği diplomatik nezaketten yoksun, devlet adamlığı ciddiyetinden uzak olabildiğince hırçın ve kaba bir siyaset anlayışı tüm dünyaya aynı anda servis edildi.

Trump liderliğindeki ABD'nin, Ukrayna-Rusya gerilimi karşısında tarafları ikna edecek adil bir barış arayışı yerine Amerikan çıkarları üzerinden hamle yaptığının görülmesi oldukça pragmatist bir yaklaşım olarak değerlendiriliyor. Esasında bugüne kadarki ABD liderlerinin de benzeri amaçlarla hareket ettiğini söylemek pekala mümkündür, ancak Trump'ı bu denli öne çıkartan husus; onun politikalarını, diplomatik nezaketten ya da ağırlıktan uzak adeta göze sokarcasına bir üslupla uygulamasıdır.

Fakir ama gururlu duruş

Elbette bu olay, Trump-Zelensky arasındaki kişisel söz düellosundan öte, yakın gelecekte değişmesi muhtemel dengelerin ve olası adımların doğum sancısı sayılmaktadır. Zelensky'nin müstekbir muhatabı karşısında fakir ama gururlu bir genç edasıyla önce direniş, hatta başkaldırı görüntüsü vermesi ama hemen arkasından çok hızlı manevra yapması bu dengeler ile ilgili ipucu sayılabilir.

Güncel görünüm üzerinden değerlendirildiğinde ABD'nin Ukrayna'da istediklerini elde edeceği ama bunu yaparken Rusya'yı da rahatsız etmeyecek bir süreç takip edeceği öngörülüyor.

Zaten Zelensky'nin Trump karşısında ortaya koyduğu tutumun alt zemininde ABD'ye ve Trump'a duyduğu güvensizlik yatıyor. Zelensky kendisinin ve ülkesinin ABD tarafından Putin'e satılacağına inanıyor.

İlginçtir ki, benzer duyguları Trump'ın da yaşadığını söylemek mümkün. Trump da Zelensky'yi iş bilmez, birlikte yola çıkılmaz bir kişilik olarak resmediyor. Oval Ofis tartışmasında Zelensky'nin doğrudan yüzüne karşı kendisine yapılan yardımlara karşın yeteri ölçüde müteşekkir olmadığının söylenmesi bundan kaynaklanıyor.

Ukraynalıların savaş motivasyonu örselendi

Bu yüzdendir ki, ABD yönetimi Ukrayna'nın nadir element içeren madenlerini ikna yoluyla değil baskı, zor ve tehditle ele geçirme yöntemini tercih etti. Önümüzdeki günlerde Riyad zirvesinde ortaya konulacak görüntü de belki önem arz edecek ancak Oval Ofis tartışması ve devamındaki yaklaşımlar Ukrayna yönetimini ve Ukraynalıların gururunu, savaş motivasyonunu büyük ölçüde örselemiş oldu.

Ama çok daha önemlisi Ukrayna acı bir gerçek ile sert ve belki de beklenmedik bir şekilde yüzleşmiş oldu.

Ukrayna yönetimi ve halkı, ABD ve Avrupa Birliği'nin yardımları ve hatta teşvikleriyle Rusya'ya karşı giriştikleri savaşta aslında yalnız olduklarını fark ettiler.

Ukrayna'ya en fazla yardım eden ABD'nin bugün adeta Rusya ile savaş nedeniyle Ukrayna'yı sorgulaması, "Ukrayna aslında Avrupa'nın güvenliği için savaşıyor" diyen AB ülkelerinin Oval Ofis tartışmasının ardından ne yapacağını bilemez hale gelerek Zelenksy'yi yeniden Trump'ın elini öpmeye mecbur bırakması Ukrayna'da derin bir sorgulamaya neden oldu.

Mevcut durumda ortaya çıkan manzara, Trump'ın Ukrayna krizi karşısında Putin ile yakınlaşacağına işaret ediyor. Bunun olması demek, küresel dengelerin baştan aşağı değişmesi demek. Tahminlere göre, Çin tehdidine odaklanan Trump yönetimi Putin ile yakınlaşarak Çin'i kontrol altına almaya çalışacak.

Ama bu durum uzunca bir süredir sıklıkla kendi vatandaşlarına savaş hazırlığı uyarısı yapan Avrupa ülkelerine sirayet etmiş görülen Rus korkusunun anksiyete seviyesini daha da derinleştiriyor.

ABD, Rusya ile yakınlaştıkça Avrupa da kendi başının çaresine bakma yollarını arıyor. Bunun muhtemel bir AB-Çin yakınlaşmasına dönmesi bugün için uzak gibi görünse de en azından bu husus olası ihtimaller arasına dahil edilmiş olacak.

Tam da bu durumda dünya kamuoyunda önemli bir sorunun cevabı merak edilmeye başlandı. Oluşacak bu muhtemel yeni denklemler göz önüne alındığında Avrupa Birliği, Ukrayna krizinde Trump'a rağmen bir süreç yürütebilecek mi? Avrupa, Ukrayna'da barışı sağlayabilecek mi?

Oval Ofis krizi sonrasında Londra ve Brüksel'den verilen mesajlar AB'nin savunma konusunda ABD'ye bağımlılıktan kurtulması yönünde bir içerik kazanmış görünüyor. AB liderlerinin Ukrayna'ya 800 milyar dolarlık desteği onaylamasının yanında ulusal savunma bütçelerini artırmaları gerektiği yönünde peşi sıra gelen açıklamalar Avrupa'nın güvenlik odaklı savunmacı bir siyasete odaklandığını ispat ediyor. Bugün net bir şekilde ifade edilmektedir ki, Avrupa öncelikli tehdit sıralamasında Rus tehdidini ilk sıraya yerleştirmiş durumdadır.

Bütün bu netliğe rağmen, Ukrayna krizinden coğrafi konum nedeniyle en fazla etkilenen ülke olarak Polonya'nın sert açıklamaları dışında AB liderlerinin inisiyatif alıcı bir görünüm vermemesi de dikkatlerden kaçmamaktadır.

Bu zayıf siyasi irade görüntüsünün gerçek nedenleri doğru bir şekilde anlaşıldığında AB'nin Ukrayna'da çözüm getirip getiremeyeceği sorusunun cevabı da daha kolay verilmiş olacaktır. Bunun için Avrupa Birliği'nin siyasi ve ekonomik görünümüne kısaca odaklanmakta yarar vardır.

Ekonomi alarm veriyor

Şubat ayı sonunda açıklanan 2024 yılı verileri (Eurostat) Avrupa ekonomilerinin alarm verdiğini ortaya koymaktadır. Düşük büyüme ve enflasyon oranları ekonomideki durgunluk krizinin uzun süredir gündemden düşmemesine neden olmamaktadır. Enerji ithalatı başta olmak üzere dış ticarette ABD, Çin ve Rusya'ya bağımlılık düzeyi AB üyesi ülkelerin siyasi denklemlerini de doğrudan etkilemektedir. Son olarak Almanya'da seçim sonuçlarında aşırı sağcı AfD'nin en yüksek oy aldığı bölgenin eski Doğu Almanya sınırındaki eyaletler olması ve bu bölgenin Almanya'nın ekonomik açıdan en zayıf kalan bölgesi olması bunun güncel bir örneği olarak düşünülebilir.

Politik sahada güçlü, karizmatik, kitlelere güven veren bir lider profilinin olmayışı da Avrupa'nın karşı karşıya kaldığı diğer önemli ve esaslı sorundur. En son Angela Merkel'in belli ölçüde karşılayabildiği düşünülen bu profil eksikliği yalnızca ülkelerin ulusal liderliği bakımından değil AB'nin kolektif liderliği açısından da ciddi bir ihtiyaçtır ve bugün Avrupa böyle bir liderlikten yoksun durumdadır. Oval Ofis krizi sonrasında Tusk'ın ya da Macron'un çıkışları Avrupa'da beklenen sinerjiyi ortaya çıkaramaz durumdadır. Çünkü AB üyesi ülkelerin liderleri bile bu çıkışları ciddiye almamaktadır. Buluşabildikleri tek ortak nokta, ulusal savunma bütçelerinin artırılması olmaktadır ki, bu da politik bir stratejiden ziyade korku psikolojisinden kaynaklanıyor görülmektedir.

Sonuç olarak; ekonomisi yıllardır durgunluk seviyesinden kurtulamamış, NATO desteği olmadan anlamsızlaşan zayıf ordulara sahip, savaşma cesaretinden ama çok daha önemlisi politik alanda güçlü lider profilinden yoksun bir Avrupa'nın Ukrayna'da ya da herhangi bir yerde bir savaşı bitirmesini beklemek beyhude bekleyiştir. Savaş bitirebilmek, nihayetinde bir güç gösterisidir. Avrupa'nın bugün buna ne mecali ne de cesareti bulunuyor. O yüzdendir ki, Avrupa Birliği'nden Ukrayna krizinde Trump'ın yol haritasına entegre olmanın ötesinde bir hamle beklemek yanıltıcı olacaktır. Ancak bu durum, göçmen korkusuyla Rus korkusu arasında sıkışarak psikolojisi bozulan Avrupa'nın kendi iç ekonomi-politik dengelerinin izlenmesini gerekli kılmaktadır.