Zev Chafets'ın belirttiği gibi “Netanyahu Trump'ı özler lakin Biden ile de yaşayabilir.” Bu bakımdan ABD'deki başkanlık seçimleri İsrail soykırımını durdurma etkisi yaratmaktan çok soykırımın hangi düzeyde/yoğunlukta devam edeceğini belirleyecektir. Zira ABD seçimleri ABD'deki “İsrail istisnacılığı”nın gölgesi altında ve güdümündedir.
Prof. Dr. Metin Aksoy/ Selçuk Üniversitesi Rektörü
7 Ekim'den bu yana süren ve artık soykırım boyutuna ulaşmış olan İsrail'in Gazze'ye yönelik saldırısı, II. Dünya Savaşı sonrasında tesis edilen Birleşmiş Milletler (BM) sisteminin işlevsizliğini ve riyakarlığını ortaya koymuştur. Türkiye ve birkaç devlet dışında İslam dünyasının da İsrail'e yönelik -bu devleti giriştiği soykırımdan alıkoyacak- caydırıcı ve yeknesak bir tutumu al(a)maması Gazze'de yaşanan insani dramın yoğunlaşmasına sebebiyet vermiştir. Son dönemde yaşanan iki gelişme ise İsrail'in Gazze'de yürüttüğü soykırımın sona ereceği beklentisini yaratmıştır: ABD seçimleri ve İsrail'de Netenyahu karşıtı gösteriler. Ancak bu beklentiye iki noktadan itiraz ediyorum. İlk olarak bu beklenti Gazze soykırımına karşı bu soykırımı durduracak aksiyon al(a)mayan uluslararası aktörlerin sorumluluktan kurtulmaları noktasında bir bahane olarak kullanılmaktadır. Bir başka anlatımla bu beklenti, uluslararası sistemde ABD ve İsrail'e sahip olduklarından fazla politik güç atfetme anlamına geldiği gibi soykırıma karşı hareketsiz kalan uluslararası aktörlerin kendi sorumluluklarından kaçışının bir argümanı olarak da kullanılmaktadır. Buna göre ABD ve İsrail'deki politik atmosfer değişmeden genelde dünya siyaseti özelde ise İsrail'in soykırımcı tutumu değişmeyecektir ve dolayısıyla Filistin halkı lehine hangi adım atılırsa atılsın bunun sonuç doğurması mümkün olmayacağı için bu soykırıma karşı hareketsiz kalmak kaçınılamayacak bir durumdur.
Bahse konu beklentiye yönelik ikinci itirazım ise bu beklentinin hem ABD'de hem de İsrail'de hâkim olan "İsrail istisnacılığı"nı görmezden geldiğidir. Bilindiği üzere Uluslararası İlişkiler literatüründe ABD'nin konumunu betimlemek için kullanılan yaygın kavram "Amerikan istisnacılığı"dır. Buna göre Amerikan Devrimi gibi tarihi gelişmeler sebebiyle diğer devletlerden farklı bir devlet olan ve diğer uluslara göre daha üstün konumda bulunan ABD'nin dünyayı dönüştürmek için benzersiz bir misyonu mevcuttur. Amerikan dış politikasında bu misyonu en iyi ifade eden motto ise manifest destiny yani kaçınılmaz yazgıdır. ABD bu motto ile çerçevesi belirlenmiş istisnacılığı üzerinden emperyalist ve yayılmacı politikaları için hem Amerikan toplumu hem de uluslararası toplum nezdinde "meşru" bir çerçeve de oluşturmaktadır. Özetle ABD'nin sahip olduğu politik güç bu devlete bütün dünya coğrafyasına müdahil olmak/müdahale etmek gibi bir "sorumluluk" yüklemektedir.
İsrail'in her politik davranışının uluslararası hukuktan ve adaletten sorumsuz kabul edilmesini sağlayan benzer bir kavramsallaştırmayı; Amerikan dış politikası, Amerikan kamuoyu, İsrail dış politikası, İsrail kamuoyu özelinde de yaparak bir "İsrail istisnacılığı"ndan bahsetmek mümkündür. Bu kavramsallaştırmanın temelinde Yahudilerin tarih boyunca karşı karşıya kaldığı insanlık dışı muamele üzerinden Siyonist İsrail'in soykırıma varan saldırganlığının dahi meşrulaştırılması ve sorgulanamaz derecede kutsanmış İsrail'in güvenliğinin ne pahasına olursa olsun sağlanması/korunması yer almaktadır. Dolayısıyla analizimin sonunda söyleyeceğimi en başından söylemek gerekirse; Amerikan dış politikasında, Amerikan kamuoyunda, İsrail dış politikasında ve İsrail kamuoyunda hâkim bir "İsrail istisnacılığı" mevcut iken ABD seçimlerinden ve İsrail'deki Netenyahu karşıtı gösterilerden Gazze lehine bir şey beklemek abesle iştigaldir.
"İsrail İstisnacılığı"nın gölgesinde/güdümünde ABD seçimleri
İsrail'in Gazze'de soykırıma varan saldırıları ABD kamuoyuna hâkim olan İsrail yanlılığını az da olsa aşındırırken, Filistin halkına yönelik sempatiyi arttırmıştır. ABD'deki üniversite öğrencilerinin İsrail'e yönelik protestoları bu durumun somut örneğidir. Dolayısıyla başa baş geçeceği tahmin edilen ABD başkanlık seçiminde adaylar, bir taraftan Yahudi lobisinin desteğini almak diğer taraftan ise demokratların, gençlerin ve Müslümanların oylarına talip olmak gibi bir ikilem içesindedir. Bilindiği üzere 2024 seçimleri için yeniden aday olan mevcut Başkan Joe Biden, 7 Ekim'de başlayan İsrail soykırımına kayıtsız ve şartsız destek vermiştir. Nitekim uluslararası sistemin temel ilkeleri/normları İsrail için görmezden gelinmiş ve İsrail'e ABD tarafından verilen silahlarda herhangi bir kısıtlamaya gidilmemiştir. Bu noktada Biden yönetimi, İsrail lehine Gazze'de kısa sürede alınacak mutlak bir zaferi varsaydığı için İsrail'in günbegün artan mezalimine göz yummuştur. Ancak bu varsayımın realize olmaması Biden yönetiminin iç siyasette sıkışmasına neden olmuştur. Öyle ki Demokrat Parti içerisinde bile İsrail'in soykırımına verilen şartsız destek, üniversite öğrencilerinin protestolarının şiddet kullanılarak bastırılması ve Filistin'e verilen desteğin anti-semitizmle eş değer görülerek ifade özgürlüğünün kısıtlanması Biden'a verilen desteği azaltacak niteliktedir.
Dolayısıyla Netanyahu yönetimi, Gazze'deki soykırımı iktidardaki gücünü tahkim etmek için araçsallaştırırken, Biden yönetimi bu soykırımın seçim sonuçlarına demokratlar aleyhine etki edeceğinden kaygı duymaktadır. Yakın zamanda ABD'de yapılan anketler de genç nüfus başta olmak üzere demokrat seçmenin Biden yönetiminin İsrail yanlısı politikasından memnun olmadığını göstermektedir. Bu çerçevede Biden yönetiminin İsrail üzerindeki baskıyı arttıracağı ve İsrail'in Gazze'deki soykırımı devam ettirmeye yönelik tutumunu sınırlandırmaya çalışacağı düşünülmektedir. Ancak gözden kaçırılan husus, bu ihtimalin gerçekleşmesi durumunda Yahudi lobisinin Cumhuriyetçi Donald Trump lehine ağırlığını koyacağıdır. Dolayısıyla Biden yönetiminin İsrail karşıtı görünmeden İsrail soykırımının yoğunluğunu azaltmaya çabalayacağı daha gerçekçi bir ihtimaldir. ABD'nin BM Güvenlik Konseyi'ne sunduğu ve "rehine ile mahkûm takası ile kısa süreli ateşkes uygulanması", "kalıcı olarak düşmanlıkların sona erdirilmesi ve İsrail güçlerinin Gazze'den çekilmesi" ve "Gazze'nin yeniden inşası" şeklindeki üç aşamalı ateşkes teklifi bu ihtimali somutlamaktadır. Trump'ın başkanlık seçimini kazanması durumunda ise İsrail'e yönelik ABD desteği önemli ölçüde artacaktır. Nitekim Trump Time dergisine verdiği röportajda İsrail'e en büyük desteği veren ABD Başkanı olduğunu ve seçilmesi halinde bu desteğini sürdüreceğini belirtmiştir.
Dolayısıyla ABD seçimlerini kimin kazanacağı üzerinden İsrail'in Gazze soykırımının sona ereceğini beklemek aşırı bir politik iyimserliktir. Zev Chafets'ın da bir köşe yazısında belirttiği gibi "Netanyahu Trump'ı özler lakin Biden ile de yaşayabilir." Bu bakımdan ABD'deki başkanlık seçimleri İsrail soykırımını durdurma etkisi yaratmaktan çok soykırımın hangi düzeyde/yoğunlukta devam edeceğini belirleyecektir. Zira ABD seçimleri ABD'deki "İsrail istisnacılığı"nın gölgesi altında ve güdümündedir.
Netenyahu karşıtı gösteriler
7 Ekim öncesinde Netanyahu hükümetinin yargı reformu girişimi İsrail'deki kutuplaşmayı arttırmış ancak bu tarihten sonra toplumsal kutuplaşma bir kenara bırakılırken, Netanyahu ulusal konsolidasyonu yeniden sağlamıştır. Ancak bu ulusal konsolidasyon yaklaşık altı ay sürmüş ve İsrail kamuoyundaki Netanyahu karşıtlığı yeniden görünür hale gelmiştir. 7 Ekim sonrasında Netanyahu ve Savaş Kabinesi'nin Yahudi esirlerin/rehinelerin kurtarılması konusundaki başarısızlığı Netenyahu karşıtlığını daha da arttırmıştır. Esirlerin/rehinelerin kurtarılmasına öncelik verme, mevcut hükümetin istifası ve erken seçim hükümet karşıtı protestolarda vurgulanan temel taleplerdir. Ancak söz konusu protestolar henüz Hamas ile esir takası veya ateşkes anlaşması yapma konularında hükümeti baskılayacak bir boyuta ulaş(a)mamıştır. Savaş Kabinesi üyesi olan Benny Gantz ve Gadi Eisenkot'un istifası, İsrail iç siyasetindeki ayrışmayı daha da gün yüzüne çıkarmıştır. Ulusal Birlik Partisi lideri olan Gantz, Gazze'de İsrail'in gerçek bir zafer kazanmasının önündeki engelin Netanyahu olduğunu ifade ederek, mümkün olan en kısa sürede erken seçim yapılması çağrısında bulunmuştur. Gantz ayrıca ABD Başkanı Biden'ın esir takası teklifinin kabul edilmesi gerektiğini açıklayarak, Netanyahu üzerindeki baskıyı arttırmaya çalışmıştır.
Eisenkot ise Netanyahu'nun İsrail'in çıkarlarını gözetmediğini ileri sürmüş ve yaşanan istifalar neticesinde Netanyahu olağanüstü hâl hükümeti olarak kurulan Savaş Kabinesi'ni feshetmiştir. İsrail'de yaşanan siyasi istikrarsızlığa ilişkin birtakım çıkarımlarda bulunmak mümkündür. İlk olarak, Savaş Kabinesi'ndeki istifalar ve hükümet karşıtı protestolar Netanyahu hükümetinin al aşağı edilmesine sebebiyet verecek etkiyi yaratmaktan uzaktır. Bununla birlikte Gazze işgalinde alınacak başarı Netanyahu'nun siyasi ömrünü uzatabilecekken, başarısızlık Netanyahu'nun siyasi ömrünü sonlandıracağından Netenyahu yönetiminin Gazze soykırımını sonlandırmasını beklemek mümkün değildir. Benzer şekilde aşırı sağcı Maliye Bakanı Bezalel Smotrich ve Ulusal Güvenlik Bakanı Itamar Ben Gvir'in ateşkes teklifinin kabul edilmesi durumunda hükümeti devirme tehdidinde bulunmaları, İsrail soykırımında ortaya çıkacak bir yumuşamanın Netanyahu iktidarının sonu olacağı anlamına gelmektedir. İkinci olarak İsrail'in kodlarına işlenen Siyonizm'in tarihi bize İsrail soykırımını sadece Netenyahu ile ilişkilendirmenin ve dolayısıyla Netenyahu yönetimi düşünce bu soykırımın sona ereceğini beklemenin abesle iştigal olduğunu göstermiştir. Zira İsrail'in Filistin'deki mezalimi 7 Ekim'de değil 14 Mayıs 1948'de İsrail'in kurulmasıyla somutlanan Siyonizm ile başlamıştır.
Üçüncü olarak Gazze'nin işgali İsrail'deki muhalefet ile Netenyahu'nun ortaklaştığı bir devlet politikasıdır. Bu noktada muhalefetin asıl kaygısı bir yandan Gazze işgalini ve soykırımını sürdürürken diğer yandan uluslararası toplum nezdinde bozulan "tarih boyunca acı çekmiş Yahudi" ve "güvenlik açmazları içinde yaşayan, bu sebeple de kendisini koruması için her yola başvurması mübah kabul edilen İsrail" imajlarının düzeltilmesidir. Dördüncü olarak Netenyahu karşıtı gösterilerin kaygıları arasında sınırın diğer tarafında soykırıma maruz kalan Filistin halkı değil Yahudi esirlerin kurtarılması gibi yine "Yahudi ve İsrail merkezli" dünya bakışını yani "İsrail istisnacılığı"nı yansıtan kaygılar yer almaktadır. Dolayısıyla Netenyahu karşıtı gösterilerden Gazze lehine bir sonuç beklemek, ABD seçimlerinden Gazze lehine bir sonuç beklemek kadar boşunadır. O halde artık şu tespitleri yapmak mümkündür: İsrail'in Gazze soykırımını durdurmak için aksiyon almayan her uluslararası aktör bu soykırımın sorumluları arasındadır. Benzer şekilde, sınırın diğer yakasındaki soykırıma sessiz kalan ve buna mâni olmak için tüm insani/toplumsal gücünü ortaya koymayan İsrail kamuoyu Gazze'deki soykırımın gözlemcisi, gözetleyicisi ve sorumlusudur.
Tarihsel bir analoji yaparak vurgulamak gerekirse; Hitler esir kamplarına giderek hiçbir Yahudi'yi katletmedi. Bunu yapanlar sıradan sayılabilecek olan ve kendilerine verilen emirleri yerine getiren ya da evinin ötesindeki esir kampından yükselen feryatlara kulak tıkayan Alman halkıydı. Alman halkını motive eden; sorumluluğu Hitler ve yönetimine atabilme konforunun yanı sıra Ari ırkın üstünlüğü varsayımına dayanan Alman istisnacılığına olan inancıydı. Dolayısıyla bütün bir uluslararası toplumdan daha önce İsrail kamuoyu, bu tarihsel analoji üzerine düşünmek ve Filistin halkına yönelik soykırımın "sessiz uygulayıcıları" olarak tarihteki yerini almamak için harekete geçmek zorundadır.