Geçtiğimiz hafta içinde Alev Alatlı ile birlikte gerçekleştirdiğimiz SANSÜRSÜZ programında, “yeni dünya nasıl olacak” sorusuna cevap ararken, Alatlı “turbo kapitalizm” tartışmasına girdi ve yaratılmak istenen sisteme geçişte kullanılan yöntemi, bütün detayları hatta yapının acımasızlığı ile tarif etti. Aslında konuşulanın özü çok net ve açıktı; bize “piyasa” diye yutturdukları “dinamik yapı” kendisine zarar verebilecek her şeyin sonunu getirecek...
Sevgili dostlar, “tek dünya devleti” peşinde olanların insanlığın “zihinsel çöküşü” ile birlikte planladıkları yapının üç ana bacağı var; 1- doğmamış-doğrulmamış bir insan modeline doğru adım atmayı zorlamak, 2- Dinleri yıpratarak PANTEİZM’i esas kılmak, 3- Piyasa diye algılattıkları yapı içinde “kendi kurdukları” labirentlerde bireysel, ulusal çöküşleri ve yeni kurulumları yapmak.
Bütün bunları tek tek ele alınca ve maddi olarak her anlamda “manipüle edilen” insanın, çaresizlik ve karşı koyma katsayısının düşmesi ile “kabullenmesinin” arttığını analiz edince; uygulanan vahşeti anlamak zor değil. Bu noktada bir not düşeyim; doğmamış-doğrulmamış bir insana geçişte bugün için kullanılan yöntemin adı SEZARYEN. Bir sonraki adım “döllenme sonrası vücut dışında gelişim” ve birçok yeni yöntem. Kendi çocuğuna zarar veren ve yakalanan bir anne şöyle ifade veriyor: Ben onu hissedemedim ki; sezaryenle doğdu, sanki makine gibiydim. Her doğum böyle demek değil ama sezaryen yönteminin “insani dokuyu” zayıflatan ve yeni “beden dışı büyümeye-klonlama” gibi döneme yumuşak geçiş olduğu kesin. Bu noktada bu yöntemin neden bu kadar zorlandığını ve Türk Devleti’nin burada verdiği savaşı hatırlatmak isterim.
Sevgili dostlar, kısa bir geçiş sonrası yeniden ekonomiye gelelim. Peki nedir tehlikenin özü? Yapılmak istenen ne?
Gelin birlikte sorgulayalım.
Bugünün dünyasına bakalım. Ne görüyoruz; dünyanın biricik yasası haline gelen, getirilen tek bir kurum var; piyasa.
Nedir bu herkesin üzerine titrediği, titremeye zorlandığı PİYASA?
Kimilerine göre “yeni dünya düzeninde güçlenen, çalışma prensipleri insanlık tarihi kadar eski bir “hiper-imparatorluk”. Kimilerine göre “yerel-küresel” güçlü aktörlerin zayıf olanları kandırmak için kurdukları bir “tezgah”!
Peki gerçekte ne? Bugün “hiper imparator” olma yoluna giren piyasa geçmişte nasıldı? Dünya ve Türkiye bazı dönemlerde “piyasayı hakim kılıyoruz” kılıfı altında soyulmadı mı? Türkiye’de 2001 krizi neydi? Kriz eşliğinde üç partili bir koalisyon “Monsier le chevalier Derwish’e” teslim edilmedi mi? 2001-11 Eylül sonrası oynanan oyunun adı veya Amerika’daki “mortgage” görünümlü piyesin özü aynı değil miydi?
Sevgili dostlar, 1789 sonrası dünya özgürleşmeye başladığını düşünürken, başka bir oyunun içine düştü. Bir taraftan “söylenenler” daha özgürdü ama insan “maddi manipülasyonlar” ve “bağlı hale getirilerek” teslim alınıyordu. 1789’dan 2012’ye piyasa her zaman İMPARATOR oldu! Dünya, 1980 sonrası ABD’de başlayan “finansal hareketlenmelerle” piyasanın “hiper olması” kavramıyla tanışmaya başladı. 1993-2000 arasında “piyasa devletleri” kuruldu, “piyasa algılaması” altında devletler çökertildi, diz çöktürüldü. Tekrar hatırlatıyorum; 2001’de Türkiye dizleri üstüne çökertildi ve “Kıbrıs Fatihi Ecevit” ile “Milliyetçi Hareketin Lideri Bahçeli” teslim alındı! Tek kurşun atmadan! Daha açık yazayım; 1980 sonrası “şereflendik”, 1983 sonrasında Türkiye’ye “Benim memurum işini bilir” sloganıyla yansıyan “yeni imparator” piyasa, 2001 sonrası “tek hakim” oldu! 2001 krizi “piyasaların bir ülkeyi” ekonomik, siyasi ve dış politika dinamiklerinde nasıl esir alabileceğinin en “önemli” denemesiydi! Piyasa İmparatorluğuna karşı zayıf olan 57. Hükümet İmparatorun birkaç darbesiyle devrildi.
Peki dünya genelinde ve Türkiye’de insanlar “nasıl bu kadar” saf ve tepkisiz şekilde gelişmelere seyirci kaldılar?
Kabuğu “güzeldi”! Daha doğrusu “içi sertti ama ambalajı” iyi yapılmış, “motto” iyi seçilmişti! Piyasa kavramına inanmak “yüce bir değere teslim olmaya” benzetilmiş psikolojik olarak toplumlar hazırlanmıştı. Bu ülkede “piyasa bozulmasın” diye “konuşamam” diyen Genelkurmay Başkanları, Başbakanlar, Bakanlar gördük. Amerika da farklı değildi, hala değil. “Piyasa, sivil toplum, herkese eşit şans” gibi kavramlar havalarda uçuşurken, Enron skandalı patladı. 28 Şubat sürecinde Türkiye’de de durum farklı değildi. Hükümeti devirmek isteyenler “piyasa imparatorluğu ve alt dinamiklerinin” etekleri altında “her türlü” oyunu oynarlarken, Türkiye “Finansal Ergenekon” dinamiği ile tanıştı.
Sonuç: “Tek Dünya Devleti” kurma projesi bir hayal değil. Bu yolda kullanılan ve insanların sorgulayamadığı hale getirilen kavram da PİYASA. Alatlı ve benzer düşünenlerin cümlesi ile bitirelim; PİYASA, kendisine zarar veren her şeyin sonunu getirecektir.
Son söz: Türkiye’nin IMF’den tam olarak kurtulduğu 2008, Türk tarihinde ve bu topraklarda yaşayan her bireyin kaderinde bir dönüm noktasıdır. Burada bir önemli detaydan da bahsedeceğim. Biraz sonra ilginç olarak nitelendireceğim “IMF detayını” bana yurtdışında yaşayan ve Türkiye üzerine kitap yazan bir dostum gönderdi. Tapınakçılar veya “Vatikan çevresi” Türk-İslam dinamiğini 1699 Karlofça anlaşması ile “durdurduklarını-hapsettiklerini-enterne ettiklerini” düşünüyorlar. Onlara göre 1699 bir geri dönüş noktası. Aynı anda bir inançları daha var ve buna yüzyıllardır sahipler; 1699’dan 309 yıl sonra bu “hapsediliş” geri dönecek ve kilit kırılacak. Şimdi sıkı durun; 1699+309 tam olarak 2008 yani Tükiye’den IMF’nin kovulmasıyla bugün gördüğümüz tam bağımsızlık hareketinin başlaması, Türkiye’nin “Türk-İslam Dünyasının” lideri olma yoluna girmesi. Düşünenlere yardımcı çoktur!
Not: Selman Gerçeksever’in “Muhafız” kitabında da “309’un önemi” ve Türk-İslam tarihi ile ilişkisi Kehf süresi de anılarak çok güzel anlatılıyor.