Türkiye, asrın felaketinin ardından gösterdiği operasyon kabiliyeti sayesinde kriz yönetiminde dünyada sayılı ülkeler arasında olduğunu bir kez daha göstermiştir. Nitekim deprem bölgesindeki 11 şehrimizin bu kadar hızlı sürede ayağa kaldırılmasının ardında elbette ki devletimizin köklü kurum ve kuruluşları vardır.
Engin Özekinci/ Araştırmacı, Yazar
Bugün milyonlarca insanın yaşamını sürdürdüğü şehirler; ekonomik ve kültürel birikimin yoğunlaştığı ve aynı zamanda fiziksel ve sosyal çevresiyle birlikte toplumsal hayatın merkezi olan yerleşim alanlarıdır.
Bu yüzden bir şehir kurmak elbette çok büyük gayretlerle, çok büyük iş birliği ve dayanışmayla mümkün olur.
İklim ve coğrafi şartların etkisiyle şekillenen her bir şehrin kendine özgü bir kimliği ve bir ruhu vardır. İşte bu kimliği oluşturan etkenlerin en başında kültürel birikim gelmektedir.
Şehircilikte merkezine insanı alan medeniyet tasavvurumuza baktığımızda şehir ve devletin birbirine sımsıkıya bağlı olduğunu görürüz. Şehir olmadan devlet olmaz, devlet olmadan da şehirler olmaz. Yani devlet olmanın bizzat kendisi şehri ve şehirleşmeyi beraberinde getirir. Ve devlet, kurduğu şehirlerle vatandaşlarını güvenliğe, rahatlığa, refaha, huzurlu ve sakin bir hayata yönlendirir.
Buradan hareketle şunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Bir şehrin gelişmesi, varlığını sürdürmesi devletin gücüyle doğrudan orantılıdır. Devlet gelişirse şehirler gelişir, şehirler gelişirse de devlet güçlenir.
Özgün kültür
Tarihsel köklerimize özgü bir yaklaşımla şehir ve medeniyet kavramını birbiriyle ilişkilendiren İbni Haldun, "Bir şehir ancak ticareti, ekonomisi, tarihi, mimarisi kısacası özgün kültürü ve kimliğiyle birlikte var olur." diyor.
Şayet bu durum olmadığında orada teknik olarak bir kentten bahsedebiliriz ama medeniyetten bir iz taşımadığı için ona şehir diyemeyiz.
Bu anlamda şehirler de tıpkı insanlar gibi doğarlar, büyürler. Ve bir şehre iyi bakılırsa ömrü uzar, aksi durumda ise zamanla yok olmaya doğru sürüklenir.
Eğer bir şehre gözümüz gibi bakar, yatırım yapar, onu imar ve ihya edersek; dört başı mamur olarak kıyamete dek yaşarlar.
Ancak yaşadığımız şehri ihmal edersek, ihtimamla yaklaşmazsak dünyanın en kadim şehri de olsa nafile. O ihtişamlı şehirler önce cazibe merkezi olmaktan çıkar, birer küçük kasaba haline gelir, daha sonra çok az sayıda insanın yaşadığı bir yerleşim alanına dönüşür. Kaderine terk edildiklerinde ise tarihten tamamen silinip giderler. Şehirler, o şehrin eminlerinin ellerinde ya harap olurlar ya da gelişerek büyürler. Şehrin eminleri ne kadar ufuk sahibi olursa, hedefler koyup o hedeflere doğru gayret ederse, şehirler de bir o kadar büyür ve gelişir.
Bu yüzden şehrin eminleri, yöneticileri şehirlerine adeta öz evlatları gibi bakmak, onları gözlerinden sakınmak mecburiyetindedir. Çünkü artık şehir onlara emanettir.
Tabii şu da bir gerçek. Toplumlar geliştikçe, şehirler yerleşim merkezleri olarak önemli rol oynadıkları gibi aynı zamanda ekonomik, siyasal, sosyal ve kültürel hayatın da merkezi haline gelirler.
Dünya nüfusunun yarısı şehirde
Toplumların gelişmesiyle birlikte insanların şehirlerde yaşama oranı da artar. Günümüzde, dünya nüfusunun neredeyse yarısı şehirlerde yaşıyor. Şehirler, gün geçtikçe büyümeye devam ediyor.
Bugün şehirleşmenin en önemli yönlerinden biri de şehrin insan doğasına, insan değerlerine ve ihtiyaçlarına uyumlu olarak inşa edilmesidir.
Bu yüzden artan nüfusla birlikte şehir sakinlerinin, huzurlu, konforlu, güvenli ve kaliteli bir yaşam alanına kavuşması sağlanmalıdır.
İşte bunlardan biri de konuta erişim imkanıdır, vatandaşların barınma ihtiyacının karşılanmasıdır.
Devletin, yöneticilerin en büyük görevlerinden biri şehrin sakinleri için afetlere dirençli güvenli, konforlu konutlar inşa etmektir.
Yakın tarihimize baktığımızda bu vazifenin yerine getirilmesi için çok büyük bir gayret gösterildiğine şahit oluruz.
Konut seferberliği
Son 20 yıl içerisinde devlet, Toplu Konut İdaresi Başkanlığı (TOKİ) eliyle 1,5 milyon konutu vatandaşı için inşa etmiştir. Bu da 6 milyon vatandaşın konforlu ve güvenli konuta ulaşması anlamına geliyor.
Bugüne kadar yapılanların yanı sıra 6 Şubat'ta meydana gelen asrın felaketi sonrasında evleri yıkılan afetzede vatandaşlar için başlatılan konut seferberliği, bu noktada atılan en kapsamlı adımdır.
En kapsamlı diyorum. Çünkü asrın felaketi olarak tarihe geçen depremler, öyle büyüktü ki tam 500 atom bombası gücündeydi.
Dünyanın 90 ülkesinden daha büyük, yani 120 bin kilometrekarelik alanı etkileyen bu depremler maalesef 11 ilimizde büyük yıkımlara yol açtı, 14 milyon vatandaşımızı etkiledi.
Öyle ki Avrupa başta olmak üzere birçok Batılı ülke tarafından; Türkiye'nin bu depremin altından asla kalkamayacağı, ekonomik olarak depremin yol açtığı hasarı karşılayamayacağı yorumları yapıldı.
Ancak asrın felaketinden bu yana gerek sahayı gerekse yönetim alanını yakından takip eden biri olarak şunu ifade etmeliyim ki; devletin tüm birimlerinin uyumu ve kriz anında nasıl bir planlamayla hareket edeceğini bilmesi bu büyük felaketin yaralarını çok daha hızlı bir şekilde sarmamızı sağladı.
Burada hamasi bir bakış açısı değil tamamen nesnel bir durum söz konusu.
Asrın felaketinin ardından sergilenen başarı ve şehirlerin yeniden imar ve ihyası dünya tarihinde ender rastlanan bir durumdur.
Ancak Türkiye'de devlet, bir taraftan enkaz kaldırma ve hasar tespit çalışmalarını sürdürürken eş zamanlı olarak depremzede vatandaşların yeni konutlarını, yeni yaşam alanlarını inşa etmeye başladı.
Köklü devlet aklı
Bugün asrın felaketinin üzerinden 24 ay bile geçmeden depremin izlerinin silinmesi, bölgenin yeniden ayağa kaldırılması köklü bir devlet aklının ve birikiminin, kadim bir millet ruhunun ve karakterinin ürünüdür.
Türkiye, asrın felaketinin ardından gösterdiği operasyon kabiliyeti sayesinde kriz yönetiminde dünyada sayılı ülkeler arasında olduğunu bir kez daha göstermiştir.
Nitekim deprem bölgesindeki 11 şehrimizin bu kadar hızlı sürede ayağa kaldırılmasının ardında elbette ki devletimizin köklü kurum ve kuruluşları vardır.
Bunlardan biri de hiç şüphesiz Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı'dır.
Zira deprem bölgesindeki yaşam alanlarımızın az evvel ifade ettiğim insanı merkeze alan kadim şehircilik kültürümüzle, medeniyet birikimimizle uyumlu bir şekilde inşa edilmesinde Bakanlığın rolü son derece büyüktür.
Bugün devlet, afetzede vatandaşlar için yatay mimariyle ve yaşayan şehirler anlayışıyla inşa ettiği 150 bininci yeni konutu teslim etmeye hazırlanıyor.
Sadece konut değil bununla beraber parklar, bisiklet ve yürüyüş yolları, okullar, camiler, hastaneler inşa ediyor, şehirlerin altyapısını bütünüyle dönüştürüyor ve güvenli bir geleceğe hazırlıyor. Şehirlerimizin yok olup gitmesine asla izin vermiyor.
Evet, burada amasız, fakatsız bir hakkı teslim etmemiz gerekiyor.
Dünyada bu kadar kısa sürede bu kadar konutu inşa edebilecek, yeni yaşam alanlarını bu kadar kısa sürede hazırlayacak, bunu da eş zamanlı olarak yürütecek çok az sayıda ülke var.
Bu başarıyı takdir etmek her bir vatandaşın boynunun borcudur.