AB-ABD'nin istediği Rusya'dan, ABD-Rusya'nın istediği AB'ye

Ömer Ekrem Keçeci/ Yazar
30.03.2025

Avrupa medyasında, ABD'nin kendilerini terk etmesi ve daha ziyade Rusya'ya kazandıran bir konum alması işleniyor. Trump aşağılandıkça aşağılanıyor, attığı hemen her adım Putin'e hizmetle tavsif ve alay ediliyor. Evet, Trump'ın görmek istediği Avrupa'nın, Putin'in görmek istediği Avrupa'ya benzer olduğu rahatlıkla söylenebilir. Elbette aynı değil. Fakat benzer.


AB-ABD'nin istediği Rusya'dan, ABD-Rusya'nın istediği AB'ye

Ömer Ekrem Keçeci/ Yazar

Trump geldi geleli aldığı kararlarla Avrupa medyasında, ABD'nin kendilerini terk etmesi ve daha ziyade Rusya'ya kazandıran bir konum alması işleniyor. Bu yüzden Trump aşağılandıkça aşağılanıyor, attığı hemen her adım Putin'e hizmetle tavsif ve alay ediliyor. Rusya'ya ekonomik yaptırım tehdidi dillendirdiğinde bile, Times Radio'ya katılan eski ulusal güvenlik danışmanı John Bolton, bunun "boş tehdit" olduğunu ve hiçbir etki oluşturmayacağını savundu. Asıl derdininse 2009'da Obama Nobel Barış Ödülü aldığı için, "ben de almalıyım" takıntısıyla bu ödül olduğunu iddia etti.

Son ateşkes görüşmeleri üzerine National Review'dan Jim Geraghty de şunu yazdı: "Rusya'ya karşı politikamız tüm havuçlar ve sıfır sopa; Ukrayna'ya karşı politikamızsa tüm sopalar ve sıfır havuç." Ona göre yapılan teklifse bir ateşkes değil, Putin'e "tam teslimiyet."

Trump'la Putin'de ideolojik yakınlık

Esasen Trump'ın bir kabine toplantısında "AB, ABD'yi kazıklamak için kuruldu" demesi ve en büyük düşmanı hep içerideki düşman olarak tanımlayıp ideolojik zeminde açıklaması onun söz konusu Avrupa olunca durduğu yeri önemli ölçüde açıklıyor. Onun için hem Avrupa ile ABD arasındaki ilişkinin yürüdüğü sistem hem de Avrupa'daki mevcut hükümetlerin tamamına yakını, Rusya'dan daha ciddi bir problem. Kendi halkını ifsat ettiğini düşündüğü anlayışların temsilcileri veya mensupları olmaları hasebiyle onların güçlü kalması ve sözlerinin geçmesinin Amerika'yı içeriden çürüten, değerlerini yozlaştıran ve menfaatine münafibir hatt-ı hareketi daha doğru telakki eden insanların ülkeye yön vermelerine yol açma tehdidi teşkil ettiklerine inanıyor. Ukrayna savaşının başından beri en başta Biden yönetimini suçlaması da bu anlayıştan mütevellit. Dolayısıyla Biden ve politikasıyla beraber olan Avrupalıları da Ruslardan ziyade sorumlu tuttuğu aşikâr.

Haliyle üçüncü cihan harbinin eşiğine getirmekle suçladığı zihniyete mensup gördüğü Avrupa'daki yönetimler yerine daha muhafazakâr idareler istiyor. Geldiğinden beri özellikle Elon Musk'ın bu bağlamda İngiltere'den başlayıp Almanya ve hatta Romanya'ya kadar uzanan gayreti mevcut. Tüm değişim istediği ülkelerde, destekledikleri siyasetçiler, aynı zamanda Ukrayna meselesinde Avrupa'nın tutumunu eleştiren ve Trump'a daha yakın duran kimseler. Binaenaleyh Putin'in durduğu yere de daha yakın kimseler. Dolayısıyla Trump'ın görmek istediği Avrupa'nın, Putin'in görmek istediği Avrupa'ya benzer olduğu rahatlıkla söylenebilir. Elbette aynı değil. Fakat benzer.

20 Mart'ta New York Times'ta çıkan bir analizde, Rusların Trump'ın gerçekten Rusya'ya baskı yapmayacağını ve Avrupa'ya yeniden güvenmeyeceğini düşündükleri nakledildi. Bu düşünce sadece Trump'ın şimdiye kadarki politikasından değil, aynı zamanda ve daha da önemlisi yukarıda hülasa edilen fikirlerdeki mutabakattan intaç ediyor.

Alexander Dugin: İdeolojik yakınlığın işleyicisi?

Düşüncelerdeki benzerlik meselesini ele alınca temas etmemiz gereken bir isim mevcut. 19 Şubat'taki Times'ta, "Washington'daki Görüşleri Şekillendiren Rus İdeolog" serlevhalı pek enteresan bir yazı yazıldı. Bahsedilen kişi Alexander Dugin'di. Birçok vesileyle Türkiye'deki haber ve analizlere de konu olan Dugin'in ABD'deki muhafazakârlara uzanmak için yıllardır çaba gösterdiği belirtiliyor. Küresel düzenin geleceğinden göçmen meselesine kadar pek çok görüşünün ABD'li üst düzey yetkililerin ifadelerine yansıması dikkat çekiyor.

JD Vance Münih'te Avrupalıları tenkit ettikten sonra Dugin Rus devlet medyasına şu cümleyi kurmuştu: "Şimdi[ABD'de]her şey değişti; ideoloji değişti ve (Trump'ın) ideolojisi dikkat çekici biçimde bizimkiyle uyumlu."

Ayrıca Dugin'in kitapları ve makalelerinin de Amerikan sağında giderek popülarite kazandığı belirtiliyor. Yakınlardaki bir makalesinde, "liberalizm ile Batılı politik modernitenin ikiz hastalıklar" olduğunu ifade etmiş ve Trump'ın "woke" kültürünün boğucu dokunaçları ile savaşını methetmişti. Dahası o, "Putin Rusya'sının yeni Büyük Amerika için bir rol model" olabileceğinden dem vuruyordu.

Dugin'in Trumpçı büyük hayranlarından birisi Jack Posobiecolup ABD Savunma Bakanı Pete Hegseth tarafından Şubat ayında Avrupa gezisine özel davet almıştı. Posobiec, ABD Hazine Bakanı Scott Bessent ile Ukrayna'ya da gitti. Posobiec, Dugin'in 1997 tarihli ve bir dönem Rus Genelkurmay Akademisi'nde okutulduğu kaydedilen "Jeopolitiğin Temelleri" adlı eserinin reklamını sosyal medyadan takipçilerine yapmasıyla biliniyor. Kitapta Rusya'nın, Sovyetlerin çöküşü sonrası nüfuzunu ittifaklar ve ilhaklar yoluyla ikame etmesi ve ABD'deki izolasyonist eğilimleri Kremlin'in özel servisleri aracılığıyla desteklemesi çağrısı bulunuyor.

Dugin 2018'de Trump'ın ilk başkanlığı sırasındaki baş stratejist ve ideologlarından Steve Bannon'la da görüşmüştü. Haber edildiğine göre Bannon, Dugin'i ultra muhafazakâr değerler üzerine kurulu bir Rus-Batı ittihadına teşvik etmişti. Dugin'le geçen yıl Trump'ın medyadaki en meşhur destekçilerinden Tucker Carlson da bir araya gelmişti.

Almanya'daki seçim döneminde hem Dugin hem Elon Musk'ın kat'i biçimde aşırı sağcı AfD'yi desteklemeleri de calib-i dikkattir. Seçim öncesi Dugin X'te şunu yazmıştı: "AfD'ye oy verin yoksa Almanya'yı bir kez daha işgal edeceğiz ve onu Rusya ile ABD arasında paylaşacağız."

Uzun yıllardır Ukrayna'nın tamamen Rusya'ya ilhakını savunduğu, karşı çıkan Ukraynalıların katledilmesini istediği de bir gerçek. Muhtemelen bu sebeple 2022'de tek kızı araç bombalama hadisesiyle ortadan kaldırılmıştı. Saldırıyı Ukraynalıların gerçekleştirdiği şüphesi mevcut.

Dugin'in direkt mevcut ABD yönetimini etkilediğini yüzde 100 olarak söyleyemeyiz. Ancak tüm bu bilgilere baktığımızda, Putin-Trump ilişkisinde göz önüne almaya değer birisi olarak karşımıza çıkıyor.

Güç faktörü

İşte Avrupa'daki hükümetlerden ziyade Rus yönetiminde karşılığını bulan ideolojik mevzubahis yakınlığın, bir de Ruslar tarafından etkili bir siyasetle kullanıldığı belirtiliyor. Carnegie Rusya Avrasya Merkezi Direktörü olan Alexander Gabuev, Rusların Trump'ı "çok, çok, çok iyi okuduklarını" belirtip şunu ifade etti: "Zayıf noktalar nerede biliyorlar, egosuna nasıl hitap edeceklerini biliyorlar. Bana göre şu an Rus takımı kazanıyor."

Öte yandan Financial Times'a Bill Clinton'ın Nato elçisi olan Robert E. Hunter'ın yazdıkları da ilginçti, ki haftalık The Week dergisi de hususen alıntıladı. Hunter'a göre Trump'ın Putin'le irtibat kurması bir hediye falan değil, Rusya'nın "kaçınılmaz şekilde yeniden büyük bir güç olacağından" kaynaklıdır. Hunter, kendisi Nato'da çalışırken, Rusya'nın gelecekteki kaçınılmaz gücünü inkâr etmeyen herkesin de bunu anladığını belirtti. Yani Trump'ın hareketlerinin fikrî saikten ziyade mecburî vaziyetten tevellüt ettiğini savunduğu belirtilebilir. Buna mukabil Rusya'yı İtalya'dan bile küçük ve ancak 11. sırada olduğu belirtilen ekonomisiyle öncelikli tehdit falan görmediğini, hele ki sahada yıllardır yaşadığı zorluk ve birçok başarısızlıktan dolayı zaten asla görmemesi gerektiğini müdafaa eden birçok etkili ve yetkili Avrupalı da mevcut. Daha 18 Mart'ta Obama yönetiminden Jim Townsend Times Radio yayınında, Putin'in zayıf noktasının ekonomi olduğunu ve Trump'ın burada kullanabileceği kartlar bulunduğunu savundu. Kısacası bu konuda eski ve Demokrat Amerikan başkanlarının ekibindeki isimler arasında dahi belli derecede bir düşünce karmaşası bulunuyor. Ancak Trump'la Putin'in ideolojik yakınlığı noktası çok da tartışmaya açık değil.

Times Radio'ya aynı 18 Mart'ta konuşan tarihçi Mark Galeottide Trump'ın politikasıyla alâkalı enteresan ifadeler kullandı. Galeotti'ye göre; Trump'ın Xi, Putin ve Erdoğan gibi "güçlü adamlara" ve "otoriter liderlere" hayranlığı var. Dünyayı da neredeyse XIX. yüzyıldaymış gibi görüyor; yani bir avuç ülke gerçekten önem arz ediyor, geri kalanlara ise ne yapmaları gerektiği söylenecek. Tartışılır yanları mevcutsa da Trump'ın Kanada, Grönland, Gazze gibi meselelerdeki tavrı bu yoruma uygun düşüyor.

Baskıların Avrupalı ülkeler içerisinde çeşitli değişikliklere gitmeleri açısından yansımaları da oluyor. Özellikle İngiltere'de Starmer'ın Trump'ı memnun edebilmek için ülke içinde attığı adımlar bir bakanının istifasına ve parti içinde onlarca milletvekilinin itirazına kadar yol açtı. Ancak bunun, Putin'le Trump'ın Hıristiyanlık vurgulu birbirine benzer muhafazakâr zeminlerinden birine Avrupa'yı tam olarak kaydırması kolay görünmüyor. Belki İsrail terör devleti hiç bulunmasaydı bu büyük ölçüde gerçekleşebilirdi. Ancak hâlihazırda Avrupa'da bu eğilimler, uzun yıllardır konuşulduğu gibi, yükseliş temayülü gösterseler de, yine geçen uzun yıllardan anlaşıldığı üzere, ciddi ekseriyet teşkil edecek bir hitap kitlesi bulamıyorlar ve nice yorumcu yükseldiklerini zannederken çeşitli yerlerdeki yenilgilerine şahit olup afallıyorlar.

Aşırı baskıcı ve zalim anlayışlar bu partilerde en net yansımalarını bulduğu için Trump tarafının tam mânâsıyla şekillendirme yapması pek mümkün görünmüyor. Üstelik Rusya özelinde birçok Avrupalı ülkenin tarihten günümüze uzanan yoğun bir husumeti mevcut ve Putin döneminin de bunu beslemeye devam ettiği aşikâr. Dolayısıyla Trump'la Putin'in Avrupa'da ciddi dönüşüm gerçekleştirmesi hayli zor. Fakat Avrupa'nın, ABD'yle müşterek baskı yapıp Rusya'da nisbî değişim tahayyül ederken, o nisbî değişim ihtimaliyle daha ziyade kendisinin yüzleşmeye başladığı bir gerçek. Bugünkü yöneticileri en azından biraz akıllı ve etkili politikalar tatbik edemezlerse, kısmî dönüşümle yüzleşmeleri de gayet muhtemel.