Arap Dünyası'ndaki Türklere ne oldu?

Prof. Dr. Ahmet Uysal/ İstanbul Üniversitesi Öğretim Üyesi, Doha Yunus Emre Kültür Merkezi Müdürü
7.06.2024

Ortadoğu'da Türklerin varlığı bir çekişme konusu değil Türkiye ve Arap dünyası arasında daha çok ortak mirasın bir işareti olarak görülmelidir. Bölgedeki Türkler ileri işbirliğinin katalizörü rolü oynamaktadırlar.


Arap Dünyası'ndaki Türklere ne oldu?

Prof. Dr. Ahmet Uysal/ İstanbul Üniversitesi Öğretim Üyesi, Doha Yunus Emre Kültür Merkezi Müdürü

Abbasi döneminde kitleler halinde İslam'a giren Türklerin Arap Dünyası'ndaki varlığı bin yıldan fazladır. Özellikle asker olarak görevlendirilen Müslüman Türkler, Abbasi Devleti'nde güvenlik alanında etkili olmaya başladılar. Hatta Irak'ın Samarra kentinin, Orta Asya'dan getirilen Türk askerleri için özel olarak kurulduğu bilinmektedir. İç karışıklıklarla ve daha sonra Haçlı Seferleri sebebiyle zayıflayan Abbasi Halifesi bölgede kurulan birçok devletin üzerinde dini otoritesini sürdürmüştür. Ortaya çıkan devletler arasındaki en büyük devletlerden biri, Türk hanedanın yönettiği Selçuklu Devleti'ydi. Öyle ki Selçuklu İmparatorluğu Asya'nın büyük bir kısmını ve bugün İran ve Arap Yarımadası olarak bilinen Basra Körfezi'nin iki yakasını da kontrol etmekteydi.

Türkler, Anadolu ve Balkanlara gitmeden önce Irak, Suriye ve Mısır'da yaşamışlar ve hatta devletler kurmuşlardır. Mısır'da çok erken dönemde Türkler yönetimindeki Tolunoğulları Devleti'nin kurulduğunu (868 m.) ve Memlüklü Devleti'nin (1250) etkin olduğunu görüyoruz. Dolayısıyla buralar Anadolu ve Balkanlardan önce Türk Yurdu olmuştur ve öyle de görülmelidir. Türklerin Anadolu'ya geçişi doğudaki İran üzerinden değil, güneydeki Irak ve Suriye üzerinden olmuştur çünkü doğudaki dağlık yapı ve Hazar Denizi karasal göçlerde zorluk çıkarmaktaydı.

Türk askerleri diğer Kürt ve Arap askerlerle birlikte Haçlıların Ortadoğu'dan çıkarılmasında rol oynarken, daha sonra gelen Moğolları Fırat'ın batısına pek geçirmemişlerdir. Yine Arap askerleri de İstanbul'un fethinde yer almışlardır. Osmanlı Doğu Avrupa'da ilerlerken Batı Avrupa'da Müslüman Endülüs'ün düşmesi sonrasında coğrafi keşifler diye anlatılan Yeni Haçlılar, Akdeniz, Kuzey Afrika ve Arap Yarımadasına yönelik sömürge tehdidi oluşturmuşlardır. Bu tehdide karşı Osmanlı Devleti Arap bölgesini kontrole aldığı gibi Hilafeti de kendi üzerine alarak bölge halklarını birleştirmiştir. Böylelikle güçlü bir şekilde bölgeyi en az üç yüzyıl Batı sömürgesinden korumuştur.

Güçlü savunma sistemi

Osmanlı donanması hem Akdeniz'de hem de Hint Okyanusu (doğal olarak Basra Körfezi ve Kızıl Deniz) etrafında güçlü bir savunma sistemi kurmuştur. Endülüs'ten sonra Fas'ı düşürmek isteyen süpergüç Portekiz'in saldırısı 1578 Vadisseyl (veya Vadilmahazin) Savaşı'nda durdurulmuştur. Daha sonra Avrupa'da durdurulamayan Napolyon, işgal ettiği Mısır'dan ancak kaçarak canını kurtarmıştır (1802). Birinci Dünya Savaşı'ndan önce de Mısır'ı İngilizlerden kurtarmak için Mısırlı milli lider Mustafa Kamil'in ve Hidiv Yönetimi'nin bağımsızlık için Sultan Abdülhamid ile işbirliği büyüktür. Türkçeye de çevrilen Mustafa Kamil'in Şark Meselesi kitabı o dönemki yakın ilişkilere güçlü bir referans niteliğindedir.

"Araplar Osmanlı'ya ihanet etti"

söyleminin aksine Arap Meşrık'ı ve Mağrib'inde isyan ederek Osmanlı'dan ayrılan bir bölge yoktur çünkü hepsi Batılı devletler tarafından zorla işgal edilmişlerdir. Şerif Hüseyin gibi isyan edenlerin oranı genel Arap nüfus içinde çok azdır ve savaştaki rolleri de belirleyici değildir. Irak, Filistin ve Mısır cephelerinde Osmanlı askerlerinin çoğu zaten Arap kökenliydi. Kurtuluş Savaşı esnasında Tunus ve Mısır'dan Anadolu'ya yardımlar gönderilmiştir. Liwa Gazetesi'nde Mustafa Kemal'in Mısır halkına destekleri için teşekkür telgrafının metnini şahsen görmüştüm.

Batı işgali ve direniş

Osmanlı Devleti dağıldıktan sonra ortaya çıkan Batı işgaline karşı 1919-22 arasında hemen tüm halklar bağımsızlık mücadelesine girmiştir. Anadolu, Irak, Suriye, Mısır ve Kuzey Afrika'da Türkler, Araplar ve Kürtlerin beraber direnişini görüyoruz. Bağımsızlık mücadelelerinde Türk ve Arapların işbirliği bir çok önemli kişinin hayatında gözlenebilir. Libya'dan Şeyh Ahmed Senusi, Anadolu'ya gelerek güneydeki Arap aşiretleri direnişe ikna etmiş ve Mustafa Kemal'in Anadolu'yu kurtarmasına destek olmuştur. Aynı şekilde Suriye'de Türk Edip el-Çiçekli ve Şükri El-Kuvvetli ve Irak'taki Türkler (Türkmenler) bağımsızlık mücadelesinde önemli rol almışlardır.

Cezayir bağımsızlık mücadelesinde Türk kökenlilerin rolünü şahsen yazarınız gündeme getirmiştir. Bağımsızlıktan sonra Cezayir Geçici Hükümeti'nde – isimlerinden anlaşıldığı gibi –Bin Tobal, El-Emin Han ve Mustafa İstanbuli gibi Türk isimler vardır. Belki lider kadrosu içinde isimleri Arapça olan Türk kökenliler de olabilir ama bu konuyu araştırmayı tarihçilere emanet edelim. Tarihçilerin zaten ortaya koyduğu Kuloğlu (Araplar'da Koroğlu) olgusu da oldukça ilginçtir: 16. Yüzyılde Kuzey Afrika'da artan Batı tehdidi karşısında Kuzey Afrika'ya çokça Yeniçeri askeri konuşlandırılmıştır. Anadolu'dan gönderilen Müslüman Türk askerlerin yerli kadınlarla evlenmesiyle Kuloğlu veya Koroğlu diye melez bir nesil ortaya çıkmıştır. Cezayir, Tunus ve Libya'da yaygın olarak görülen Koroğlu Türkleri bölge tarihinde önemli bir yere sahiptir.

Bin ikiyüz yıl önce Türklerin Müslüman olması ve Batı'ya göçüyle başlayan süreçte Araplar, Türkler ve hatta Kürtler birlikte yaşamışlar ve sosyal ve kültürel olarak birbirine karışmışlardır. Bu halkların birbirine karışması sonucu iki dilden birbirine geçen kelime sayısı oldukça fazladır. Arapçadan Türkçeye geçen kelimler binlercedir ve ters yönde ise yüzlerce Türkçe kelime Arapçaya gelmiştir. Cumhuriyet döneminde Arapça kelimeler Türkçeden atılmaya çalışılsa da bugün Arapça kelimelerin sayısı 6 binden fazladır. Onu Fransızca kelimeler (5253) takip eder ki Arapça kelimeler yerine sponsorlu olarak ithal edilmiştir. Bir anlamda Arapçadan daha çok İslam kültürünün parçası olan kelimeler direnmiştir.

Arapçadan Türkçeye geçen kelimeler bazen kısmen veya tamamen anlam kaymasına uğramıştır. Örneğin, adi kelimesi Azerbaycan Türkçesinde Arapçadaki anlamında kullanılırken, Anadolu Türkçesine "kötü" anlamında geçmiştir. Çok ilginç bir etimolojik değişim usta kelimesinde olmuştur: Arapça "üstaz" kelimesi Türkçeye geçerken hem üstad hem de usta olarak geçmiştir. Usta kelimesi daha sonra Osmanlı döneminde tekrar Mısır Arapçasına geçmiş ve orada usta veya asta olarak yaygınlaşmıştır. Mısırlılar birine seslenirken bolca "ya usta" veya "ya asta", "ya başmühendis", "ya bey, ya başa" şeklinde hitap ederler. Efendim, köpri, doğri, oda ve terzi kelimelerini çokça kullanırlar. Bu Türkçe kelimeler Mısır filimleriyle bütün Arap dünyasına yayılmıştır. Mısırlılar ayrıca diğer Arapların tersine "va" yerine "ve" derler ve Arapçadaki peltek harfleri genelde bizim gibi sert söylerler.

Türk varlığının izleri

Bazı Arapça gelimeler ve isimler orijinalinden farklı olarak Türkçede açık "t" ile çokça kullanılmaktadır: Hikmet, marifet, selamet gibi. Özellikle Mısır'da açık "t" ile biten isimlerin Türk kökenli olduğu bilinmektedir: Haşmet, Servet, İsmet, Mirvet... Ayrıca, Araplar arasında tamamen Türkçe olan İnci, Nazli ve Şirin gibi isimler de yaygındır. Yine Arapçada çaviş, doğri, köpri, terzi, peşkir gibi kelimeler de bulunur. Türkçe Aile isimlerinin yaygınlığından bugün de Arap Dünyası'nda Türklerin yoğun varlığı net şekilde görülebilmektedir. Çelebi, Çuhadar, Haznedar, Çayci, Kaşukci, Şorbaci, Arabaci gibi isimler, yanında Sakizli, Çiçekli, Giritli ve İzmirli gibi isimler sıkça görülmektedir.

Yine günümüz Türkiyesinde Mısırlı, Cezayirli ve Şamlı gibi isimlere rastlıyoruz ki Anadolu'ya Arap bölgelerinden gelenler olduğu anlaşılmaktadır. (Bir deneme yapmak için Facebook'ta benzer isimleri aratmak yeterli veri sağlar.) Ayrıca 1877 Osmanlı-Rus Savaşı'nda Kafkaslar ve Balkanlar kaybedilince Anadolu'ya gelen göçmenlerin bazıları Suriye, Irak ve Filistin'e yerleştirilmiştir ve hala orada yaşamaktadırlar. Bu dönemde Hicaz Demiryolu yapılırken demiryolu boyunca lojistik ve güvenlik için Kafkaslardan gelen Çerkezler yerleştirilmişlerdi. Birinci Dünya Savaşı'nda hat kapandıktan sonra bu nüfusun Ürdün'de biriktiği görülmektedir.

İslam dini potasında birleşen halklar birbirleriyle de evlenmekteydi ve Türk, Kürt ve Arap halklarının genelde göçebe olması kendi aralarındaki hareketi artırıyordu. Uzun süre ortak devlet altında (sadece Osmanlı yönetimi altında 400 yıl) yaşamaları da bu kaynaşmayı artırmıştır. Bu karışma ve kaynaşma sonucu nüfusun yoğunluğuna göre Araplaşan Türk aşiretler, Türkleşen veya Kürtleşen Arap aşiretler de vardır. Mesela, köklü bir Türk Aşireti olan Bayat'ın (Bayatiler) hem Türk, hem Kürt, hem de Arap kolları mevcuttur.

Mısır'daki Türk varlığının Memlüklülerden önce başladığı ve Osmanlı ile devam ettiğini belirtmiştik ki bu konu ayrı bir yazı konusudur. Mehmet Ali Paşa'nın Mısır'ı güçlendirdikten sonra ayrılma teşebbüsü olsa da daha sonra ilişkiler güçlü bir şekilde sürmüştür. Osmanlı Mısır'ın işgalden kurtulması için Almanya'ya yaklaşmış, Cemaleddin Afgani ve Mustafa Kamil gibi düşünürler bağımsızlığın ancak Osmanlı şemsiyesi altında mümkün olduğunu savunmuşlardır. Birinci Dünya Savaşı patlak verince o zaman İstanbul'da bulunan ve Osmanlı yanlısı Hidiv Abbas Hilmi'yi devirmiştir. Kurtuluş Savaşı sürerken Saad Zağlul da İstanbul ve Ankara'ya gelmiş ve bağımsızlık için işbirliği yapılmasını istemiştir ki kader birliği anlayışı dayanışma Kuvay-ı Milliye'de de vardır. (Kuvay-ı Milliye Basını'nda Arap Dünyası başlıklı bir araştırmamda bunu tespit etmiştik).

İngiliz işgaline rağmen Osmanlı ve Türk hakimiyeti Mısır'da 1952'ye kadar sürmüştür ama sosyal ve kültürel etkisi daha bugüne kadar devam etmektedir. Kopuşun geç gerçekleşmesi yanında Mısır'da Türkiye'deki gibi eskiyle kopuş yaşanmamıştır. 1952'de Mısır'da darbe yaparak başa gelen Cemal Abdunnasır ve destek verdiği Baas yönetimleri, milliyetçi Mısır, Suriye ve Irak'taki Türkleri Araplaşmaya zorlamışlardır. Aynı dönemde Türkiye'nin Arap davalarına ters veya oralardaki vatandaşlarına ilgisiz davranması ve iletişim imkanlarının yetersizliği yüzünden Arap ülkelerinde yaşayan Türklerin aidiyetleri zayıflamıştır. Önceki dönemlerde Türkiye'nin kendi diasporasını ihmal etmesi yüzünden birçok Türk aile Türkçeyi unutmuştur ama tamamen de unutmamışlardır.

Suriye ve Irak'ta karşımıza çıkan Türkmenler benzer sorunlarla karşılaşmışlardır. Baas rejimleri bu Türkleri Türkiye'den farklılaştırmak için özellikle Türkmen diye isimlendirmiştir. Türkmenler, geniş Türk kavminin bir parçasıdır ve eskiden bölgede Türk diye anılırlardı. Bu halklar Kuzey Irak ve Kuzey Suriye'de ciddi baskılara maruz kalmışlardır ve Kerkük gibi nüfusun yoğun olduğu bölgelerde kendi birlik ve kimliklerini kısmen koruyabilmişlerdir. Ancak Bağdat, Halep ve Şam gibi yerlerde az sayıda ve izole halde yaşayan Türkler,Araplaşarak genel topluma karışmışlardır. İslam ve Arapça etrafında birleşildiği için bu durumu büyük sorun da yapmamışlardır.

Ortadoğu'da Türklerin varlığı bir çekişme konusu değil Türkiye ve Arap dünyası arasında daha çok ortak mirasımızın farklı bir işareti olarak görülmelidir. Bölgedeki Türkler ileri işbirliğinin katalizörü rolü oynamaktadırlar. Türkiye güçlendikçe ve Türkiye ile Arap Dünyası arasındaki ekonomik, kültürel ve siyasi ilişkiler arttıkça, bölgedeki Türk(men)ler iki taraf arasında köprü rolü oynamaktadırlar. Kuzey Afrika'dan Körfez'e kadar bin yıldır Türk yurdu olan bölgeyi kendimize yabancı (hatta düşman) görmek yerine, bazı elitlerin tavrına bakmadan (Balkanlar gibi) kendi bölgemiz olarak görmemiz gerekir. Dünyayı ve bölgeyi saran bugünkü kaotik ortamdan ancak güçlü tarihsel bağlarımız olan halklarla güçlü işbirliği kurarak çıkabiliriz. Coğrafya ve tarih bunun gerekliliğini bize tekrar tekrar gösteriyor.