Ahlaklı mıyız ahlakçı mı?

Engin Özekinci/ Yazar
4.02.2025

Yaşadığımız yangın felaketi acısının gelecek nesiller için bir hayra vesile olmasını istiyorsak güvenlik kültürümüzü sorgulamalı ve şu soruyu kendimize sormalıyız: Toplumsal faydayı kendi konforumun önüne koyuyor muyum?


Ahlaklı mıyız ahlakçı mı?

Engin Özekinci/ Yazar

Geçtiğimiz günlerde ülke olarak Bolu Kartalkaya'da çok acı bir yangın felaketiyle sarsıldık. Maalesef 78 canımızı gözyaşları içerisinde toprağa verdik.

Ekranlarda teknik tabloların boy gösterdiği bu süreçte sorumluluk, yetki, zorunluluk, mücavir alan gibi kelimeler ne ölenlerin acısını hafifletti ne de kalanlara güven verdi.

Henüz cenazeler defnedilmemiş iken yapılan açıklamalar, yakınlarını kaybedenlerin kalbini, kamuoyunun da vicdanını yaraladı.

Elbette otel yangınında yetkinin, sorumluluğun kimde olduğu bilirkişilerin, devletimizin ilgili kurum ve kuruluşları tarafından şeffaf bir şekilde araştırılıp kamuoyu ile paylaşılacaktır.

Ancak ben burada meselenin çok az konuşulan iki yönü üzerinde durmak istiyorum.

Birincisi; yaşadığımız bu ve benzeri olaylarda toplum olarak nasıl bir yaklaşım sergiliyoruz?

Bunun cevabı inanıyorum ki birçoğumuza tanıdık gelecektir.

Şöyle ki; yaşadığımız toplumsal bir olay kamuoyunda yankılandıkça kendimizi bir anda duyarlılık, fırsatçılık ve kötülük girdabında buluyoruz.

Nasıl mı? Bolu'da yaşadığımız olay üzerinden değerlendirelim. Yangının birkaç metre ötesinde kayak yapmaya devam edenler, yangın söndürme tüplerine fahiş zam yapanlar, yanan otelin gecelik fiyatı üzerinden ölenlere sınıf kinini kusanlar, yangında hayatını kaybedenlerin ailelerini arayıp hakaret edenler, yangını siyasi bir kundaklama olarak lanse etmeye çalışanlar, yolunu değiştirip otelin önünde fotoğraf çektirenler gibi gibi...

Her ne kadar toplumun genelini yansıtmasa da tüm bunlar, toplum olarak yangında yitirdiğimiz canlara olan hürmetsizliğimizi ortaya koyarken, hala hayatta olanlar yani bizler için de nasıl bir toplumda yaşadığımızı acı bir şekilde göstermiştir.

En başından açıkça belirtmek gerekir ki; yas ilan edilmiş bir faciada bu kadar tuhaflaşmak apaçık bir çürümedir.

Tabii ki "Sepette her zaman çürük yumurtalar olur." gibi bir savunma yapılabilir. Ancak günümüzde sosyal medyanın kötülüğü normalleştirdiği bir ortamda çürüklerin sayısı maalesef çürümenin hızına tesir etmiyor.

İkincisi ise kazaların önlenmesi için yasa-ceza sarkacı tek başına yeterli midir?

Yasal olan helal mi?

Muhtemelen birçoğumuz geçtiğimiz yıl hayatını kaybeden mütefekkir Alev Alatlı'nın "Yasal ama helal değil" sözünü duyduk.

Hiç şüphesiz Alatlı'nın hukuk ve helal arasına koyduğu bu sınır, ancak ve ancak sağlıklı bir toplumda işleyebilir.

Yine hukuk üzerine inşa edilmeyen bir sosyolojide çürüme başlarsa erdemli olmak değil erdemli görünmek yeterli kabul edilir.

Yani medyada çılgınca Alatlı'nın söz ettiğimiz konuşmasını paylaşan biri, öz kardeşinin icra yoluyla satılan arabasını almak için hızlıca harekete geçmeyi problem olarak görmez.

Hepimiz kabul etmeliyiz ki; hayal ettiğimiz bir toplumda yaşamıyoruz. Zira teoride hepimiz katı kanunlar, sert yaptırımlar isteriz ancak ne yazık ki fiiliyatta durum hiç de öyle değildir.

Yasadan kaçmayı, kanunlardaki boşlukları en iyi bilen sözüm ona meslek erbaplarını, uzmanlarını başarılı sayıyorsak, dost meclislerinde sistemin açıklarını bulmakla övünüyorsak burada büyük bir sorun var demektir.

Hepimizin şapkasını önüne koyup artık şunu düşünmesi gerekiyor.

Biz gerçekten de öve öve bitiremediğimiz Batılı ülkelerdeki yasa, denetim ve ceza süreçlerine hazır mıyız? Talip olduğumuzu iddia ettiğimiz böyle bir mekanizmaya gerçekten de uyum sağlayacak kültürel bir altyapımız var mı?

Güvenlik kültürü

Burada kültürel altyapı derken aslında, güvenlik kültüründen bahsediyoruz. Yani kazaların önlenmesi için geliştirilen hukukun, toplumumuzda içselleştirilmesi için gerekli olan öz sermayeden bahsediyorum. Ve bu açıdan baktığımızda da millet olarak zayıf bir karnemizin olduğunu itiraf etmeliyiz.

Örneğin bugün kullanımı yasak olmasına rağmen hala internet ortamında satılan emniyet kemeri tokaları ve yine haberlere konu olan alt komşunun balkonuna sarkıtılan çocukların varlığı, güvenlik kültürü gelişmiş bir toplum olmadığımızı açıkça gözler önüne seriyor.

Velhasıl ülke olarak risk almayı seven, kurallardan bunalan, ahlaklı olmak yerine ahlakçı olmayı tercih eden bir sosyolojiye sahip olduğumuz acı gerçeğini kabul ederek işe başlamamız gerekiyor.

Bu başlangıç bir yandan ailedeki eğitime, okuldaki öğretime zemin olmalıdır. Öte yandan da hukuki olarak "sorumluluk ve zorunluluk" arasındaki gri bölgelere asla fırsat vermemelidir.

Herkes kendine sorsun

Yaşadığımız bu büyük acının gelecek nesiller için bir hayra vesile olmasını istiyorsak "Ben bu acıda hangi tarafta yer aldım?" diye cesurca sormalıyız.

Ben gittiğim ortamlarda iltimas istiyor muyum?

Toplumsal faydayı kendi konforumun önüne koyuyor muyum?

Başkalarının acılarını teşhir etmekten hoşlanıyor muyum?

Adalet ararken siyasetin rüzgârına kapılıyor muyum?

İlla yangın tüpü olmasına gerek yok sattığım bir ürüne talep olursa bunu fırsata çeviririm diyor muyum?

Ya bu soruları sormaya cesaret edeceğiz ya da fonda Sezen Aksu'nun masum değiliz şarkısı eşliğinde yaşamaya devam edeceğiz.