ABD’nin belli başlı büyük endüstrilerinin yıllık yaklaşık olarak 3 milyar doların üzerinde parayı Washington’a aktardığı bilinmektedir. Bu paranın 2 milyar doları meclise ayrılır, diğer kısmı ise senatörlere dağıtılır. Bu endüstriler, kendileri için çalışan yüzlerce lobi şirketini Washington ile aralarında bir aracı olarak kullanmaktadır.
Dr. Murat Güzel / Bethlehem, Pennsylvania
Amerikalı siyasetçilerden Mike Huckabee der ki “Washington DC striptiz kulübüne benzer, sahnede dans edenler için birilerinin para takıyor olması gerekir.” Bu benzetmeye tamamen katılmıyor olsam da kesin olan şudur ki ABD’de siyaset yapmak pahalı bir oyundur ve böyle bir yerde sahnede kalabilmek için büyük ölçüde lobilerin ve çıkar gruplarının desteğine ihtiyaç duyuluyor.
ABD’nin belli başlı büyük endüstrilerinin yıllık yaklaşık olarak 3 milyar doların üzerinde parayı Washington’a aktardığı bilinmektedir. Bu paranın yaklaşık olarak 2 milyar doları meclise ayrılır, diğer kısmı ise senatörlere dağıtılmaktadır. Bu endüstriler, kendileri için çalışan yüzlerce lobi şirketini Washington ile aralarında bir aracı olarak kullanmaktadır.
Washington, 1950’lerden beri yoğun bir şekilde çıkar grupları ve lobilerin kıskacı arasında kalmıştır. ABD’de siyasilerin kampanyalarına yapılan bağışlar her zaman tartışılmıştır ve siyasiler halkı bu konuda ikna etmekte zorlanmaktadır. Demokrasi ve özgürlükler ülkesi ABD, bir anlamda büyük şirketlerin ve çıkar gruplarının insafı ile yönetilmektedir. Ülkede eğitim, sigorta, sağlık vb. hizmetlerin fiyatlarını da devleti ikna etmek suretiyle kendileri belirlerler.
“Lobiler neden bu kadar parayı Washington’a akıtırlar? Karşılığında ne beklerler?” Bir önceki yazımızda da tartıştığımız gibi, basit bir ABD seçim tarihi bilgisi siyasal söylemin üstünlüğünden ziyade, toplanan paranın üstünlüğünün Beyaz Saray’ın kapısını daha rahat açabildiğini göstermektedir. Bunun da örneklerini son yarım asırdaki bütün seçim sonuçlarından görebiliriz.
Haim Saban’dan başlayalım
Beyaz Saray ve bağışlar arasındaki yakın ilişkiyi ele alan ilk yazımızdan sonra, bu yazımızda lobiler, şirketler, çıkar gruplarının neden siyasete bu kadar para akıttıklarının ve karşılığında ne beklediklerinin sorularına cevap bulmaya çalışacağız.
Bu tartışmalara Haim Saban’ı inceleyerek cevap vermeye başlayabiliriz. Lakin kendisi tam da hayatını bunun üzerine adamış bir medya patronudur.
En büyük kaygısının İsrail’in güvenliği olduğunu söyleyen Haim, ABD siyasetinde bu konularda aracılık yapar. Gayesinin ABD-İsrail ilişkilerini güçlü tutarak İsrail’in güvenliğini sağlamak olduğunu bir konferansında açıkça söylemiştir. Haim, siyaseti kontrol etmenin yolunun üç aygıttan geçtiğini savunur: Siyasi partilere ve adaylara bağış yapmak, düşünce kuruluşları kurmak ve medyada söz sahibi olmak.
Haim, 2002 yılında, Demokratların Ulusal Komitesine tek seferde 10 milyon dolar bağış yaparak bu konuda bir rekora imza atmıştı. Aynı yıl içerisinde Haim, ABD’nin en önemli düşünce kuruluşları arasında gösterilen Brookings Enstitü’nün Orta Doğu Araştırmaları Merkezi’ni kurdu ve çeşitli televizyon kuruluşları ve gazetelerin sahibi oldu. Ayrıca, Beyaz Saray’la ilişkisi “yatılı misafir” olacak kadar iyidir.
Haim aslında lobicilik gruplarında ideolojik diyebileceğimiz bir dinamikle karşımıza çıkar, bunun diğer önemli örneklerinden birisi de Evanjeliklerdir. Onlar da siyasete milyonlarca dolar harcayarak Washington’un desteğini arkalarına almaya çalışırlar.
Elbette ki bütün lobilerin amacı ideolojik bir merkeze dayanmıyor. Nitekim ülkedeki en önemli lobilerden ikisi ilaç ve silah lobisidir.
İlaç endüstrisi
Geçtiğimiz yıllarda İngiltere’de yapılan bir araştırmaya göre, Amerikalılar, kanser tedavisi için diğer ülke vatandaşlarına göre yaklaşık 600 kat daha fazla para harcamaktadır.
ABD’de yüksek ilaç ve muayene fiyatlarına gerekçe olarak, araştırma ve gelecekte karşılaşabileceğimiz hastalıklara şimdiden çözüm arayışları gösterilmektedir. Fakat şu bir gerçektir ki ilaç firmaları fiyatlarını yüksek tutabilmek için devletin desteğini almak zorundadır. Nitekim, ilaç endüstrisi, 2012 yılında yapılan federal seçimler için 51 milyon dolar para aktarmıştı. Bu yıl yapılacak başkanlık seçimleri için ise şimdiden 20 milyon dolar civarında para harcadılar ve seçime yaklaştığımızda bu rakam muhakkak ki çok daha yüksek bir seviyeye ulaşacaktır.
Amerika’nın en güçlü lobilerinden bir diğeri olan “Ulusal Tüfek Birliği” ise adeta Başkan Barack Obama’ya savaş açmış durumdadır. Yaklaşık olarak 4 milyonun üzerinde üyesi olan lobi, özellikle Cumhuriyetçi kanadı adeta paraya boğarak, ülkede anayasa ile hak olarak belirtilmiş olan silah alımının zorlaştırılması ya da silah alımında sabıka kaydı gibi zorlaştırıcı şartları engellemeye çalışmaktadır. 1972 yılında kurulan lobi, geçtiğimiz günlerde silah alımını zorlaştıracak kanun tasarısının kabul edilmemesi için sadece oylamanın yapılacağı gün 500 bin dolar harcadığı bilinmektedir.
Washington’un en önemli musluklarından birisi olan silah lobisi, sadece 2013-2014 yılları arasında milyonlarca dolar para harcayarak senatörlerin Barack Obama’ya karşı durmasını sağladı. Bağışlarını ülkede özellikle Cumhuriyetçiler içerisinde “Şahinler” olarak bilinen gruba yapmaktadır. Başkanlığa ilk geldiği günlerden beri silah lobisine adeta savaş açan Obama, görevde kaldığı sekiz sene boyunca deyim yerindeyse arpa boyu kadar yol alamamıştır.
Yabancı ülke desteği
Washington’a giren para sadece ülke içerisindeki gruplarla sınırlı kalmamaktadır. Yasalara göre tamamen illegal olmasına rağmen, özellikle yabancı ülkeler, Washington yönetimiyle iyi ilişki kurmak amacıyla güçlü adayları desteklemek suretiyle diplomatik ve ticari ilişkilerini sağlama almaya çalışmakta. Bu bağlamda Washington’a dolaylı olarak giren yabancı ülke parasının yıllık ortalama 300 milyon dolar civarında olduğu düşünülmektedir.
Bunlara ek olarak ülkede çocuklara ve gençlere yönelik aktiviteler yapan “izci kulüpleri” de siyasilerin desteğini alabilmek için yüksek miktarlarda bağış yapmaktadır. Sosyal etkinliklerinin yanı sıra aynı zamanda siyasal tartışmalara ilişkin pozisyonlarda alabiliyorlar. Örneğin, ülkedeki en büyük tartışma konularından biri olan “kürtaj” meselesinde kız izci grupları aldıkları pozisyonla Muhafazakar Cumhuriyetçileri bir hayli sinirlendirmişlerdir. Kürtajın sigorta şirketleri tarafından karşılanabilmesi için Washington’a yüklü miktarda para akıtılmıştı, buna karşılık Cumhuriyetçi adaylarda “izci kızlar o kadarda masum değil” söylemiyle karşılık vermişti.
Yukarıda tartıştığımız konulara ek olarak, avukat, enerji, tarım, inşaat, işçi lobisi gibi çok sayıda örneği tartışmak mümkündür.
ABD demokrasisinde bir yara
Peki bu bizim içinde bir imkan olabilir mi? Şunu kabul etmek gerekir ki verdiğimiz örneklerle rekabet etmek ne ekonomik olarak, ne de konjektürel olarak mümkün değildir. Fakat şunu unutmamak gerekir ki aynı seviyede olmasa dahi, çok sayıda lobi ve şirket, Washington üzerinde etkili olabilmek adına yıllık gelirleri arasından çok ciddi bir parayı siyasetçilere akıtmakta ve bu suretle siyasilerin verdikleri kararlar üzerinde etkin olmaya çalışmaktadır.
Bağış sistemi her ne kadar ABD demokrasisinde bir yara olarak görülse dahi, bu sistem kısa sürede değişeceğe benzemiyor. Demokratlar arasından birçok kişi, yapılan bağış miktarını düşük seviyede tutmak suretiyle şirket ve lobilerin siyasete astronomik rakamlar sunmasına karşı çıkmaktadır, bunun da en son örneği, Clinton’a karşı yarışan Bernie Sanders’ın bağışlara sınır koyulması gerektiği yönündeki sözleri.
Sınır getirilmeli
Ben de siyasetten parayı çekmenin Amerika’da mümkün olmadığı, fakat en azından buna bir sınır getirmek suretiyle daha adaletli bir sistemin oluşturulabileceği kanaatindeyim. Ayrıca şunu da belirtmeliyim ki iktidar ve bağış arasındaki ilişki aslında siyaset üzerinde etkili olmak isteyenler için bir imkana dönüşebilir.
Şunu göz önünde bulundurmalıyız ki bağış sitemi ciddi sıkıntılara yol açmakla birlikte, her aday, kampanyasını topladığı bağışlarla gerçekleştirdiği için seçildiğinde hesap vereceği kişi, parti başkanı ya da ABD Başkanı değil, bağış veren organizasyonlar oluyor. Bu da yürütme ve yasama arasındaki güçler dengesini koruyor. Aslında Amerika’da başkanlık, karar sürecini hızlandırmaktan ziyade, meclis ve başkan arasındaki pazarlık gücünü daha da zorlaştırabiliyor. Bu da desteğini halktan ve kendi topladığı bağışlardan alan bir meclisin, başkana karşı daha da güçlü olabileceği anlamına geliyor.
Türkiye’de bir garabete dönüşen başkanlık eleştirileri, sanki başkanlık sisteminde ‘güç tek merkezde toplanıyor’ şeklinde saptırılarak, başkanlığın ne olduğunu tartışmaktan ziyade başkanlık sistemi, anlam bozumuna uğratılmaktır. Neticede halk desteği olmayan bir siyasal söylemin başkanlık sisteminden korkması kadar doğal bir sonuç olamaz.
ABD, İslam da dahil olmak üzere birçok farklı medeniyetlerin değerleri üzerine kurulmuştur. Bu sebeple, Türk kökenli Amerikalılar da dahil, bütün ABD vatandaşları, bu değerlere sahip çıkmalı ve bu doğrular için üzerine sesini yükseltmelidir. Nitekim şimdi sessiz kalanlar için, ileride el uzatacak kimse olmayabilir.
Amerika’ya körü körüne karşı çıkmaktan ziyade, karşı çıkılan konularda daha doğrusunu ortaya koyup savunmak daha işlevsel olacaktır.
Şunu unutmamak gerekir ki ABD’nin dış politikasının sadece kendi bölgesinde değil, bütün dünyada etkili olduğunu göz önünde bulundurduğumuzda, Washington üzerindeki güç, varlığı çok tartışılan ve etkisi miktarından büyük olan bağışların, sadece dans edenlere para takmanın ötesinde, sizin de hak adalet ve insanlık adına derdini çektiğiniz bir konuya hizmet edebilir.