Tek bir teorik çerçeve Arap Baharı'nın etkili olduğu ülkeler arasındaki farklı bütün toplumsal, siyasal, kültürel ve dini farklılıkları açıklama konusunda yeterli olabilir mi? Arap Baharı neticede İslamcı hareketlerin başarısızlığının bir örneği olarak mı okunmalı?
Murat Güzel / Açık Görüş Kitaplığı
Tam 10 yıl önce 17 Aralık 2011'de Tunus'un görece küçük bir şehrinde kendini yakan gösterici ile başladığı kabul edilen ve bir dizi devrim ile karşı devrime sahne olan Arap Baharı sürecinin teorik açıdan nasıl ele alınacağı halen sosyal bilimciler arasındaki önemli bir tartışma konusu olmayı sürdürüyor. Avrupa'da 1848'de yaşanan ve Halkların Baharı olarak adlandırılan toplumsal hareketlere, Sovyetler Birliği'nin Çekoslavakya'yı işgal etmesiyle sonuçlanan Doğu Avrupa ülkelerindeki toplumsal hareketlenmeleri adlandırmak için kullanılan Prag Baharı'nı hatırlatmayı amaçlayan Arap Baharı adlandırmasından, bu süreçlere katılan halklar, dönüşen rejimler, sürece müdahil olan uluslararası güçler vb. birçok bilinmeyene kadar epey unsurun bu tartışmalar esnasında gündeme getirildiğini biliyoruz. Başta Tunus, Libya, Mısır, Suriye, Yemen, Bahreyn ve Ürdün'de yaşanan birçok çeşitli toplumsal hareketlenmelere ve bu hareketlilikleri bastırma girişimlerine tanık olduğumuz süreç içinde hareketlenmelerin oraya çıkış şeklinden zamanlamasına, ayaklanmaların vuku bulduğu ülkelerdeki rejimlerin antidemokratik ve otoriter niteliklerinden vuku bulan devrimlerin bastırılmasına kadar birçok ayrıntının sosyal bilimler açısından önemli bir laboratuvar işlevi gördüğüne hiç kuşku yok.
Dördüncü dalga
Sözgelimi bazı uzmanlar dünya demokrasi tarihinde Arap Baharını Huntington'ın tasnif ettiği üç demokrasi dalgasının bir uzantısı ya da dördüncü bir demokrasi dalgası olarak kabul etme eğilimindeyken Fukuyama'nın teorik önderliğini yaptığı önemlice bir grup da Arap Baharı'nı 18. ve 19. yüzyılda Avrupa'da gerçekleşen devrimlerin bir benzeri ve onlarla ilişkili olarak yorumlamaya meyillidirler. Birbirine zıt bu yorumlama perspektiflerinden hangisi benimsenirse benimsensin Arap Baharı'nın oluşturduğu zorluklar halen sürüyor. Esasen bu durumun bizatihi kendisi bile Arap Baharı'nın sonuçları itibariyle tamamlanmış bir devrim olmadığını, farklı tazyik ve operasyonlarla zaman zaman kesintiye uğramış görünse de bir şekilde yol almaya devam eden zinde bir devrim süreci olduğunu da hatırlatıyor.
Arap Baharı'nda bazı müstebit rejimlerin başı kabul edilen diktatörler (sözgelimi Gaddafi ve Hüsnü Mübarek) devrilmiş olsa da Tunus dahil hemen hiçbir ülkede sistematik ve yapısal bir dönüşümün de henüz vuku bulmadığını tespit etmek mümkün. Peki ama sadece Arap dünyasında, Ortadoğu ve Kuzey Afrika'da değil, hemen bütün dünyada büyük etkiler uyandırmış bu devrimler ve karşı devrimler silsilesini teorik bakımdan tutarlı ve yeknesak bir şekilde açıklamak mümkün mü? Tek bir teorik çerçeve Arap Baharı'nın etkili olduğu ülkeler arasındaki farklı bütün toplumsal, siyasal, kültürel ve dini farklılıkları açıklama konusunda tüketici olabilir mi? Arap Baharı neticede İslamcı hareketlerin başarısızlığının bir örneği olarak mı okunmalı? Arap Baharı'nı durdurmayı amaçlayan entrikalara karşı İslamcı hareketlerin yeterli bir karşı entrika planlayamamış olmalarının sebepleri nasıl sıralanabilir?
30 yıldır yayınlanan 3 aylık düşünce-siyaset ve sosyal bilim dergisi Tezkire'nin 75 ile 76. Sayıları birleştiren ana konu "Arap Devrimleri" başlıklı dosya konusu. Editörlüğünü geçtiğimiz ay hayatını kaybeden Maşallah Nar'ın yaptığı dosyada yedi çalışma yer alıyor.
@uzakkoku
Dört Mevsim Bir Bahar Arap Devrimleri Tezkire, sayı 75-76
Türkleşen Anadolu'da Barak kültürü
Anadolu'nun Türkleşmesi sürecinde, yani 10 ila 13. yüzyıllar arasında Beğdili ve Bayat Türkmenleriyle birlikte Anadolu'ya gelen Barak boyunun özellikle Gaziantep ve havalisinin yurt tutulmasında çok önemli bir yeri olduğunu biliyoruz. Kilis'in güneyinde Oğuzeli ve Nizip ilçelerinden geçerek Fırat Irmağı'na kadar geniş bir coğrafyada yaşayan Barakların oldukça has bir kültürü de koruduklarını biliyoruz. Hem eski Türklerden kalma inanç ve gelenekleri koruyan hem de bulundukları bölgelerin tarihsel kaderini çizen içeriğiyle Barak kültürünün de gelecek kuşaklara aktarılmasını amaçlayan bir kitap Mehmet Ali Yıldırım ile Nuh Yıldırım ikilisinin hazırladıkları.
Gaziantep Yöresinde Barak Boyu, M. Ali Yıldırım-Nuh Yıldırım, Gaziantep Büyükşehir, 2021
Sadece kılıçla değil, kalemle de savaştılar
Türklerin Müslüman olduktan sonra İslam'a kılıçlarıyla hizmet ettikleri şeklinde epey yaygın bir görüş vardır. Özellikle Emeviler ve Abbasiler döneminde Müslüman orduların en önemli gücünün Türklerden oluştuğu biliniyor. Dolayısıyla yaygın olduğunu söylediğimiz görüş büyük ölçüde doğrudur da. Ancak eksiktir. İmam Ebu Hanife, İmam Matüridi, Ahmet Yesevî, Musa Carullah Bigiyef gibi birçok büyük isim ve alim de Türklerin siyasi bakımdan hakim olduğu veya bulunduğu coğrafyalarda yetişmişlerdir. Türkler bir anlamda sadece kılıçla değil, kalemle de İslam'a hizmet etmişlerdir. Sıddık Korkmaz, birçoğu sempozyumlarda sunulan veya dergilerde yayımlanan çalışmalarında Türklerin İslam düşüncesine yaptıkları katkıları irdeliyor.
Türklerin İslâm Düşüncesine Katkıları, Sıddık Korkmaz, İz, 2021