Aksa Tufanı: Yeni bir manifesto

Doç. Dr. Muhammed Hüseyin Mercan - Ankara Yıldırım Beyazıt Üniversitesi
7.10.2024

Soykırımın failinin gerçek yüzünü ortaya çıkardığı gibi azmettiricilerini ve onaylayanlarını da ifşa eden Aksa Tufanı, küresel sistemdeki kırılganlığı derinleştirerek yeni bir düzenin imkanına dair hiç olmadığı kadar güçlü bir motivasyonla kapı araladı. Gazze, bir okul olarak bütün insanlığa son bir yılda çok şey öğretti. Aksa Tufanı ise yeni bir manifesto olarak bugünün değil ama yarının dünyasını şekillendiren devrimsel bir dönüm noktası olarak tarihteki kritik yerini aldı.


Aksa Tufanı: Yeni bir manifesto

Doç. Dr. Muhammed Hüseyin Mercan - Ankara Yıldırım Beyazıt Üniversitesi

7 Ekim 2023 sabahı erken saatlerde Hamas'ın silahlı kanadı İzzeddin el-Kassam Tugayları öncülüğünde başlayan Aksa Tufanı Operasyonu, Filistin'in direniş tarihinde yeni bir aşamaya geçiş anlamına geliyordu. Bu aynı zamanda işgal devletine, tarihinin en büyük meydan okumasıydı. Tüm dünyanın gündemini bir anda sarsan bu gelişme, bölgesel ve küresel sistemde tetiklediği fay hatlarıyla büyük bir kırılmaya yol açtı. İşgal devletinin küresel alanda inşa ettiği mitleri yıkan ve dokunulmazlığını sorgulamaya açan Aksa Tufanı, Siyonist yönetimin hegemonik söylemini de büyük oranda sona erdirdi.

Kuruluşundan itibaren mağdur edilmiş Yahudi anlatısı ile Batı dünyasını maniple eden Tel Aviv, kamu diplomasisi araçları ve Yahudi lobilerinin uluslararası alandaki faaliyetleriyle Filistin topraklarındaki agresif yayılmacılığını, bir itiraz ya da yaptırımla karşılaşmaksızın sürdürdü. Batı Şeria'da gasp ettiği alanlarda vatandaşları için yerleşim yerleri inşasını hızlandıran işgal devleti, Gazze üzerindeki baskısını da günden güne artırdı. İşgal altındaki topraklarda mutlak kontrol sağladığı gibi Filistin'in geri kalan bölgelerini de ele geçirip Yahudi teo-politiğinden mülhem bir stratejiyle sınırlarını Filistin'in ötesine taşımak isteyen Siyonist yönetim, 7 Ekim'de yüzleştiği beklenmedik operasyon ve sonrasındaki gelişmelerle küresel kamuoyu önünde, meşruiyetini hiç olmadığı kadar kaybetti. Gazze'de yaşamın yeniden inşasına fırsat vermeyecek düzeyde bir yıkım gerçekleştiren işgal ordusu, tarihin en kanlı katliamlarından birini tüm dünyanın gözü önünde ara vermeksizin devam ettirdi.

Başbakan Binyamin Netanyahu ve kabinesi, ABD, İngiltere, Almanya ve Fransa gibi ana akım Batılı ülkelerin açık desteğiyle, uluslararası hukuku, insancıl hukuku ve insan haklarını sayılamayacak düzeyde ihlal etti. Başka devletlerin benzeri eylemleri yapması halinde tabi tutulacakları muamele ve karşılaşacakları müeyyideler göz önünde bulundurulduğunda, işgal devletinin istisnailiğinin küresel sistemin başat aktörleri sayesinde elde edildiği bu süreçte net bir biçimde görüldü. Soykırımın failinin gerçek yüzünü ortaya çıkardığı gibi azmettiricilerini ve onaylayanlarını da ifşa eden Aksa Tufanı, küresel sistemdeki kırılganlığı derinleştirerek yeni bir düzenin imkanına dair hiç olmadığı kadar güçlü bir motivasyonla kapı araladı. Her ne kadar geride bıraktığımız son bir yıllık zaman zarfında, soykırımın boyutları ve bilançosu üzerine çokça konuşulsa da 7 Ekim'deki operasyonun ateşlediği ve çoğunlukla göz ardı edilen fitil, bir çok alanda ezberleri bozup yeni bir paradigmanın oluşuma zemin hazırladığı gibi aynı zamanda insana ve küresel sisteme dair yeni bir manifesto meydana getirdi.

Aksa Tufanı ve insanın üç hali

İşgal devletinin Gazze'deki soykırımı, küresel alanda üç insan türünü ortaya çıkardı: Mutlak iyiyi temsil edenler, mutlak kötülüğün safında yer alanlar ve iradesizler. Gazze'nin birkaç on binden oluşan yiğit ve onurlu mücahitlerinin başlattığı operasyon, direnişin felsefesindeki değişime işaret ederken bir taraftan da Filistinlilerin yeniden kolektif bir kimlik ve bilinçle ortak düşmana karşı birleşmesini mümkün kıldı. Bu süreçte güçlü bir irade ve insanüstü bir sabır sergileyen Gazzeliler, işgal devletinin saldırılarına karşı çözülmeden ve taviz vermeden mücadeleye devam ettiler. İşgal ordusunun saldırılarında ailelerini, yakınlarını kaybeden Kassam mücahitlerinin ellerindeki esirlere muamelesi ve takas esnasında ortaya çıkan sahneler, Gazze'de yaşanan büyük felakete rağmen insicamı bozmayan, emir komuta zincirinin dışına çıkmayan ve tevekkülü elden bırakmayan direnişçi profilini tüm dünyaya gösterdi. Soykırımcıdan farkının ancak insanlığı muhafaza etmekten geçtiğini bilen Gazzeli direnişçiler, bu zor koşullar altında ve yaşanan travmalara rağmen kendilerine emanet edilen esirleri canları pahasına korudular. Dini atıflarla sadece Gazze'deki insanları değil, hayvanatı ve nebatatı da yok etmeyi hedefleyen hastalıklı bir devlet aklına karşı Gazze halkının vakur ve metaneti ise insanın özüne yönelik derin ve irfani mesajlar verdi yerküre üzerindeki her bir insan tekine. Tevekkülü ve teslimiyeti elinden bırakmayan Gazze'nin kutlu sakinleri, olağan dışı koşullar altında bile ahlaki ve insani normları korumaktan taviz vermeyeceklerini duruşlarıyla herkese ilan ettiler. İnsan onurunun ayaklar altına alındığı ve işgal devletinin sınır tanımaz ve histerik bir ruh haliyle sürdürdüğü saldırganlığa rağmen, insani, vicdani ve ahlaki değerlerinden taviz vermeyerek, insanın her koşulda insan olarak kalabileceğini tüm dünyaya ispat ettiler. Bu minvalde, Aksa Tufanı'nın bir manifesto olarak verdiği en güçlü mesaj, mutlak iyiyi temsil eden insanın her daim ve şartlar ne olursa olsun insan olarak kalacağıydı.

7 Ekim sonrasında tüm dünya, bir taraftan da mutlak kötülüğün safında yer alanların neler yapabileceklerine ve sınırları ne kadar aşabileceklerine tanıklık etti. Netanyahu ve kabinesinin işgalin sınırlarını genişletmek için attığı adımlar, işgal ordusu unsurlarının hiçbir ayrım gözetmeksizin katlettiği canlılar ve Batılı kurumsallaşmış demokrasilerin mevcut düzenin idamesi için hiçe saydıkları değerler, Aksa Tufanı'nın hakikatin ifşasındaki belirleyici rolünü gözler önüne serdi. Örgütlü kötülüğün kaynağı Siyonist rejim ve destekçilerinin tüm söylemlerinin aksine, son bir yılda ortaya koyduğu pratik,insanın ne kadar kötü olabileceğinin boyutlarının anlaşılması bakımından kayda değer bir gelişmeydi. Soykırım mağduriyeti üzerinden yıllarca söylem üreten Siyonist yönetimin gerçekleştirdiği soykırım ve Batılı devletlerin desteği, geleneksel sömürgecilik mantığının tipik bir yansıması olarak yeniden zuhur etti. Batı dışı toplumların canavarlaştırıldığı bir düşünce yapısının yeniden görüldüğü 7 Ekim sonrası süreçte, Filistinlilerin insan olarak değerlendirilmediği ve bu nedenle de katledilmelerinin önünün açıldığı oldukça yıkıcı bir zemin tesis edildi.

Aksa Tufanı'nın ardından apaçık bir şekilde ortaya çıkan insanın haline dair diğer hakikat ise gerekli iradeyi ortaya koyamayanların ruh haliydi. Endişeler, korkular, kaygılar, siyasal ve toplumsal kırılganlıklar, ekonomik riskler vb. birçok nedenden ötürü uluslararası toplumun ekseriyetinin Gazze konusunda sessiz ve eylemsiz kalışı, 7 Ekim'in ardından mutlak iyi ve mutlak kötü arasında sıkışıp kalan araftaki insanın fotoğrafını bizlere sundu. Bu durumun yol açtığı acziyet, uluslararası örgütleri ya da küresel aktörleri, işgal devletine caydırıcı yaptırımlar uygulamaktan alıkoydu. İnsanlık sınavı için en büyük imtihanlardan biri sayılabilecek Aksa Tufanı, herkesin pozisyonu üzerinden kendini tarttığı bir teraziye dönüştü. Bir nevi turnusol kâğıdı vazifesi gören Gazzeli direnişçilerin bu hamlesi, uluslararası sistemde vicdan sahibi, ahlaki ve hukuki değerlere bağlı ve insanlığa dair umudu olan kitlelerle bu değerlerden yoksun kimseleri kati bir suretle birbirinden ayırdı.

Aksa Tufanı ve küresel düzenin iflası

Kassam Tugayları'nın yeni bir paradigma dahilinde işgal altındaki topraklara yönelik karadan, denizden ve havadan eş zamanlı başlattığı Aksa Tufanı, işgal devletini varoluşsal bir gerçeklikle karşı karşıya bıraktığı gibi, küresel düzenin açmazlarını da tam manasıyla açığa çıkardı. Birinci Dünya Savaşı'nın ardından bölgede kurulan ve İkinci Dünya Savaşı'nın ardından konsolide edilen statükonun değişmesini istemeyen Batılı güçler, uzun yıllardır işgal devletinin hayata geçirdiği gayrimeşru stratejilere göz yumdular. Bununla birlikte, Gazze direnişinin gerçekleştirdiği güçlü meydan okuma, küresel sistemin kodlarını sarstığı gibi aynı zamanda orta ve uzun vadede sistemik dönüşümlerin yaşanmasına imkân tanıyacak bir sürecin önünü açtı. İnsan hakları, adalet, uluslararası hukuk gibi kavramların altının boşaltıldığı ve sayılı devletin güdümünde devam ettirilen bu sistemin sürdürülemez bir hale geldiği 7 Ekim sonraki gelişmeler ışığında iyiden iyiye anlaşıldı.

Gazzeli mücahitlerin direnişi, Tel Aviv'in saldırganlığını ve işgalini durdurmaya yönelik olsa bile, Aksa Tufanı'nın oluşturduğu hava ve verdiği mesaj, etkilerinin çok uzun yıllar sonra dahi hissedileceği bir kırılmanın başladığını tüm dünyaya ilan etti. Daha adil bir sistemin kurulmasına yönelik hem inancın hem de ihtiyacın arttığı bu dönemde, Kassam ve diğer direniş grupları münasip bir dille uluslararası kamuoyuna, mevcut düzenin çöküşünün hızlandığını ve acil bir eylem planı uygulanmaması halinde önümüzdeki süreçte daha büyük bedellerin ödeneceğini açık bir şekilde gösterdi.

Aksa Tufanı ile küresel sistemin seküler karakterinin ciddi bir dönüşüm sürecine girdiğini de belirtmek yerinde olacaktır. Bugüne kadar dinin mümkün mertebe dışarıda tutulduğu ve uluslararası ilişkilerin seküler bir paradigma çerçevesinde algılandığı bir düzeyden artık, kutsalın ve dini referansların ana belirleyici haline geldiği yeni bir aşamaya geçildi. Küresel siyasette dinin yükselişi, özgün bir düzen tasavvuruna sahip ve iddiası bulunan devletlerin, bu yeni belirleyici faktör konumundaki dini daha fazla dikkate alarak strateji üreteceği aşikardır. Aksa Tufanı'nın ardından oluşan yeni siyasal gerçeklik, küresel sistemin başat aktörlerini geçmiştekilerle kıyaslanamayacak düzeyde bir başkaldırı ile karşı karşıya bıraktı.

Netanyahu ve kabinesinin işgalin sınırlarını genişletmek için katliamlara hala aralıksız devam ettiği bu süreçte, sahadaki bütün yıkıma rağmen Gazze Direnişi'nin zihinlerdeki algıları değiştirmesi ve işgal devletinin dokunulmazlığına son verdirmesi bakımından büyük bir zafer elde ettiğini belirtmek bir zorunluluktur. Kassam Tugayları, 7 Ekim sabahı işgal altındaki topraklara sızma girişimine başladıklarında, hızlı bir şekilde Filistin'i işgal devletinden kurtaramayacaklarının ya da Kudüs'ü tam anlamıyla özgürleştiremeyeceklerinin farkındaydılar. Benzer şekilde, Tel Aviv'in bu cesur meydan okumaya karşı çok sert mukabelede bulunacağının ve Batılı güçlerin çoğunluğunun her zamanki gibi yine Siyonist yönetimin safında yer tutacağının bilinceydiler. Gazzeli mücahitler, büyük bedeller ödeneceğini bilmesine rağmen gelecek yıllara ilham kaynaklığı edecek bir inisiyatif alma yolunu seçti. Gelinen noktada hayatını kaybeden on binlerce insana ve harabeye dönen şehirlere rağmen Filistin halkının direnişe inancının sağlam bir şekilde devam ediyor oluşu, Aksa Tufanı'nın bugüne değil yarına yönelik bir mesaj olduğunun en büyük kanıtıdır. 7 Ekim sonrası oluşan hava, küresel düzenin kırılganlığını artırması ve Siyonist yönetimin istisnailiğinin radikal bir şekilde sorgulamaya açılması bakımından tarihi bir dönüm noktasıdır. Ayrıca insanın farklı yüzlerinin açığa çıktığı bu süreç, ahlaki, hukuki, vicdani ve insani değerlerin yeniden tartışılmasını zorunlu kılan bir dönemin de kapısını araladı. Gazze, bir okul olarak bütün insanlığa son bir yılda çok şey öğretti. Aksa Tufanı ise yeni bir manifesto olarak bugünün değil ama yarının dünyasını şekillendiren devrimsel bir dönüm noktası olarak tarihteki kritik yerini aldı.