Almanya'da Müslümanlar sorunu olan değil, sorunlu kitle olarak kabul ediliyor. Kamuoyu araştırmalarına göre Türkler Almanlar tarafından eşit vatandaş olarak görülmüyor. Müslümanlar hakkında medyada olumsuz gündemin ardı arkası kesilmiyor. Almanların muhafazakâr Müslüman kitlelerle olan mesafesi her geçen gün artıyor. Böyle bir sosyal zeminde yeni kurulan DAVA partisinin siyasi temsil sorunlarına çözüm üretip üretmeyeceği merak ediliyor.
Yılmaz Bulut/Yazar
Almanya'da geçtiğimiz ay kurulan 'Çeşitlilik ve Uyanış İçin Demokratik İttifak (DAVA) Partisi, ülkenin önemli gündemlerinden biri. Parti kurucuları, amaçlarının 'kararlarda büyük ölçüde reddedilmiş, siyasi olarak temsil edilmeyenlerin güçlü sesi olmak' olduğunu belirtiyor. Partinin kuruluşunun Türklerin seçmen olarak öneminin arttığı bir dönemde, Avrupa seçimlerinin hemen öncesine denk getirilmesi kamuoyunun dikkatini çekiyor. Parti isminin kısaltmasının 'Dava' olmasının da rastgele olmadığı belli. Parti, Müslüman muhafazakâr kitlenin sözcüsü olmaya niyet etmiş gözüküyor.
Kurucularının özgeçmişi, diğer unsurlar ile birlikte Alman basınının partiyi Ak Parti'nin uzun kolu şekliyle yansıtmasını kolaylaştırdı. Onlara göre, DAVA, Erdoğan'ın Türk Alman topluluğuna nüfuz sağlama stratejisi olarak güdümlü bir oluşum. Şimdi bu gelişmeler ışığında Almanya'daki muhafazakâr Müslüman kitlenin siyasi temsil sorunlarına değinmek yerinde olacaktır.
Benzer partiler zaten vardı
Aynı kitleyi temsil etmek isteyen benzer partiler 2010'lu yıllardan beri kurulmuştu. Bunlardan 'Yenilik ve Adalet Birliği' (BİG partisi) Almanya Müslümanlarının siyasete katılımını hedefledi. Türk Müslümanlarını hedef kitle seçen Alman Demokratlar Birliği (ADD) girişimi de burada zikredilmesi gereken hareketlerdendir. Bunlar arasında Alman siyasetçi Todenhöfer hareketi ise istisnai bir stratejiyi oluşturdu. Lideri Alman bir siyasetçisiydi ve kişi partisi izlenimi verilmişti. DAVA bu tecrübe ufkunda konumlanıyor. Siyasi bir oluşum olarak kitlelerin temsilinde ses bulma sorunu bulunmuyor. Ancak siyasette söz söyleyebilmek epey zor. Hepsinin ortak sorunu seçmen kitlesini hareketlendirememesi ve yeterli oy oranına ulaşamaması. Yani partiler seçmen toplulukta oluşmuş net siyasi bilinç üzerine inşa edilmiyor. Partilerin toplumda şekillenmiş siyasi şuurdan önce doğması, seçilmeleri için popülist yöntemler aramalarını doğuruyor.
Vatandaşlığa geçiş hakkı aktif ve pasif siyaset yapma imkânını beraberinde getiriyor. Fakat Müslüman muhafazakâr kesimlerin Alman siyasetini kendi talepleri doğrultusunda doğrudan etkileme imkânı arayıp karşılık bulamayışı siyasi bir boşluk. Ayrıca siyasette söz sahibi olmak kolay bir iş de değil. Türklerin Alman siyasi topluluğunun bir parçası olacağı düzenin, Almanlar ve diğer azınlıklarla birlikte inşa edilmesi gerekiyor. Vatandaşlık yasasının değişimi ise kitlelerde gerçekçi bir siyasi bilinçlenme şeklini önemli kılıyor.
Alman partilerindeki açmazlar
Alman Partileri milenyum sonrası Türklere kapılarını açmaya ve Türklerin sorunlarını dinlemeye başladı. Parti üyesi Türkler artsa da üyelik oranları yüksek olmadı. Seçime katılım oranları hep düşük kaldı. Aktif siyaset yapan Türkler, karşılarında temsil ettikleri geniş bir kitle bulamıyor. Parti yönetimlerinin özel desteği ve partinin seçim bölgelerinde risk almasıyla seçilebiliyorlar. Yerleşik partiler genelde görmek istedikleri politikacı tipini seçiyor ve destekliyor. Böylece doğrudan temsil yerine, kendisini seçen Alman kitlelerin ve parti yönetimlerinin beklentisine göre siyaseti oluşturmak zorunda kalıyorlar. Onlar da Türklerin eşit siyasi katılımını ve kültürel çeşitliliğini benimsetmek yerine, Müslüman muhafazakârlardan farklılığını ve Türkiye'ye mesafesini vurgulamak durumunda kalıyor. Partiler ise kitle hassasiyetinin karşılığını vererek, vitrin politikacıdan esas temsilcilere geçmeye cesaret edemiyor.
Almanlar etkilenmekten korkuyor
Almanya'da Müslümanlar sorunu olan değil, sorunlu kitle olarak kabul ediliyor. Kamuoyu araştırmalarına göre Türkler Almanlar tarafından eşit vatandaş olarak kabul edilmiyorlar. Müslümanlar hakkında olumsuz gündemin ardı arkası kesilmiyor. Buna 10 yıldır Türkiye hakkında yapılan olumsuz haberlerin yayılması da eklendi. Almanların muhafazakâr Müslüman kitlelerle olan mesafesi artıyor ve duygudaşlık isteği zayıflıyor. Sonuçta, onlar açısından Müslümanların sosyal değişim geçirmeden doğrudan siyasete etkisi endişe ve korku kaynağı oluşturuyor. Yani bu durumda Müslümanların gücünün artması ile ırkçılığın ve aşırı sağın yükselmesi arasında doğru orantı bulunuyor.
Müslümanlar dışlandığını düşünüyor
Almanya'da Türklerin çoğu ise kendini ikinci sınıf vatandaş olarak görüyor. Yeni kuşaklar bile, ne yapılırsa yapılsın Almanlara yaranamama hissiyatını taşıyor. Pratikte topluluğun uyum düzeyi giderek artsa dahi, arada zihni ayrışmalar mevcut. Artık ekonomiden ziyade eşit muamele görmeme duygusu anlayışları belirliyor. Muhafazakâr kitleler Alman partileri tarafından aday gösterilen Türk siyasetçilerin kendilerini temsil etmediği fikrini taşıyor. Temsil edilme hissinin siyasi karşılığı neticede boş kalıyor.
Almanya kimliksel bir dönüşüm geçiriyor. Geleneksel siyaset oluşan sorunların hakkından gelemiyor. Yeni bir toplumsal mutabakatın şekillenmesi gerekiyor. Artık oluşan belirsizlik genel huzursuzluk, endişe ve korkuya yol açıyor. Aşırı sağ ve ırkçı hareketler yükselişte. Bu kitleler Avrupa'da yaşayan Müslümanları doğrudan ülkeye tehdit olarak görüyorlar. Oysaki göçmen olarak Almanya'ya gelen insanların ulus aşırı kimliğinin kabulü ve farklılıklarının eşdeğer görülmesi lüzumlu.
Haklı demokratik talep
Azınlıklar içinde azınlık olan Müslüman Türkler, siyasi özne olarak dışlanmanın ve nesnelleştirilmenin kıskacından kurtulmak istemektedir. Bu haklı bir demokratik taleptir. Toplumsal ortak alanların eşit ve adil bir çerçevede Almanlar ve diğer azınlık topluluklarıyla birlikte inşa edilmesi gerekmektedir. Toplumsal siyasi bağlam dikkate alındığında bu talebin yerine gelmesi uzun erimlidir. Katılımda söz sahibi olmak uzun soluklu bir süreçtir ve sabırlı, yapıcı hareket etmekle sağlanabilir.
Neticede Müslümanların siyasi katılımı, ben merkezci ve aceleci bir biçimde yapmaması önem taşıyor. Zira yapıcı olmayan, emin ve ağır adımlarla ilerlemeyen bir siyasi katılım, Almanya'daki açılımları akamete uğratabilir ve milliyetçi ırkçı kapanmaya yol açabilir.