Avrupa güvenliğinde yeni haritalar çiziliyor

Prof. Dr. Nurşin Güney / Nişantaşı Üniversitesi
2.04.2022

Trans-Atlantik Dünya, Ukrayna Savaşı ile birlikte Türkiye'nin, NATO'nun ikinci büyük gücü olması, Montrö'yü şeffaf olarak uygulaması, Ukrayna-Rusya ihtilafında kolaylaştırıcı bir rol oynaması gibi nedenlerle Avrupa güvenlik caydırıcılığı açısından güvenlik üreten bir ülke olduğunu fark etti.


Avrupa güvenliğinde yeni haritalar çiziliyor

Prof. Dr. Nurşin Güney / Nişantaşı Üniversitesi

Avrupa kıtasında Rusya'nın Ukrayna'yı işgali ile başlayan savaş bize bir kere daha gösterdi ki Avrupa'nın halihazırda baş etmek zorunda kaldığı bazı ciddi sert ve yumuşak güvenlik sorunları var olmaya devam ediyor. Bu durum, Avrupalıları sahip oldukları güvenlik mekanizmalarına çeki düzen vermeye de zorlamaktadır. Zaten Brüksel'in bu yöndeki çabası, tam anlamıyla gerçekleşmeyen çok sayıda stratejinin, inisiyatifin ve belgenin doğmasına neden olmuştu. AB'yi yakından izleyenler AB'nin daha çok belge değil, ihtiyaçlara yönelik gerçekçi politikalar üretmesini talep ediyor.

Stratejik pusula

Ancak Brüksel daha karar alma aşamasında yani belgeler ve eylemler aynı anda görüş alanımıza giriyor. Bu doğrultuda bir adım da geçtiğimiz hafta atıldı.AB, stratejik vizyonunu ortaya koyan ve bundan sonraki politikalara kılavuzluk etmesi beklenen Stratejik Pusula belgesi yayınlandı. Brüksel bu belgenin AB'nin stratejik otonomisini gerçekleştirmeye katkı sunmasını umuyor. Safdilli olmamak lazım; AB'nin stratejik otonomisi demek ABD'den bağımsız hareket edebilme kapasitesi demek. Sonradan sarpa saran Mali operasyonunun da gösterdiği üzere Brüksel ya da Paris ya da Berlin henüz Washington'dan bağımsız hareket edebilecek stratejik kapasiteyi geliştirebilmiş değiller. Ancak Mali gibi Afrika'nın derinlerinde bir alanı kontrol altında tutmak konusunda ihtiraslı olmak ayrı bir şey, ABD-Rusya çekişmesinin yanı başında bir savaşa evirilmesi ile Rusya'nın "dostane davranmayan ülkeler listesine geçivermek" başka bir şey.

Güvenlik teminatı

Bu nedenle Brüksel kendi güvenliğini teminat altına almak için her zamankinden çok Birlik üyesi olmayan üçüncü ülkelerle işbirliğine muhtaç görünüyor. Stratejik Pusula'ya baktığımızda işbirliği listesinin başında ABD ve İngiltere var. Brüksel, ileride koşullar oluştuğunda Türkiye ile de işbirliğini güvenlik alanında sağlayabileceğini düşünüyor. İşbirliği listesinin gerisinde uluslararası küresel ve bölgesel örgütler yer almakta. Başta elbette NATO var. Daha sonra, BM, AGİT; ASEAN, Afrika Birliği sıralanmış.

AB'nin Stratejik Pusula'da stratejik otonomi kavramından çok ortaklıkları zikretmesine şaşırılmamalı. Çünkü Brüksel, Birliğin kendi güvenliği için sınırları dışında kriz yönetiminde etkili bir aktör olmasını istiyor. Bu nedenle AB için çok geniş bir operasyon alanı çizmiş: Akdeniz'den Sahel'e, Balkanlar'dan Kafkaslara, Hint-Pasifik'ten Latin Amerika'ya. AB'nin stratejik bir "cüce" olarak tarif edilegeldiği eski günlerden kopmak istediğini daha ne kadar net anlatabilirdi bir belge bilmiyorum. AB, bir ayağını Kuzey Deniz'ine, bir ayağını Afrika'nın içerilerine, bir kolunu Akdeniz'e diğer kolunu Hint Okyanusu'na koymak istiyor. Brüksel devleşmek, büyümek, küresel aktör olmak sevdası içinde. Bu operasyonel alanı da 2025 yılında sahaya çıkarmak istediği 5000 kişilik Avrupa ordusuyla kontrol altında tutması mümkün değil. Dolayısıyla, Brüksel'in küreselleşmesinin yolu maalesef Washington ve Londra ile kuracağı stratejik ilişkiden geçiyor.

Yeni askeri işbirliği modelleri

Aslında Putin Ukrayna'ya saldırdığında AB'ni ABD ve İngiltere ile daha koordineli hareket etmeye sevk etti. Bu tür bir Atlantikçilik ne kadar uzun süre Brüksel'i etkiler bilemiyoruz ama NATO'nun yakın ve uzak coğrafyasında algıladığı tehditler karşısında yeni aldığı güvenlik tedbirleri örneğin Orta ve Doğu Avrupa'ya kaydırılan yeni birlikler AB ve NATO arasında koordinasyon ve birlikte çalışabilirliğin güçlenmesine katkıda bulunabilir. Bu noktada en muhtemel ortaklık trajik bir biçimde AB'den adeta kaçarak ayrılan Birleşik Krallık ile Brüksel arasında kurulacak görünüyor. Londra'nın Rusya karşısındaki şahin tutumu, AUKUS ile bozulan morallere merhem sürülmüş etkisi yarattı. İngiltere ve AB arasında nasıl "modüler ve esnek" bir askeri işbirliği yönteminin geliştirileceğine iyice bakılmalı. Zira bu model ileride AB-Türkiye ilişkisi için de önemli bir emsal teşkil edebilir. Geçmişte Batı Avrupa Birliği (BAB) altında AB üyesi olmayan Ankara'ya güvenlik işbirliği mekanizması altında verilmiş bazı imtiyazlar tekrardan sunulabilir. Doğal olarak bu tür bir işbirliği önünde halihazırda bazı siyasi engeller var ama ABD'nin büyük güç rekabeti içinde Akdeniz ve Karadeniz'de yeni işbirliği kuşaklarına yönelmesi sonucunda bu engeller zaman içinde aşılabilir. Washington'ın ne kadar istekli olacağı tabii sorgulanabilir. ABD'nin başkalarını yakınlaştırmak söz konusu olduğunda gelgitleri, önce hevesli davranıp sonra geri çekilmesi malum. Üstelik Rusya şimdilik Ukrayna'ya zor yetişiyor görünürken, Akdeniz hattında istikrarsızlıkları ne kadar tetikleyip ABD'yi pozisyon almaya zorlayabilir sorusu da soruluyor. Bunların hepsi doğru sorular, nihayetinde tüm bölge bu soruların korkunç cevaplara bağlandığı Obama dönemini yaşadı. Ancak unutulmamalı ABD Rusya'nın direndiği ve/veya sınırlı amaçlarına geri dönüp maliyeti yönetebilir hale geldiği senaryolara da hazırlanmalı. Sonuçta Ukrayna'da işler Rusya'nın istediği gibi gitmemiş olabilir ama kazandığı alanlardan da Akdeniz ve Karadeniz'de sökülüp atılmış değil. Bu durumda ABD, Brüksel üzerindeki etkisini Akdeniz ve çevresinde yeni bir işbirlikleri dinamizmini heveslendirmek için pekâlâ kullanabilir. ABD'nin Necef çöllerinde bazı Körfez ve Kuzey Afrika ülkeleriyle İsrail'in ellerini kavuşturmaya çalışması da bundan. İsrail ve Türkiye arasındaki normalleşme sürecinin, ya da İsrail gazının Türkiye üzerinden Avrupa'ya taşınma hayalinin birden bire heyecan yaratması da bundan.

ABD ve yeni bonanza hayali

Yunanistan'ın önde gelen gazetelerinden Kathimerini bir süre önce Akdeniz'de yeni bir enerji haritasının çizildiği kanaatine varmış ve bunu gazetenin manşetine taşımıştır. Yeni Doğu Akdeniz enerji haritası için iki kırılma anı telaffuz ediliyor: İlk kırılma anı, ABD'nin East- Med boru hattına olan desteğini çeşitli gerekçelerle çekmesi. İkinci kırılma anı, AB'nin Rus gazına alternatif bulma arayışları içinde yeni raporlar ortaya atılması ve bu raporlarda Doğu Akdeniz gazının AB arz güvenliği açısından alternatif kaynak olarak telaffuz edilmesi. Gerçekten ironik bir durum söz konusu: Yıllarca ekonomik olarak zafiyetleri bilinmesine rağmen East-Med ve Doğu Akdeniz Gaz Forumunu siyasi olarak destekleyenler şimdi iktisadi ve çevresel gerekçelerle projenin arkasından çekilip, yine Doğu Akdeniz gazını bu sefer "jeopolitik olarak doğru" başka projelerle canlandırma derdindeler. Doğu Akdeniz'de bonanza hayali kurabilmek için önce jeopolitik olarak "doğru" yerde konumlanman ve pazarın ihtiyaçtan inlediği doğru anı beklemen gerekiyor. Doğru yerde konumlanmak için de sadece ABD'nin peşine takılmak yeterli değil. Çünkü Washington her zamanki Washington, sağ gösterip sol vuruyor.

Biden sürpriz bir şekilde yüksek maliyeti nedeniyle hayata geçmesi neredeyse imkânsız East-Med projesini desteklemekten vaz geçtiğini ilan ettiğinde, bu projeyi neredeyse tek başına bugüne kadar caydıran Türkiye'den kimse şaşırmadı. Bu çekilmenin Akdeniz denkleminde Türkiye'ye kapı aralamak olarak yorumladığı bir gerçek. Biden yönetimi Doğu Akdeniz'de Türkiye'nin de dahil olacağı, ister birden fazla ülkeyi kapsayacak çok taraflı konsorsiyum ile olsun, ister boru hattı üzerinden yeni oluşturulacak olası enerji işbirliği modeli olsun Rus gazına alternatifleri projeleri desteklediği mesajını Avrupa ve bölgeye veriyor. Bu arada Washington elbette, bu yeni "Rusya'dan kurtulmak için yeni bonanzalara ihtiyacımız var" havasını kendi LNG'sini AB piyasalarına pazarlarken de kullanıyor. AB Yeşil Dönüşümden bu noktaya nasıl saptırıldı, bilinmez ama şu anda Rusya'ya karşı oluşmuş havanın ABD için yeni haritalar, yeni kazançlar, yeni işbirlikleri oluşturma anlamına geldiği muhakkak.

Bu bağlamda, Washington Ukrayna savaşı ile Avrupa'nın gaz bağımlılığının ortadan kaldırılması için çoktan yola çıktı. Biden yönetimi bu bağlamda çeşitli raporlarda dile getirildiği üzere İran, Azerbaycan, Türkmen, Irak gibi gaz alternatiflerine oldukça sıcak bakmakta ve desteklemektedir. Halihazırda AB ülkeleri Rusya'dan 155 milyar metreküp gaz tedarik etmekte. Birlik Komisyon Başkanı von der Leyen'in yaptığı açıklamaya göre, AB Rusya'dan aldığı gaz tedarikinin üçte ikisini yıl sonuna kadar azaltmayı hedeflemektedir. AB'nin bir diğer kararına göre ise, Brüksel 2027 senesinde Rus gazına petrolüne ve kömürüne olan bağımlılığını sonlandıracaktır. Bu hedefler kulağa ne kadar hoş gelse de kimse beş sene içinde AB'nin bu ilan ettiği hedefler çerçevesinde hareket ederek Rus gazına olan yüzde 40 bağımlılığını telafi etmeyi başarıp başaramayacağını bilemiyor. Ancak, Ukrayna Savaşı'nın AB için ortaya çıkardığı bu yeni jeopolitik durumda, Akdeniz'de var olan gazın Rus gazına alternatif olması ve diğer alternatif kaynaklar arasında sayılması önemlidir. Bu yeni gerçeğin farkına varan ülkeler Israil ve hatta Yunanistan'ın Türkiye ile yeni temaslar oluşturması bir tesadüf değildir.

East-Med'e veda ederken

Yunan medyasında yer alan Amerikan resmi olmayan diplomatik notuna (non-paper) göre, Washington East-Med'den şu nedenlerle çekildi: (1) East-Med boru hattı nedeniyle yaşanabilecek olası çevresel kaygılar, (2)East-Med boru hattının iktisadi açıdan oldukça pahalı bir proje olması, ve (3) East-Med boru hattı projesinin uygulanması halinde bölgede gerilimin artacağı savı. İlk iki neden Biden yönetiminin iklim ve maliyet kaygılarıyla açıklanabilir ama üçüncü neden doğrudan Türkiye ile yüksek gerilimin istenmemesi olarak yorumlanıyor. Zaten East-Med'in fişinin çekilmesinden kısa süre sonra bölgede yeniden normalleşme emareleri gösteren Türkiye-Israil ilişkileri ile Israil gazının Türkiye üzerinden Avrupa'ya iletilmesi projesinin tartışılmaya başlaması sürpriz değil. Bu bağlamada Israil Cumhurbaşkanı Herzog'un ziyaretinde Cumhurbaşkanı Erdoğan Israil'le enerji alanında Ankara'nın işbirliğine hazır olduğunu ifade etti. Üstünden iki gün geçmeden Almanya Şansölyesi Scholz de Avrupa enerji arz güvenliğinde Türkiye'nin konumuna dikkat çekerek zincirin Avrupa halkasını tamamladı.

Kanımızca, konunun uzmanlarının Israil gazının East-Med sonrası Türkiye üzerinden nakli meselesi üzerine odaklanıp meseleyi sadece enerji boru hattı geçiş konusu kapsamında değerlendirmeleri eksik bir değerlendirme ve hatta yanılsama olabilir. Zira, Akdeniz jeopolitiği söz konusu olduğunda buradaki gazın bir güzel sebep olduğu unutulmamalı. Bu güzel sebep, bu bonanza hayali Washington destekli yeni bir bölgesel işbirliği çerçevesinin kurulması için kullanılabilir. Bonanzanın gerçek mi hayal mi olduğu konusunda endişelenecek adresler İsrail ve enerji açlığı çeken Avrupalılar. Bırakalım elinde gaz olanlar ve gaza açlık çekenler ihtiyaçlarını nasıl garanti altına alacakları konusunda sabırsızlansınlar. Bırakalım Güney Kıbrıs elindeki gazla batan East-Med gemisinin ardından göz yaşı döksün. Türkiye için önemli olan her hâlükârda, ister enerji üzerinden isterse Akdeniz odaklı bir başka işbirliği alanı üzerinden kurulacak yeni bir güvenlik düzeninde Türkiye'nin merkezi konumunun vaz geçilmez olma olasılığı. ABD, Avrupa'da kendi adına yeni bir LNG imparatorluğu kurarken Avrupalıları ve Rusları kışkırtmak istemiyorsa- ki Berlin/Paris/Brüksel ve Moskova bu yolda ayrı düştüler- bu işi sakince kazan-kazan üzerinden yapmak, yolunu da Ankara'ya düşürmek zorunda.

Güvenlik ve istikrar

Trans-Atlantik Dünya, Ukrayna Savaşı ile birlikte Türkiye'nin NATO'nun ikinci büyük gücü olması, Montrö'yü şeffaf olarak uygulaması, Ukrayna-Rusya itilafında kolaylaştırıcı bir rol oynaması gibi nedenlerle Avrupa güvenlik caydırıcılığı açısından güvenlik üreten bir ülke olduğunu fark etti. Ukrayna'da son yaşanan savaş sırasında ortaya çıkan büyük güçler arasındaki küresel jeopolitik mücadelede Akdeniz-Karadeniz artık irtibatlanmış olduğu için Ankara'nın jeopolitik önemi Batılılar nezdinde yeniden vurgulanmıştır. Nitekim son NATO Olağanüstü Liderler toplantısında Türkiye'ye yapılan övgü dolu atıfların gerisinde bu gerçek yatmaktadır. Ayrıca bölge istikrarında önemli bir rol oynayacak olan Türkiye'nin bunu Akdeniz'deki doğal gaz enerji piyasası merkezi olarak yapabilme ihtimali de vardır. Ankara'nın halihazırda bir NATO üyesi olarak Ukrayna'da çatışan her iki tarafla da görüşmesi meyvelerini önce Antalya Diplomasi Forumu'nda Lavrov-Kuleba görüşmesi sırasında şimdi de İstanbul'da yüz yüze yapılan Ukrayna-Rusya heyetleri arası görüşmelerde verdi. Bu bağlamda, Karadeniz-Akdeniz bölgesel güvenliği açısından Türkiye'nin Batı İttifakı için güvenlik üreten ve barışa katkı sunan bir ülke olması kuşkusuz ABD'nin ve Avrupalıların Akdeniz'de ve Karadeniz'de istikrar ve güvenlik kurma girişimlerinde rol oynayacaktır. Türkiye'nin Rus gazına alternatif olacak olası enerji nakil yollarının merkezinde olması sebebiyle de Ankara'nın Avrupa askeri ve enerji arz güvenliğinde kısa ve orta vadede merkezi bir rol oynayabileceği çıkarsamasının yapılmasına sebep oldu. Bu nedenle gelecekte özellikle güvenlik ve savunma alanında AB ile Türkiye arasında yeni formüller altında işbirlikleri görebiliriz. Ankara, zaten son katıldığı zirve ve güvenlik platformlarında Brüksel'le bu tip ortaklıklara hazır olduğunu çoktan belirtti. Bakalım, günümüz jeopolitik dayatması Brüksel ve Ankara arasında gelecekte nasıl bir birlikteliğe sebebiyet verecek, izleyip göreceğiz. Ama unutmayın jeopolitiğin tanrıları Türkiye'yi seviyor.

[email protected]