Hakiki ifade özgürlüğü için ifade özgürlüğü görünümlü tüm yıkıcı ve zararlandırıcı ifade biçimlerinin hukuk yoluyla önüne geçilmesi gerekir. Aksi halde özellikle sosyal-medya ve dijital platformlar üzerinden oluşturulan anti-özgürlük alanlarıyla dijital faşizm riski artmaya devam edecektir. İnsanlığı bu kabustan kurtarmak için henüz çok geç değildir.
Mehmet Uçum/Cumhurbaşkanı Başdanışmanı
Özgürlükçü hukuk devleti bağlamında hukuk-özgürlük ilişkisinin nasıl kurulduğu ve devletle özgürlük ilişkisinin ne olduğu temel konulardan biridir.
Yeni bir tez olarak hukuk tekil ide yerine çifte ideye yönelen sistemsel bir düzen olarak ele alınabilir. Buna göre hukukun eş zamanlı şekilde adalet ve özgürlük idelerini amaç edinen, bu çifte ideyi yani amaçları kişilere sunarak hayat bulan bir sistem olduğu söylenebilir.
Hukukun ideleri devletin amaçlarıdır. Bu amaçlara ancak devlet eliyle ulaşılır.
Adalet, devletin hukuk yoluyla hukuki merciler eliyle doğrudan gerçekleştirmesi gereken bir amaçtır. Devletin bu amacına göre kişiler devletten adaleti talep etme hakkına sahip olur.
Devlet, özgürlük amacını ise kişiler için güvenli alanlar oluşturarak gerçekleştirir. Böylece kişilerin kendilerini ifade etmesini sağlayan özgürlük alanları oluşur. Yani devlet özgürlük amacına ancak güvenlik sağlayarak ulaşabilir.
İşte bu noktada aynı yönelimde bulunan insanların özgürlük idealine dönük eylemlerinin yaratacağı çatışmalar sorununun nasıl çözüleceği hukuk alanının en temel problemi olmaktadır.
Öncelikle, hukuk karmaşık toplum yapısı içerisinde yer alan her bireyin ve her grubun ifade özgürlüğünün etkin kullanımlarını güvence altına almalıdır. Devlet bu çetrefil soruna çözüm bulmaya çalışırken hem düzen hem güven ilkelerine göre normlar koyabilmeli, hem de özgürlük amacına zarar vermemelidir. Özgürlük amacına zarar vermemek ifade özgürlüğünü düzen ve güven için sınırlamamak demektir. Tersinden söylenirse düzen ve güven özgürlükler için olmalıdır.
Özgürlükleri kullanmanın zorunlu koşulları düzen ve güvendir. Böyle olursa düzeni ve güveni korumaya yönelik uygulanan güvenlik politikaları hiç bir surette özgürlüklerle çatışan bir durum yaratmaz. Özgürlük ve güvenlik bir ikilem oluşturmaz. Güvenlik özgürlükler içindir. Özgürlükler için güvenlik şarttır.
Bu noktada görünürde bir paradokstan söz edilebilir. O da devletin ifade özgürlüğünü sınırlamadan nasıl bir düzen ve güven sağlayacağıdır. Oysa devletin sağlayacağı düzen ve güvenin amacı, aslında ifade özgürlüğünü kullanmanın koşullarını oluşturmaktır. Başka bir anlatımla ifade özgürlüğü başka herhangi bir ilke için değil, tümüyle ifade özgürlüğüne etkinlik kazandırmak için sınırlanabilir. Dolayısıyla gerçeklikte bir paradoks söz konusu değildir.
Nasıl ki mutlak yasak olanaksız ise, mutlak sınırsızlık da olanaksızdır. Her iki durumda da ifade özgürlüğüne ilişkin bir alan kalmaz. İşte bu gerçek, ifade özgürlüğüne getirilen sınırlamanın tek meşru nedenidir. Buradan türetilen ölçüt; herkes için ifade özgürlüğünü güvence altına almaktır. Bu ölçüt sınırlamanın derecesini belirler. Sınırlama ancak ve sadece ifade özgürlüğünün herkes için aynı düzeyde etkin kullanımına olanak sağlayacak ve bu kullanıma zarar vermeyecek derecede olabilir.
Bu noktada derin bir tartışma konusu olan bir sorun daha ortaya çıkar: Devlet özgür ifadeyi güvence altına alırken eş zamanlı olarak zararlandırıcı sonuç doğurabilecek ifade biçimlerine karşı da önlem almak zorunda değil midir? Öyle olmak zorundadır aksi halde ifade özgürlüğüne tam güvence sağlanamaz. Bu açıktır ancak asıl sorun zarar verici ifade etme biçimlerinin hangi ölçütlere göre tespit edileceğidir.
Bu ölçütleri belirlerken evrensel, milli ve yerel değerleri birlikte esas almak en doğru yaklaşım olarak öne çıkmaktadır. Evrenselin ne olduğu ayrı bir tartışma konusu olmakla birlikte evrensel kabul gören değerler açısından hayat hakkı başat ölçütlerden biridir. Hayat hakkına; kişinin güvenli bir ortamda yaşama hakkına, düzen içinde ve adaletli bir ortamda yaşama hakkına, inandığı ve tercih ettiği gibi yaşama hakkına, maddi manevi varlığını koruyarak ve geliştirerek yaşama hakkına, gelecek tasavvurunda bulunma ve buna uygun faaliyet yürütme hakkına yönelik hiçbir ifade etme biçimi ifade özgürlüğü içinde yer alamaz, hukuki ve meşru olamaz.
Buna göre, şiddet ve terör esaslı ifade etme biçimlerinin özgürlük olmadığı tam tersine suç sayılması gerektiği konusunda hukukta genel bir mutabakat vardır. Evrensel değerler ve hukuk müktesebatı bakımından şiddet ve terörü öven, şiddet ve terörü açık ve gerçek tehlike haline getiren, genel olarak da suçu ve suçluyu öven ifade etme biçimleri ifade özgürlüğü sayılmaz ve hukuk dışı kabul edilir.
Bireylere ve kolektif kişilere, temsil kurumlarına yönelik aşağılama ve hakaret içeren, asılsız isnatlar oluşturan, mağdurların itibar hakkını zedeleyen ifade etme biçimleri, nefret suçu üreten, kimlikler, inançlar ve tercihler arasında hiyerarşi oluşturan, milli ve yerel değerleri aşağılayan ve kültürel olarak tasfiye etmeye çalışan ifade biçimleri ifade özgürlüğü kabul edilmez, hukukun norm ve değerlerinin korumadığı alanda kalır. Kurumları ve kişileri hedef alan dezenformasyon amaçlı sistematik itibarsızlaştırma faaliyetleri ile ifade özgürlüğünün iç ve özellikle dış operasyonel faaliyetler için kullanıldığı durumların da hukuken koruma altında olmadığı açıktır. Günümüzde insanlık açısından giderek daha önemli bir sorun haline gelen geleneksel ailenin ve insanın doğuştan gelen cinsel kimliklerinin tasfiyesine yönelik saldırgan ifade biçimlerinin de hukuk açısından tedbir gerektiren seviyelere geldiği görülmektedir. Nihayet düzeni ve güveni bozan her türlü eylemsel ifade biçimi de hukuk tarafından korunmaz.
Bunlar yıkıcı ifade biçimleridir. Yıkıcı ifade biçimleri ifade özgürlüğü içinde sayılamaz ve bunlar hakiki ifade özgürlüğünün koşullarını yok eder.
Aynı şekilde özgürlük adına veya özgürlük için; şiddet ve terör yoluyla milliliğe, yerelliğe, güvenliğe, bütünlüğe karşı çıkmak yahut düzen ve güveni sağlayacak/sağlaması gereken koruyucu yapıları/kişileri etkisizleştirmeye çalışmak hakiki özgürlük alanlarını daraltır ve nihayetinde yok eder. Özgürlük adına çıkılan yol özgürlüğü yok ederek son bulur. Özgürlükten mahrum kalmamak için yıkıcı ifade biçimlerine karşı etkili önlemler almak, hele ifade etme mecralarının olağanüstü çeşitlendiği günümüzde çok daha öncelikli şekilde devletin en temel ödevlerinden biri haline gelmiştir.
Bu çerçevede, eleştiri hakkı da, ancak hakiki ifade özgürlüğüne ve koşullarına katkı yaptığı ölçüde, ifade özgürlüğünün parçası olur. Aksi durumda, yani yıkıcı ifade etmenin aracı olan eleştiri, eleştiri olma özelliğini yitirir ve kaçınılmaz olarak, bir yaptırımla yüzleşmek zorunda kalır.
Sonuç olarak düzen ve güven içinde adil ve eşit koşullarda herkes için ifade özgürlüğünü etkin kalmak, hukukun temel işlevidir.
Ancak bu yetmez. Günümüzde her mecrada gelişen ama özellikle de sosyal medyanın sınırsız kullanımı üzerinden yaygınlaşan yıkıcı ve zararlandırıcı ifade etme biçimleri herkesin pozitif ve negatif ifade özgürlüğünün en büyük düşmanı haline gelmiştir. Yıkıcı ve zararlandırıcı ifade etme biçimleriyle bir anti-özgürlük alanı oluşturulmuştur. Bugün ifade özgürlüğünü kemiren bu anti-özgürlük alanına karşı hukuk içinde önlem almak ve yaptırımlar uygulamak toplumların en önemli ihtiyaçlarından biridir. Bu ihtiyacı karşılamak hukukun bir diğer işlevidir.
Bu nedenle günümüzün demokratik devletleri gerçekten hukuk devleti olacaklarsa tüm kuvvetleri üzerinden hukukla kuracakları ilişkiyi bu işlevleri esas alarak yapılandırmalıdır. Bu yapılırken de zararlandırıcı sonuçlar doğuran ve yıkıcı olan ifade etme biçimlerinin ifade özgürlüğü alanında kalmadığı hukuk düzeni içinde net olarak gösterilmelidir. Başka bir deyişle hakiki ifade özgürlüğü için ifade özgürlüğü görünümlü tüm yıkıcı ve zararlandırıcı ifade biçimlerinin hukuk yoluyla önüne geçilmesi gerekir. Aksi halde özellikle sosyal-medya ve dijital platformlar üzerinden oluşturulan anti-özgürlük alanlarıyla dijital faşizm riski artmaya devam edecektir. İnsanlığı bu kabustan kurtarmak için henüz çok geç değildir.
@mehmetucum