Bir süredir özellikle Ak Parti liderliği ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’a yönelik “Tansiyonu düşürmek” üzerine yazsam diye düşünüyorum.
“Acaba nasıl olur ki?” diye de düşünüyorum.
“Seçim atmosferine girildi, böyle dönemlerde kavgada yumruk sayılmaz üslubu öne çıkar, kime ne diyeceksin, söyleyeceğin her şey naif kalmaz mı?” gibi düşünceler gelip gidiyor.
“Muhalefetin saldırgan dili karşısında sükunet, toplumda zaaf gibi algılanmaz mı?” soruları ile karşılaşma riski bulunduğunu düşünüyorum.
“Siyaset biraz da kendi tabanını tahkim etmektir ve bunun için de farklılaşma vurgusu önem taşır” gibi itirazlarla karşılaşma riski olduğu düşüncesi gelip gidiyor.
Buna rağmen, tansiyonu düşürmenin iktidar partisi ve sayın Cumhurbaşkanı için yararlı olacağı kanaatim devam ediyor ve bu yazıda onu paylaşma gereğine inanıyorum.
Böyle bir noktaya gelmenin en önemli sebeplerinden birisi, kanaat önderlerinin, bu tansiyon yüksekliği içinde düşüncelerini özgür biçimde paylaşma noktasından uzaklaşmaları riskidir. Çünkü böyle iklimler herkesin “taraf olma”ya zorlandığı, farklı düşüncelerin kolaylıkla dışlanma riskini gündeme getirdiği iklimlerdir. “Dost acı söyler” özdeyişindeki, “acı söyleyiş” böyle zamanlarda “Dostluktan öte” hatta “Düşmanın ekmeğine yağ süren davranış” algılarına yol açma riski taşır. Herkesin taraf olduğu bir ortamda, “Konunun şurası da dikkate alınmalı, bu tavrın şöyle bir riski var, bu tavır şöyle algılanabilir” gibi itirazları, farklı duruşları dillendirmek son derece zorlaşabilir.
Bunun her yapı için “Olayın bütün boyutlarını görememek” gibi önemli bir bedeli olur.
Ak Parti ve Cumhurbaşkanı Erdoğan noktasından baktığımızda tansiyon yüksekliğinin riski şudur: Karşıda kemikleşmiş bir yapı oluşması.
Hani, yüzde 50 bloklaşma denen hadise.
Bir noktadan bakıldığında Ak Parti’nin ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yüzde 50 civarında bir oyun desteğine sahip olması, karşıda çok parçalı bir yüzde 50 bulunmasını problem haline getirmeyebilir. “Ne olacak yani, toplumun yüzde 100’ü destekleyecek değil ya, üç dönem boyunca bu oy oranlarında iktidar olabilmek bu ülkede her partiye nasip olmuş mu? Bu kadar muhalefet blokunun bulunması kaçınılmazdır” gibi değerlendirmeler yapılabilir. Bu değerlendirme haklıdır da. Muhtemel ki bu kamplaşma muhalefetin hoşuna da gitmektedir. Çünkü bu kamplaşma korunabildiği ölçüde hem Meclis’te temsil imkanı bulunulabiliyor, hem de buna karşılık iktidar olmamak suretiyle yük taşınmasından kurtulunabiliyor. Keyifli bir iş. Onun için muhalefet hem tansiyonu yüksek tutuyor hem de asla iktidar olmamayı başarıyor!
Ak Parti ve Cumhurbaşkanı Erdoğan, siyasi çalışmayı bir “misyon” ekseninde yürüttüğünü ısrarla vurguluyor. “Türkiye’yi dönüştürmek”, “Yeni Türkiye’yi inşa, ihya”, “Türkiye ötesinde büyük bir coğrafyanın normalleşmesinde öncülük, örneklik yapılması” gibi bir misyon. Bana göre de hayati bir misyon bu. Allah nasip etti, millet güç verdi, yol açıldı, 13 yıldır bu hizmet veriliyor.
Bu kadronun, Türkiye’nin önünde, İslam coğrafyasının önünde alınacak daha epeyce yol bulunduğunu bildiği kanaatindeyim. Türkiye ölçeğinde düşünecek olursak, “Normalleşme”nin gerçek anlamda hayata geçebilmesi için alınacak epeyce yol var. “Kürt sorunu, Alevi sorunu, gayrımüslim azınlıklar sorunu” gibi kimi sorunlar başlıklanmış durumda. Çözümün ne kadar zor olduğu açık seçik görülüyor. Ak Parti’nin mesela “Kürt sorunu ve gayrımüslim azınlıklar meselesi”nde elde ettiği iletişim zeminini Aleviler söz konusu olduğunda çok da kolay bulamadığı gözleniyor.
Benzeri bir problemin benim “sera ortamı” dediğim zeminde oluşan toplum kesimleriyle iletişimde de söz konusu olduğu muhakkaktır. O kesimin “kemik karakteri”nin mesela CHP tarafından siyasi bir zemin olarak kullanıldığını ve beslendiğini söylemek yanlış olmaz. Bu kesimlere, acaba Ak Parti’nin “Yeni Türkiye projesi” yeterince anlatılabilmiş midir? Bu kesimlerin kemikleşmiş ve değişmesi imkansız görünen alanlarına ulaşmak zor ise her türlü iletişim araçlarına uzanan genç uzantılarına ulaşmak da imkansız mıdır? Ve bu genç kesim, mesela yüksek tansiyon ortamında nasıl bir bilgi, duygu, kanaat ile yükleniyor?
Soru şudur diye düşünüyorum: Şu an oy alınamayan yüzde 50’lik toplum kesiminin en azından bir bölümünde “Hele bir dinleyelim bakalım” yaklaşımı oluşturulamaz mı? Yüksek tansiyon böyle bir hedef açısından pozitif midir, negatif mi?