Japonya, Aum Shinrikyo örgütüne karşı çok sert tedbirler almasına, lider kadroyu idam etmesine rağmen, örgütün yeni bir isim altında varlığını halen sürdürmesi, kült yapılar olarak büyük bir benzerlik gösteren FETÖ'nün Gülen'in ölümünden sonraki süreci hakkında bir fikir oluşturmaktadır. Örgütün belki de yeni bir isim altında Neo-FETÖ olarak varlığını sürdüreceğini düşündürmektedir.
Prof. Dr. Ali Gür/ Gaziantep Üniversitesi Öğretim Üyesi
FETÖ terör örgütü elebaşı Fetullah Gülen'in ölümü sonrası, örgüt için, dağılacağı, bölüneceği, etkinsizleşeceği, yeni bir forma dönüşeceği yönünde farklı senaryolar gündeme getirilmektedir. Son sözü başta söylemek gerekirse örgüt içi güç savaşları yaşanabilmekle birlikte örgüt dağılmayacaktır. Belirli bir sessizlik ve iç hesaplaşmalardan sonra örgüt CIA ve MOSSAD başta olmak üzere uluslararası istihbarat örgütlerinin kontrolünde yeni formuyla birlikte güncelliğini ve varlığını koruyacaktır.
150'ye yakın ülkede organize olmuş FETÖ'nün ulusal ve uluslararası finansal kaynak hacminin 150 milyar dolar olduğu tahmin edilmektedir. 15 Temmuz sonrası yurtiçindeki para kaynakları azalmasına rağmen finans kaynaklarının hareketliliği devam etmektedir. Zamanında ülkemizden elde edilen bu devasa ekonomik kaynağın büyük oranda kayıt dışı olması ve paranın büyük çoğunluğunun illegal yollarla yurtdışına transfer edilmesi bir yana, toplanan bu paralarla popüler yerli-yabancı aydınlara/siyasetçilere finansal destek sağlanarak ve ücretsiz Türkiye turları koordine edilerek örgüt adına yayın ve programlar yaptırılmıştır. Bu konuda en dikkat çekici rüşvet örneklerinden biri FETÖ'nün Gazeteciler ve Yazarlar Vakfının İngiltere Avam Kamarası üyesi Sir Edward Garniere'e 115.994 pound ödeyerek Türkiye'deki insan hakları ihlalleri hakkında rapor hazırlatılması olmuştur. FETÖ'nün üst düzey firari imamlarından İlhan İşbilen'in tutuklanan eşinin İngiliz pasaportu alabilmek için Prens Andrew'e 750 bin pound rüşvet verdiğinin belirlenmesi diğer bir örnektir. FETÖ'nün 2016 ABD Başkanlık seçimlerinde Demokrat Parti adayı Hillary Clinton'ın kampanyasına 2 milyon dolar, Cumhuriyetçi adaya ise 250 bin dolar bağış yaptığı belirtilmiştir.
Böylesine büyük bir finans gücüne ve ilişkiler ağına sahip olan bir örgütün liderinin ölümü ile dağılmasını beklemek realiteyle uyuşmamaktadır. Aksine dağılacağı algısı üzerinden bu örgütle mücadele stratejilerinin önemsizleştirilip örgütün dikkatlerden uzakta yeni bir yapılanma ile daha güçlü örgütlenmesi tehlikesi ile karşı karşıya bulunmaktayız. Her ne kadar Türkiye'de etki alanı kısmen minimize edilse de Türk Cumhuriyetleri, Balkanlar ve Afrika kıtası başta olmak üzere 150'ye yakın ülkede organize olan, eğitimi kullanarak çocuklar üzerinden en ücra köşelerdeki evlere kadar girebilen ve dünyanın en yaygın istihbarat ağını oluşturan böyle bir yapının dağılmasına ve tasfiye edilmesine CIA ve MOSSAD başta olmak üzere uluslararası istihbarat örgütleri izin vermeyecektir. Adanmış ve böylesine gönüllü bir istihbarat yapılanmasını az bir maliyetle elde tutmak ve kullanmak ABD'nin işine gelmektedir. Ayrıca Türkiye başta olmak üzere uzun yıllardır çeşitli ülkelerde operasyon amaçlı kullanılan FETÖ mahrem imamlarının sahip oldukları sırlar kendilerini uluslararası istihbarat örgütleri için vazgeçilmez kılmaktadır. ABD ve örgütün ortak çıkarı gereği örgüt, Neo-FETÖ formatında versiyon 2.0 olarak kendisini yenileyecektir. Bizlere düşen mücadeleyi gevşetmeden, dağılacak algısına kapılmadan teyakkuzda olmak ve yeni mücadele stratejileri belirlemektir. Zira FETÖ uluslararası dinamik bir terör örgütüdür ve taktikleri de zaman içerisinde sürekli değişim göstermektedir. Bu yüzden mücadele süreçleri de statik değil dinamik, reaktif değil proaktif olmalıdır.
Ölüm sonrası kutsallık algısı
Gülen liderliğinde FETÖ, 1960'lı yıllardan itibaren dini bir cemaat görünümünde ortaya çıkmış ve zamanla uluslararası bir istihbarat ve terör örgütü özelliği kazanmıştır. Dini görünümlü bir yapılanmadan terör örgütüne dönüşüm sadece FETÖ'ye has bir durum değildir. Kült bir yapılanma olduğu için örgüt liderinin ölmesi liderin kutsallık algısını yok etmemektedir. Budist Aum Shinrikyo örgütü bu konuda önemli bir örnektir. Ilımlı dini bir hareket söylemiyle yola çıkan ve terör örgütüne dönüşen FETÖ ile Budist inancının çağdaş hareketlerinden biri olarak kurulan ve Japon Devleti'nin korumasında olan Aum Shinrikyo'nun ılımlılıktan radikal terör örgütüne dönüşüm sürecinin örtüştüğü görülmektedir.
Kuruluşundan itibaren beş yıl gibi kısa bir sürede toplumsal etkinliği görünür hale gelen Aum Shinrikyo yapılanması, 1989 yılında Tokyo Metropolitan Hükümeti tarafından Japonya'da faaliyet gösteren dini bir organizasyon olarak tanınmış ve "resmi din" statüsü verilmiştir. Ülkemizde de olduğu gibi kamu yararına çalışan vakıf veya dernekler nasıl ki bazı avantajlara sahipse Japonya yasalarına göre de devlet nezdinde inanç grubu olarak tanınan yapılanmalar, genel itibariyle idari ve adli denetimlerden ve vergiden muaf tutulmaktadırlar. Örgüt lideri Shoko Asahara, hükümet gözetiminden ve vergiden muaf tutulmasının avantajlarını finansal büyüme ve insanlara ulaşma yönünde kullanmıştır. Aum Shinrikyo Örgütü diğer taraftan devlet takibi altında olmamanın avantajını kullanarak zamanla devlet içinde kadrolaşmış ve hükümet içerisinde önemli pozisyonlarda bulunan stratejik konumdaki bürokratları da yapılanmasına katarak devlet içerisinde önemli bir ağ oluşturmuştur. Ayrıca vergi ve finansal denetimden muafiyeti örgütün finansal olarak büyük kaynaklara ulaşmasına ve çok fazla menkul ve gayri menkule sahip olmasına yol açmıştır. Asahara, zamanla etki alanı artmaya başlayınca kendisini seçilmiş bir inanç lideri olarak tanıtmıştır. Daha sonra kendisinin reenkarne olmuş Buda olduğunu anlatıp "Japonya'nın tam aydınlanmış tek insanı benim" diyerek taraftar toplamıştır. Hatta 1991'de iddialarını daha da ileri götürerek kendisine doğaüstü güçler atfederek "Mesih" olduğunu ilan etmiştir. Örgüt güçlendikçe ve Japon Devletinin stratejik kadrolarını ele geçirdikçe hedef büyütmüştür.
Sarinli metro saldırıları
Örgüt tarafından 27 Haziran 1994'te Matsumato Kenti'ne saldırıda bulunulmuş ve 7 kişi ölürken 150'ye yakın kişi de yaralanmıştır. Bu olayın üzerinden bir yıl bile geçmeden örgütün 20 Mart 1995 tarihinde 12 ölü, 6.000'den fazla yaralının olduğu çok sayıda Tokyo metro istasyonuna eş zamanlı kimyasal sarin gazı saldırısı yapması dünyayı şok etmiştir. Zira Hitlerden yaklaşık 50 yıl sonra dünya ilk defa böyle bir terör eylemine şahit olmuştur. Japonya, Aum Shinrikyo örgütünün bu saldırısı karşısında öylesine hazırlıksız yakalanmıştır ki başlangıçta terör saldırısı olduğunu bile anlayamamaları, saldırının kayıplarını ve şiddetini artıran önemli sebeplerden biri olmuştur. Terör eyleminin etki gücünün artması ve daha fazla ses getirmesi için özellikle devlet binalarının olduğu yerlerde iş çıkışında saldırıların eş zamanlı yapılması dehşetin boyutunu ve planlı vahşeti gözler önüne sermiştir. Saldırganlardan birinin doktor, ikisinin fizikçi, birinin de bilgisayar mühendisi olması dikkat çekicidir. Tokyo metro saldırısı sonrası Japon polisi tarafından yapılan detaylı soruşturmada Aum Shinrikyo örgütünün, tabun, samon ve VX gibi kimyasal gazlar ile antraks ve Clostrodium Botulinum gibi biyolojik silahlar geliştirdiği tespit edilmiştir. Gelişen bu olaylar üzerine 1995 yılında Japon Hükümeti tarafından örgütün dini grup kimliğine son verilerek terör örgütü ilan edilmiş, mal varlıklarına el konulmuş, Asahara başta olmak üzere lider kadrodan 12 müridi idama mahkûm edilmiştir. Yaşananlara rağmen halen yaklaşık 2 bin 100 elemanı olan örgüt, Aleph ismiyle varlığını sürdürmekte ve terör eylemlerini lanetlese de Asahara'nın yaşam felsefesi ve inanç öğretilerini devam ettirmektedir.
Farklı coğrafyalarda ve farklı dinlerde birbirine yakın tarihlerde kurulan iki örgütün böylesine birbirine benzemesi dikkat çekici olduğu gibi aynı zamanda belirli bir merkez tarafından da yönlendirildikleri yönünde fikir oluşturabilmektedir. Her iki örgütte de diğer dini kült örgütlerde olduğu gibi örgüt elemanları dünyayı kurtarmak için seçildiklerine ve seçilmiş kutsal liderlerinin rızasıyla ebedi kurtuluşu kazanacaklarına inandırılmışlardır.
Japonya Aum Shinrikyo örgütüne karşı çok sert tedbirler almasına, lider kadroyu idam etmesine ve birçok üyesini müebbet hapse mahkum etmesine rağmen, örgütün yeni bir isim altında varlığını halen sürdürmesi ve Asahara'nın inanç öğretilerini yaşatmaya çalışması, kült yapılar olarak büyük bir benzerlik gösteren FETÖ'nün Gülen'in ölümünden sonraki süreci hakkında bir fikir oluşturmaktadır. Belki de yeni bir isim altında Neo-FETÖ olarak varlığını sürdüreceğini düşündürmektedir.
Gülen'in ölümüyle geçici bir süre için kısmen etki alanı daralsa da FETÖ'nün gücünü koruyacağı ve bu yüzden teyakkuzda olunması gerektiği açıktır. Gülen'in ölümü sonrası FETÖ'nün evrileceği durumu analiz etmenin yanı sıra dini kültlerden devşirilen terör örgütleri denildiğinde ilk akla gelen FETÖ ve Aum Shinrikyo örgütlerinden ders çıkararak dini olsun veya olmasın tüm grupların devlet denetiminde şeffaf ve hesap verilebilir bir yapılanma sınırında kalmaları için gerekli düzenlemelerin yapılması da toplumsal gelecek açısından faydalı olacaktır.