Abdülkadir es-Sufi'nin islamcı ufku

Asım Öz / Yazar
7.08.2021

Toplumsal yaşamın İslamileştirilmesini ancak sufilerin gerçekleştirebileceğini vurgulayan Abdülkadir es-Sufi, yeni dünya düzeni karşısında yapılması gerekenin Kur'an'a dönmek olduğunu belirtir. Ona göre İslam yeniden tanımlanamaz, İbn Kesir, Kurtubi gibi tefsirlerin Tevbe Suresi bölümünün okunmasının nelerin yanlış gittiğini anlamayı mümkün kılacağını savunur.


Abdülkadir es-Sufi'nin islamcı ufku

Asım Öz / Yazar

Abdülkadir es-Sufi Ian Dallas adıyla 1970'lerin ilk yarısında İngiltere'de yayımlanan Gariplerin Kitabı adlı eserinin 1979'da çevrilip Yeryüzü Yayınlarınca basılmasının ardından Türkiye'de tanınmaya başladı. Es- Sufi'nin Faslı Darkavi Şeyhi Muhammed İbn el-Habib'in müridi olduğu yıllarda yazdığı bu kitap, sadece 1980'lerde değil, 1990'larda ve 2000'lerde de ilgiyle okunan tedavüldeki eserler arasında yer aldı. Onun bu dönemdeki dinî anlayışını yansıtan Yüz Basamak, Ayetlerden İşaretler ve Muhammedî Yol kitapları da sonraki yıllarda Türkçeye tercüme edilip yayımlandı.

Abdülkadir es-Sufi'nin eserlerin tercümelerinin yayımlanması ve İslamcı gençlik üzerinde hayli güçlü bir etki oluşturmasına paralel olarak, 1980'li yıllarda, ondan yapılan çevirilerin sayısında dikkat çekici bir artış gözlenir. Düşüncelerinin belli bir dönemde şekillendirici olmasa da yaygınlaştığının göstergelerinden biri Aylık Dergi'de 1980'li yıllarda yayımlanan metinleridir. "Batı'ya Karşı İslam", "İslam ve İslam'ın Devletçi Düşmanları", "İslam ve Müslümanların Sorumluluğu" gibi yazılar es-Sufi'nin yazdıklarının etkisinin sadece tasavvufi anlayışı benimseyen "gelenekçi" çevrelerde değil, genç "radikal" mecralara da uzandığını gösterir.

"İmkânsıza yönelmedikçe mümkün olan ele geçmeyeceğini" başka bir düzlemde örnekleyen Abdülkadir es-Sufi'nin şöhreti sonraki yıllarda yayımlanan diğer eserleriyle daha da perçinlendi. Onun kitaplarına yönelik ciddi bir ilginin söz konusu olduğu, bu durumun İslam dünyasından yapılan çevirilerin dışında Batı'da ne var ne yok, diye bakınan genç kuşağa mensup okuryazarlar için bilhassa geçerlilik taşıdığı söylenebilir. Siyasi yönüyle öne çıkan Cihad: Bir Temeltasarım ile Diyalektiğin Sonu kitaplarının ise başka bir serüveni oldu.

İslam devleti eleştirisi

Türkiye'de İslamcıların kendi inançlarına uygun bir devlet sistemi inşasına dönük çabaları 1970'lerde hız kazandı. Bu dönemde İslamcılar, Yücel Bulut'un "tercüme bir hareket olarak İslamcılığı" ele aldığı makalesinde de belirttiği üzere sosyal ve kültürel meselelerin yanı sıra siyasi alana dair konulara da yöneldikleri için, devlet ve yönetim vurgusu bulunan kitapların tercümesine ağırlık verdiler. Geriye dönüp bakıldığında İslam devleti, İslam nizamı, İslam'da devlet, İslam idare teşkilatı, İslam'da yönetim biçimi gibi adlarla yayımlanan kitapların sayısının bir hayli fazla olması su götürmez bir gerçektir.

Başka modern kavramlara olduğu gibi İslam devleti kavramına eleştirel yaklaşan hatta temelden itiraz eden Abdülkadir es-Sufi'nin 1978'de Düşünce dergisine verdiği röportaj bu açıdan ayrıca ele alınmayı hak etmektedir. Söyleşinin hem müellif hem de İslamcılar açısından sonraki gelişmeleri açımlamaya, açıklamaya, yorumlamaya katkı sağlayabileceği rahatlıkla söylenebilir. Bu anlamda öncelikle derginin es-Sufi'nin mevcut dünya şartlarına nasıl baktığını, İslam'ı nasıl anladığını kavramak bakımından değerli bilgiler içeren röportajını "düzeltme yapılmadan" ve Şazeli tarikatının anlayışının kendilerinin düşünce yapısıyla bir ilgisini bulunmadığın belirterek yayımlaması dikkat çekicidir. Gariplerin Kitabı'ndaki gerçek bilgiyi elinde tuttuğu düşünülen kesimi oluşturan bilim adamlarına dönük yergiyi akla getiren "İslam'da bilim yoktur!" mottosunun yanında yazarın, liderlikle ilgili anarşik görüşlerinin de yankılandığı uzun bir söyleşidir bu.

Röportajın Avrupa, Afrika, Suudi Arabistan, Rabıta teşkilatı, Şazeli tarikatı, toplum gibi üzerinde durulmayı hak eden başka yanları da bulunmakla birlikte İslam devleti kavramı çerçevesinde dile getirdiği görüşler dönemin İslamcılığının yaygın düşüncelerinden farklılık arz etmektedir. Bu doğrultuda bir İslam tarihi yorumu da yapan es-Sufi, modern devletin Hz. Peygamber (s.) devrindeki gibi olmadığını belirtir. Devleti totaliter bir güç şeklinde tasvir eden es-Sufi'ye göre devletin anlamını kavramaksızın "İslam devleti" tabirini kullanmak doğru değildir. Hz. Osman'dan sonra hilafetin cahiliye devrinin dikta yapısına dönüştüğünü iddia eder, o zamandan beri temelde cahiliye yönetiminin hüküm sürdüğünü, Hz. Ali'nin vefatının İslam toplumlarında din ve devletin ayrılmasında büyük pay sahibi olduğunu öne sürer. Onun nazarında İslami olan devlet değil, halifesi bulunan topluluktur. Es-Sufi'nin bu konudaki perspektifini şu satırlar daha net bir şekilde gösterir: "Her şeyden önce biz bütün ümmet olarak uyanık olup bilmeliyiz ki, bugünkü anlamdaki devlet ve hükümet İslâm'a aykırıdır. Pasaportlar İslam'a aykırıdır, belgeler İslam'a aykırıdır. (...) Belgeler taklit edilebilir. Fakat kişi taklit edilemez. Biz devlete son vermeliyiz. Bürokrasiye son. Bu, şeytandandır." Hiç şüphesiz çok daha kapsamlı şekli Cihad kitabında görülebilecek modernlik hatta kurumsallık karşıtı bu görüşlerin sadece metin merkezli değil dönemin toplumsal ve siyasal gelişmeleri dikkate alınarak analiz edilmesi meselenin anlaşılmasında önemli açılımlar sağlayacaktır. Nitekim es-Sufi yıllar sonra bu kitabı hakkında "İslam'ın 'politizasyonu' gerekli bir aşamaydı. Şimdi bu sona ermiştir. Cihad adlı çalışmamız bu mücadelenin bir parçasıydı. Ama şimdi görevlerimizin yeni ve daha esinleyici bir aşamasına gelmiş bulunuyoruz. Bu, yeni bir insanın yaratılması için çalışma aşamasıdır." şeklinde bir değerlendirme yapacaktır. Ayrıca onu önemseyen İslamcıların geçmişteki yaklaşımlarının önemli ölçüde farklılaştığının göstergelerinden biri cihat odaklı eserine değil mütemadiyen Gariplerin Kitabı'na atıf yapmalarıdır. Zaten yitik ufuk vazgeçilmiş tasarıları, artık sönüp gitmiş umutları akla getirmez mi?

'Cihad', 12 Eylül ve sonrası

Abdülkadir es-Sufi'nin İsmet Özel tarafından çevrilen Cihad: Bir Temeltasarım kitabı gördüğü ilgi bakımından çoğu çalışmayı gölgede bırakır. Siyasal boyutun önde olduğu eser, İslam'ın "görünüşte İslam olan yerlerde çökmekte olduğu" iddiasından hareketle, "bu erozyonla hesaplaşma ve zamanın yarasına sürülecek merhemlerden hiç değilse biri" olmayı hedeflemektedir. Siyasi eleştiriler içeren Cihad kitabı yayımlandığı ilk iki ayda on beş bin adet basılmakla kalmaz, yayıncısının ve çevirmeni İsmet Özel'in askerî mahkemede yargılanmasına varan bir süreci başlatır. Bunun sebebi ise özetle şöyledir: 12 Eylül Darbesi'nin hemen öncesinde Milli Selamet Partisinin Konya'da düzenlediği mitingde İstiklal Marşı okunurken bir grup ayağa kalkmaz. İngiltere'de yayınlanan The Guardian gazetesinde çıkan bir haberde Abdülkadir es-Sufi adlı bir İngiliz yazarın darbeye sebebiyet verdiği yazılır. Habere göre Konya Mitingi'nde ayağa kalkmayanlar ulus devletin sembollerine itirazı da içeren Cihad kitabından etkilenmişlerdi.

Türkiye'de Abdülkadir es- Sufi okurları için en çok tanınan mütercim hiç kuşkusuz İsmet Özel'dir. Onun es- Sufi'nin eserlerini tercüme sürecinin nasıl başladığı, bu süreçte yaşadıkları ve düşünür hakkındaki iddialarını tümüyle belirgin kılma çabası müşküllere yol açacak niteliktedir. Tarihsel ve teorik İslamcılıkların çeşitliliğiyle zamanla kişilerdeki değişmeden ayrı görülemeyecek bu iddialarla alakalı sonu gelmez tartışmalara girmek yerine dönemin aktörlerinin anılarının veya bu mevzuya hasredilen metinlerinin yayımlanmasını beklemek daha doğru olacaktır.

Abdülkadir Es- Sufi'nin pek gündeme gelmeyen mütercimlerinden Ersin Balcı 1990'lı yıllarda yazarla hem söyleşi yapmış hem de onun entelektüel serencamını belli boyutlarıyla anlatan bir portre yazısı kaleme almıştır. Balcı'nın 1992 yılında İzlenim dergisinde yayımlanan "Abdülkadir es-Sufi: Bir Arayışın Öyküsü" başlıklı yazısı ise müellifin hayatı ve düşünceleri hakkında kapsamlı bilgiler sunar. Bundan bir yıl önce Abdülkadir es-Sufi'nin Muhammedî Yol kitabının çevirisini tamamlayan Balcı, müellifin İngiliz müritlerinden Richard Abdurrezzak Goodall tarafından İspanya'nın Granada şehrine davet edilir. Burada es-Sufi ile birkaç kez görüşen Balcı, hem çevirdiği Muhammedî Yol kitabında anlamakta zorluk çektiği pasajları yazara sorar hem de onunla Türkiye ve İslam dünyası üzerine sohbet etme fırsatı yakalar. İslâm dergisinin 1991'de yayımlanan 100'üncü sayısında yayımlanan röportaj da bu görüşmelerden birinde yapılmıştır. Düşünürün hayatına ve düşüncelerine odaklanan konuşmanın girişinde şu not yer alır: "Abdülkadir es-Sufi'nin fikirlerinin bir kısmına katılmasak bile, düşünce dokusunun daha iyi tanınmasına yardımcı olacağı kanaatiyle aynen yayınlıyoruz. İlgiyle okuyacağınızı umarız." Muhtemelen böylesi bir açıklama daha ziyade müellifin Türkiye, Türk gerçekliği, iktidar, devletin ortadan kaldırılması, İslami bankacılık gibi konularda söylediklerinden dolayı yapılmıştır.

Abdülkadir es-Sufi, bahsi geçen röportajında hayatının değişik dönemlerindeki yönelimlerine dair açıklamalarda bulunurken Cihad: Bir Temeltasarım kitabındakini bütünleyecek şekilde selefilik, İbn Teymiye, Vehhabilik ve bununla bağlantılı olarak Suudi Arabistan'ın resmî din politikasının yön verdiği gelişmelerle ulus devletlerden kaynaklanan problemleri eleştiriye tabi tutar. İnsanları tasavvuf temelli bir İslam'a çağıran es-Sufi, kendisine yöneltilen sorular vesilesiyle şeriat, hadis, Kur'an, İslam tarihi, İmam Malik, Muvatta, Emeviler, Abbasiler, Fas tecrübesi, İslam devleti talep edenlerin zorbalığı, ruhsal aydınlanma peşindekilerin açmazları, Türkiye'deki bitkin doğulu kabilecilik, Arap dünyasındaki keşmekeş, Yeni Dünya Düzeni, petrol, bankacılık hegemonyası, Körfez krizi gibi pek çok konuya temas eder... Tarikatı şeriattan ibaret kalacak şekilde daralttığını iddia eden es- Sufi, bunu yapıncaya kadar kendisiyle beraber olan kişilerin kendisini terk edip, başka bir şeyh bulmaya gittiklerini söyler. Müslümanların şeriat ve tarikat arasında ayrım yapmalarının yanlışlığını belirten Abdülkadir es- Sufi, zahir ve batını birleştirmekten söz eder. İslam'ın dinamiğinin Müslümanların davranışları olduğunu hatırlatan es-Sufi, İslam'ı canlandırıp yenilemek için işe insanların eylemlerinden başlanması gerektiği kanaatindedir. Ne var ki bu öyle sanıldığı kadar kolay olmadığından bu doğrultudaki tasarılar kalpler uyandırılmadığı sürece akamete uğramaya mahkûmdur. Onun arayışlarında belirgin bir yer tutan cemaat konusunda söyledikleri de üzerinde durulmayı hak ediyor: "Şimdi görüyor olduğumuz şey, İslam'ın canlanmasının bir cemaat içinde uyanıklaşmış olan bireyden geleceğidir. ...[Y]aklaşımımız, Medine'deki yapılanmanın dışında hiçbir şeye izin vermez. Zikrullah için bir araya toplanılması, toplumsal bir olayla çok yakın benzerlik taşır, ama cemaat vazgeçilmez bir olaydır ve cemaatin güç sahibi olması gerekir. Ama bugün güç, yalnızca İmam'dan değil ama cemaatten de alınmış durumdadır."

Gelmekte olan insan için

Abdülkadir es-Sufi, aktüel gelişmelere dair görüşlerini açıklarken, İslam düşünürleri üzerine kafa yormayı da elden bırakmadı. Onun başka eserlerinde olduğu gibi bahsettiğimiz röportajında da çağdaş İslam düşünürleri hakkında genel hatları itibarıyla eleştirel bir tutum takındığı konusunda hemen herkes hemfikir olsa gerek. Cemaatleşmeyi yaşadığı dönemin sorunlarıyla bağlantılı, onlarla yakından ilişkili gören es-Sufi, çağdaş İslam düşünürlerinde problemli gördüğü noktaları dile getirmekten çekinmez. Şurası açıktır ki onun entelektüel ve siyasi serüveninin ayrılmaz bir parçasını Cemalettin Afgani, Muhammed Abduh ve Reşid Rıza özelindeki eleştiriler meydana getirir. "İslam modernisti" diye yaftaladığı bu isimleri Düşünce dergisindeki röportajında da yermiş ve onların görüşlerinin bırakılması gerektiğini ileri sürmüştü. İslami bankacılık meselesine Ömer Vadillo'dan hareketle karşı çıkan es-Sufi, Abduh'un bankacılığın İslam'a girişi için icazet verdiğini iddia eder. İlginçtir kendisine yöneltilen "ajanlık" ithamını hatırlatırcasına Abduh'u "İngiliz ajanı" olmakla suçlar. İhvanı Müslimin hareketini mümkün kılan düşünür vasfıyla andığı Reşid Rıza'nın da faizi meşrulaştırdığını söyler. Ardından da şunları ekler: "İhtiyaç duyduğumuz şey, devlet otoritesinden tümüyle bağımsız, güçlü bir cemaatin canlandırılmasıdır. Ve devlet nerede ortaya çıkarsa çıksın Sezar'dır ve elçi nerede olunursa olunsun Allah'ın emirlerini yerine getirmeye çağırmıştır." Ne var ki aradan geçen yirmi yılı biraz geçen sürenin mesafesiyle okunduğunda, es-Sufi'nin çıkarımları bazı açılardan hatalı gibi görünür. Afgani'ye ilişkin değerlendirmesi yanıltıcıdır. Abduh'u ve Reşid Rıza'yı ele alışı ise tek yanlı olmanın ötesindeki Türkiye İslamcılığındaki genel bakış açısıyla örtüşür niteliktedir.

Abdülkadir es-Sufi ile yapılan röportajın en yararlı yanı, özellikle düşünce ödevi ibresi bağlamında Batılı filozoflara yöneldiğinde ortaya çıkar. Bu açıdan sunduğu en önemli imkân okurları yazar hakkındaki klişeleri yineleme kolaycılığından kurtarmasıdır. Gayet iyi bilindiği üzere, es-Sufi, Diyalektiğin Sonu: Gelmekte Olan İnsan İçin (1995) kitabında Nietzsche ve Heidegger'den sitayişle bahseder. Ersin Balcı, es-Sufi'nin Heidegger'in Varlık hakkında dile getirdiklerinin İslam'daki tevhidin bir tasviri olduğunu belirtmesinden hareketle kendisine din-felsefe ilişkisi özellikle de felsefeciler hakkında ne düşündüğünü sorar. Meseleyi Yahudilik, Hristiyanlık, İslam ve İbn Rüşd'ten başlayarak kendince ortaya koyan es-Sufi, "Benim Nietzsche ve Heidegger üzerinde duruşumun nedeni, bir anlamda, İslam'ın gelmekte olan bir sonraki şey olduğunu göstermektir. İslam henüz gelmedi. Elimizde olan şey İslam değildir. Şimdi sahip olduğumuz şey bitkin bir Hinduizm sonrasıdır. (...) Devletin ortadan kaldırılması Müslümanların öncelikli olarak sorumlu oldukları bir şeydir. Çünkü devlet, dünya halklarından borç toplayabilmek için egemenlik kurmuş bir polis gücüdür." diyerek görüşlerini açıklar. Es- Sufi'nin güncel ve düşündürücü mülakatındaki yaklaşımları, 1980'lerdeki İslamcılığın kimi yorumlarında karşılaşılan gerçeklerden bir kısmını yankılıyor gibidir. Toplumsal yaşamın İslamileştirilmesini ancak sufilerin gerçekleştirebileceğini vurgulayan es- Sufi, yeni dünya düzeni karşısında yapılması gerekenin Kur'an'a dönmek olduğunu belirtir. Ona göre İslam yeniden tanımlanamaz, İbn Kesir, Kurtubi gibi tefsirlerin Tevbe Suresi bölümünün okunmasının nelerin yanlış gittiğini anlamayı mümkün kılacağını savunur. Böylece, çok çeşitli meseleler hakkındaki yorumlarını açıklayan es-Sufi'nin karmaşık dünya görüşü muhtelif unsurları bir araya getirir ve nihayetinde manifesto tarzında yeni bir dil kurar.

Bir kısmı Türkçeye de çevrilen hayli zengin ve kapsamlı külliyatı, çağımıza dair ortaya attığı bazı kritik düşüncelerle dolu olan Abdülkadir es-Sufi, dünyadaki meri düzenin daha iyi kavranmasını sağlayacağı kanaatiyle daha ziyade bankacılık üzerinde durur. Mesela Banka Darbe Tekniği adıyla 2018'de yayımlanan eserinde dünya bankacılık sisteminin radikal eleştirisini yapmaya çalışır.

Abdülkadir es-Sufi hakkındaki yorumları zenginleştirip derinleştirerek tarihe kayıt düşmeye devam eden Ersin Balcı'nın Yörünge dergisindeki yazısında da işaret ettiği üzere arayışını ömrü hayatı boyunca sürdüren müellifin kimliği ve düşünceleri üzerine konuşabilmek pek kolay olmasa da entelektüel serüveninin her farklı evresinde, hakikati arayışındaki sahiciliği fark etmemek imkânsız. Herhâlde zor ve netameli konulara el atmayı da içeren onun eserlerinin dilimize tercüme süreci alttan alta Türkiye'deki düşünce hayatının gelgitleri dikkate alınarak, İslamcılığın gerek devletin ve gerekse de diğer oluşumların gösterdiği genel özelliklerden soyutlanmadan değerlendirilmeye çalışıldığında daha iyi kavranabilir.

[email protected]