16 Nisan: Anayasal reformlar için bir başlangıç

Dr. İhsan Yılmaz Bayraktarlı / Gazi Üniversitesi
6.05.2017

Türk seçmeni, ilk defa bir askeri darbe sonrası yapılan 1961 anayasası; 1982’de ikinci darbe anayasası, 1987’de siyasal yasakların kaldırılıp kaldırılmaması, 1988’de yerel seçimlerin bir yıl öne alınıp alınmaması, 2007’de Cumhurbaşkanının halk tarafından seçilip seçilmemesi ve son olarak da 2010 yılında Anayasa Mahkemesi, Hakimler Savcılar Yüksek Kurulu’nun yapısıyla ilgili düzenlemelerin yanı sıra Kamu Denetçiliği Kurumunun kurulması, HSYK ve Yüksek Askeri Şura kararlarının yargı denetimine açılmasını öngören anayasanın 26 maddesinde yapılan geniş kapsamlı değişikliklere ilişkin olmak üzere toplamda 6 defa referandum için sandığa gitmiştir.


16 Nisan: Anayasal reformlar için bir başlangıç

Dr. İhsan Yılmaz Bayraktarlı / Gazi Üniversitesi

 1988 yılında yapılan halk oylamsında seçmen, anayasa değişikliğini hayır oyu ile reddederken diğer beş oylamadaki değişiklikleri evet oyu ile kabul etmiştir. 16 Nisan’daki sistem değişikliği referandumu ise referandum tarihimizin yedincisi, evetle sonuçlanan referandumların ise altıncısı olmuştur. 

1982 Anayasası, başlangıç hükümleri dahil, 113 maddesinde birden fazla olmak üzere toplamda 17 kez değişiklik geçirdi. Anayasanın 177 madde ve 16 geçici maddeden oluştuğu dikkate alındığında, anayasanın üçte ikisinin değiştirildiği sonucu ortaya çıkmaktadır. Sonuç olarak mevcut anayasanın iç bütünlüğü yapılan değişikliklerle bozulmuştur. Döneminin darbe ve kaotik ortamının izlerini taşıyan 1982 Anayasası; toplumda tartışılmadan, mimarları dışında kimsenin katkısı alınmadan, emrivakiyle  hazırlanmıştı. Halkın çoğunluğunun onayını almasına rağmen, başından beri tüm siyasal kesimler tarafından sürekli eleştirilen 1982 Anayasası’nda zaman zaman çeşitli değişiklikler yapıldı. 

AK Parti tarafından uzunca zamandır konuşulan hükümet sistemi değişikliğine önceleri olumsuz bakan MHP, 15 Temmuz kalkışması sonrasında farklı bir turum takınmış ve ortak bir metin üzerinde mutabık kalınmış, nihayetinde de Türkiye 16 Nisan tarihinde yapılan referandum ile Cumhurbaşkanlığı sistemine geçmiştir.

Gücün tek elde toplanması

Yeni düzenlemelerin getirdiği en çok tartışılan konusunu; başbakanlık makamının kaldırılması ve yürütme yetkisinin Cumhurbaşkanına bırakılması yani siyasal gücün bir elde toplanması oluşturdu. Evt, güç bir elde toplanmaktadır. Lakin verilen yetkilerin tümü istisnasız icraya yani yürütmeye dair yetkilerdir. Batı demokrasilerinin önemli devletleri bu atamaları hemen hemen aynı şekilde yapmaktadır. Almanya’yı burada konu edecek olursak: Federal Anayasa Mahkemesi üyeliklerine siyasi partiler aday göstermektedir. Alman Federal Parlemento’su bir siyasi partinin gösterdiği adayı anayasaya üye olarak seçmektedir. Bir başka örnek vermek gerekirse, Federal Alman Anayasa Mahkemesi’nin 1983 yılında aldığı karara göre bir yargıç, bir siyasi partinin bildirisinin altını yargıç olduğunu da belirtecek şekilde imzalayabilmektedir. Yani yargıcın tarafsızlığı ve bağımsızlığına siyasal bağlantısı halel getirmemektedir.  Her bireyin mutlaka bir siyasi görüşü, oy verdiği bir siyasi parti olacaktır. Bir partiye kayıtlı olmama kişiyi bağımsız ve tarafsız yapmaz. Aksine yargıcın bir siyasi parti mensubu olduğunun bilinmesi, onu tarafsız olma konusunda daha da titiz davranmaya sevkedecektir. 

Burada özellikle belirtmek gerekir ki, demokratik sistemlerin olmazsa olmazı seçimler olduğuna göre, Cumhurbaşkanı (yürütme), yasama yani milletvekilleri belirli bir süre için halk tarafından seçimle belirlenirken, yargı erkinin üst kurumları da seçimle belirlenmelidir. Yargının üst kurumlarının üyeleri doğrudan halk tarafından seçilebileceği gibi, pekala halkın yürütme ve yasama erklerine seçtiği üyeleri tarafından da seçilebilir.

Yani halk, yasama ve yürütme erkinin üyelerini seçimlerle belirlerken, birey-birey, devlet-birey arasında yaşanabilecek uyuşmazlıklara aracılık edecek, adaletle karar verecek kurum ve kuruluşların üyelerini seçmeye ilişkin beratı meclise ve Cumhurbaşkanına vermektedir. Burada temel koşul elbette halkın yetki vermesidir. Aksi durumlarda bundan önce Türkiye ve diğer bir çok ülkede olduğu gibi yargıda oluşan yargıçlar oligarşisi ya da bürokratik oligarşi kendiliğinden ortaya çıkacaktır. Zaten atanacak yargıçların, yine uzman yargıçlar kurulu olan HSK tarafından belirlenen adaylar arasından Cumhurbaşkanı ve TBMM tarafından atanması olabilecek en demokratik usuldür.

Denetim-fren sistemi

Tartışmalarda hep modern anayasalarındaki denetim ve fren (check and balances) sistemine işaret edilmekte ve Amerika Birleşik Devletleri örnek olarak zikredilmektedir. Bir federal devlet olan ABD’de federal bir göreve atanan yargıç ve bakanların eyaletlerin meclisi olma görev ve yetkisini elinde bulunduran Senato tarafından onaylanması gerekmektedir. Yüksek yargıçların seçimi, federe bir devlet olan Federal Almanya Cumhuriyeti’nde de benzer şekildedir. 16 üyeli Federal Anayasa Mahkemesi’nin 8 üyesi Federal Meclis (Bundestag), 8 üyesi 16 eyaletin üyelerinden oluşan Federal Temsilciler Meclisi (Bundesrat) tarafından seçilmektedir.

Değişikliklerle alakalı ileri sürülen bir başka olumsuzluk iddiası ise TBMM’nin tatil sonrası toplantıya çağrılmasına ilişkindir. Yapılan değişiklik, yasama üzerinde artık etkin olmayan ve TBMM üyelerinden de oluşmayan bakanlar kurulunun, TBMM’yi tatil sonrası toplantıya çağırma  yetkisinin olmamasıdır. Bu durumda sanki 2019 yılından sonra TBMM tatile gidecek ve bir daha meclis toplanmayacak algısı oluşturulmaktadır. Halbuki mevcut düzenlemede bakanlar kurulu olmayacağından anayasal uyum için anayasanın ilgili 93. maddesinden bakanlar kurulu çıkarılmıştır. Diğer yetkili kurum ve makamlar aynen kalmıştır. Madde aynen şöyledir: MADDE 93- [...]Türkiye Büyük Millet Meclisi, her yıl ekim ayının ilk günü kendiliğinden toplanır. [...]; ara verme veya tatil sırasında, doğrudan doğruya veya [...], Cumhurbaşkanınca toplantıya çağrılır. [...] Meclis Başkanı da doğrudan doğruya veya üyelerin beşte birinin yazılı istemi üzerine, Meclisi toplantıya çağırır.

Sorun olarak görünen bir diğer husus ise Cumhurbaşkanı tarafından atanan bakanların ABD’de olduğu gibi TBMM tarafından onaylanmamasıdır. Bilinç altına yerleşmiş algı, anayasaların ancak Batı anayasaları ile birebir ahenk içinde olursa doğru olacağıdır. ABD bilindiği gibi 50 bağımsız eyaletten oluşmaktadır. ABD Başkanı tarafından atanan bakanlar, ikişer üye ile temsil edilen senatonun onayından geçmektedir. Zira federal bakanlar bu 50 eyaletin de bakanı olacağından senatonun onayını almaları gerekmektedir. Üniter bir devlet yapısına sahip olan Türkiye’de bakanların meclisin onayına sunulmasına gerek yoktur. Benzer bir durum Federal Almanya Cumhuriyeti’nde de mevcuttur. Federal Alman Anayasası’nın 78. maddesi değiştirilemez maddeler arasındadır. Bu maddenin değiştirilemezliğinin temel nedeni, federal bir devlet olan Federal Almanya Cumhuriyeti’nde merkezi hükümetin ve Federal Meclisin (Bundestag) eyaletlerin kendi yetki alanlarına müdahalesini engellemektir. 

Amerika Birleşik Devletler’inde bütçe senatonun onayına sunulmaktadır. Onaylama konusunda zaman zaman Amerika’da başkan ve senato arasında bütçe konusunda sorunlar yaşandığı bilinmektedir. Burada onaya sunulan merkezi idarenin bütçesidir. Bütçenin onaylanmaması durumunda eyaletlerin kendilerine has bütçeleri olduğundan devlet işlerinde herhangi bir aksama yaşanmayacaktır. Üniter bir devlet olan Türkiye’de durum farklıdır. Bütçe konusunda oluşacak sorunlara karşı tedbir olarak; yürütmenin yaptığı bütçeyi TBMM onaylamazsa bütçe yürütmeye geri döner ve istenilen düzenlemeler bir konsensüsle yeniden yapılabileceği gibi bir uzlaşma sağlanamaması durumu dikkate alınarak bir önceki bütçeye enflasyon oranında yapılacak artırımla yürütmenin çalışmalarının aksatılmaması öngörülmüştür. Bu ideal bir demokratik denetleme sistemi olmamakla beraber mantıklı bir çözüm önerisi olarak görünmektedir. Ancak bütçenin onaylanma konusu yeni bir düzenleme olduğundan bu kararın doğru olup olmadığını yaşanacak uygulamalar gösterecektir.

Sivil anayasa

1982 Anayasası’nın iç bütünlüğünün çeşitli dönemlerde yapılan küçük veya büyük çaplı değişikliklerle bozulduğuna değinilmişti. Yapılan bu son referandumla hükümet sisteminde de köklü değişikliklere gidilmiş oldu. Anayasanın, bir askeri darbe ürünü olduğu konusunda mutabık olan toplum ve siyaset, yeni değişikliklerin yürürlüğe gireceği 2019 yılından sonra uygulamada görülecek aksaklıkları ve değişikliklere muhalif olan siyasal kanadın öne sürdüğü noksanlıkları da dikkate alarak ülkeye yeni bir anayasa kazandırabilir.

Reform niteliği taşıyan 18 maddelik anayasa deşikliği Seçim Yasaları, Siyasi Partiler Yasası gibi yasalarda yapılacak reformlarla desteklenmelidir. Yapılan tartışmalara bakıldığında son anayasa değişikliğinin bir son değil anayasal reformların başlangıcı olduğu anlaşılmaktadır. Tartışmalarda öne çıkan husus, yapılan değişikliklerin mükemmel olmayabileceği ancak şu ana kadar ortaya konan en iyi model olduğudur. Ergun Özbudun Türk Anayasa Hukuku(2005) kitabında devlet kurumlarının kendi alanlarında tam özgür ve egemen olduğu bir devlet örneği yoktur der. Benzer  durum Federal Almanya’da mevzubahis. Karl Doehring’de Allgemeine Staatslehre (1991) adlı kitabında Almanya için daha adil daha bağımsız bir yargı sistemi üzerinde çalışıldığını ancak şimdilik bunun mümkün olmadığını söylemektedir.

[email protected]